- 600 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Roman Üzerine-33
Roman Üzerine-33
La Bruyere, "Kitap yazmak saat yapmak gibidir; incelik ve detay ister." der; bu zorluk bir bakıma, Nasreddin Hoca fıkrasında olduğu gibi pire ilacının daha etkili olabilmesi için "pireyi tutup ilacı pirenin gözüne dökmeli "esprisine benzer. Gerçek bir sanat eseri ortaya koymak için aylar hatta yıllar süren uzun ince bir yolda bıkmadan usanmadan çalışmak gerekir.
Roman yazmak meşakkatli bir iş, Çehov’un tiyatro için söylediği: "Duvarda bir silah varsa oyun boyunca mutlaka bir yerde patlar." sözü, roman için de edilse yeridir; hatta Fuzuli’nin: "İlimsiz şiir temelsiz duvar gibidir." poetikasını da bir romancı alıp kulaklarına küpe yapmalı. Hasılı, şiire göre daha kolay ve sallapati yazılacağı zannedilen roman, yazma sürecinde yazarın başına açmadık dert bırakmaz ve bu dertler şiire göre daha derindir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz roman yazma aşamalarında karşılaşılabilecek kimi sorunları ve bu meselelerin halli için yapılması gerekenleri kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Yazar, her şeyden önce romanın mesajını belirlemeli, taslağını ve planını çıkarmalı. Romanda geriye dönüşlü sahneler kullanılacaksa, geri dönüşlerin okuru sıkmaması için heyecanın ve gerilimin nabzını iyi tutulması gerekir. Metnin akıcılığı hareketli sahnelerle desteklenmeli, betimlemeler kararında kullanılmalı, gereksiz betimleme fazla makyaj yapmış bir hanımın rüküşlüğündeki drama dönüşmemelidir.
Mekân tasvirlerinin işlevselliği de önemli bir unsurdur roman için: Mekân unsuru; sosyo-ekonomik durum, yaşanan çevre, kullanılan dil, giyim kuşam hatta psikolojiye varıncaya dek her konuda okura kahramanın yaşamı hakkında dolaylı bilgiler verir. Gerçi günümüz romanında mekân kavramı; eski önemini kaybetmiştir ama yine de olayın geçtiği ya da durumun gerçekleştiği bir mekândan hâlâ söz etmek zorundadır yazar.
Romanın olmazsa olmazlarından biri de yazarın anlatım dili, meseleye bakış açısıdır. Anlatımın kişisini seçmek yazara kalmış bir durum olsa da bazen metin kendi anlatım tekniğini kendisi belirler; inandırıcılığı önceleyen bir yazar daha çok birinci kişi anlatımını tercih ederken, bütün kahramanların iç dünyasına vakıf olmak isteyen bir başkası da ilahi bakış açısıyla yazabilir. İlahi bakış açısıyla kahramanlara ters parendeler attırmak kolay olsa da, burada da en önemli mesele şu galiba: Bir erkek yazarın, kahramanı kadın olan bir roman yazıyorsa kadın ruhunun inceliklerini, hassasiyetini, kadın davranışlarını, edasını ve kadın davranış biçimlerinden biri olan "meramı tersten yansıtma tekniklerini " çok iyi bilmesi gerekir; zira kadınlar her ne kadar konuşma yeteneği konusunda erkeklerden daha ileri sayılsa da; onlar derdini asıl, hal diliyle anlatır. Onların, bazen sevmediklerini söyledikleri bir nesneyi ya da insanı aslında çok sevdikleri, sadece zevahiri kurtarmak için tersi bir ifadede bulundukları bilinir. Hoş, bu mevzularda yazar kısmı ne kadar mahir olursa olsun hiçbir zaman o psikolojileri bir kadın duyarlığıyla anlatamaz. Bunu gündelik hayatımızda kadınlarla gittiğimiz alışveriş merkezlerinde onların ve bizim beğenilerimiz arasında nasıl dağlar kadar fark olduğunu görerek de saptayabiliriz. Söz konusu alınacak nesnenin illa da kadına hitap eden bir araç gereç olması da gerekmez ayrıca; eve bir kitaplık almayı deneyin, erkek bakış açısı işlevsellikten yanayken, kadınlar ne yapar eder sanat açısından emek verilmiş o kitaplığı bulur. Dolayısıyla bu durum, yazar için metin içi tuzaklardan biri ya da en büyüğüdür. Doğru anlattığınızı sandığınız bir durum, kadınlar için çok farklı bir anlamaa gelebilir. Romanda kahraman ve karakter yaratmanın önemini kavramaya ve kahraman-okur dengesine de çok dikkat edilmeli: Kahramanlar okurun gözünde her şeyden haberdar olmamalı örneğin, kahramanın iç dünyasını yazarın bir belgesel gibi ortaya koyması imge düzenini bozabilir çünkü. Yakın zamana kadar yayımlanmış birçok romanda yazar; Klasik roman tekniğiyle ve birinci kişi anlatımıyla yazmakta olduğu bir eserde, kahramanın iç dünyasını yansıtabilmek için mecburen ya ona günlük tutturur ya da sevgiliye veya bir dosta süreğen mektuplar yazdırırdı. Bu iki edimin de günümüz romanında işlevini kaybettiğini söylemeye bile gerek yok. Sonraki yıllarda kimi eserlerde bu zorluğu kolaylamak adına kahramanı konuşturabilmek için yardımcı karakterler yaratıldı; bu karakterler, kahramanın yakın bir arkadaşı olabileceği gibi bizatihi onun partneri kişi de olabiliyordu. Yazar böylece, doktorun gereğinden fazla ilaç verip hastasını öldürdüğü acemilik misali, okurun zihnini bulandırmaktan kendini korumuş oldu ve onun olayları, durumları naklen öğrenmesini sağladı.
Günümüz romanında egemen olan post-modernist yaklaşımlarda ise; zaman-mekân hatta karakter yaratma gibi romanın asli unsurlarına çok da dikkat edilmiyor artık ama yazarın bilinçli yönlendirmeleriyle okur da romanın asli unsurlarının yokluğunu hissetmiyor. Metinler arası geçişlerde ya da alt metin kurgularında da aynı yöntem geçerlidir Post-Modernist romanda; gerek uzmanlık gerektiren bilgi aktarımında gerekse alt metinle yaratılmak istenen “metin içi kaos”ta, mekânın ve zamanın bir önemi yoktur. Kahramanlar da, bırakınız tip olmayı, henüz karakter özelliği bile göstermeyen flu özneler olduğu için okurun sürekli takip ettiği izlekler olmaktan çıkar.Bu durum kitabın okunmasını zorlaştırsa da metne şiirsel bir hava katar, kitabın başından ya da sonundan bir bölüm çıkarılsa kurgu değişmez, ki zaten kurgu gibi bir kaygısı da yoktur yazarın.
Öyleyse bu anlayışa göre bir roman yazacak olan yazarın öncelikle çok ama çok donanımlı olması gerekir ve metinde geçebilecek bütün nesneler, kavramlar ve olgular hakkında doyurucu bilgiye sahip olmalıdır yazar. Ülkemizde yayımlanan bu tür romanların başarılı örneklerinden biri olan Kara Kitap’taki “Boğazın Suları Çekildiği Zaman” adlı bölümde Orhan Pamuk; denize düşen ve dibe çöken nesneleri sayıp dökerken salt o nesnelerin adlarını zikretmekle kalmaz, onların ne işe yaradıklarını, hangi firmanın ürünleri olduğunu, batan gemilerin neler taşıdığını, bu kazaların ya da savaş zaiyatı olarak batmışsa tarihi gerçekliğini uzun uzun anlatır. Biz de metinden yazarın meseleye ne kadar vakıf olduğunu anlarız böylece.
Roman yazma sürecinde bir yazar her zaman planladığı gibi bir metin ortaya koyamaz; zira kalemin de canı vardır ve kalem bazen bizi hiç istemediğimiz, beklemediğimiz, tasarlamadığımız mecralara sürükleyebilir.Kısacası roman, yazılırken yaratılan bir şeydir; hiç hesaplamadığımız bir olay, durum ya da olgu, hatta yargı ansızın gelip metnin başköşesine kurulabilir. Yazar da bulduğu bu patikadan bir yeşil vadi bulma umuduyla hiç hesaplamadığı kavramların peşine takılabilir.
Mehmet Binboğa
]
YORUMLAR
Aslında roman yazmak, yazarın atölyeye girip yıllarca çalışması gibidir.İğneyle kuyu kazar gibi bazen bir sayfayı yazmak için günlerce araştırma yapmak gerekir. Bilhassa tarihi romanlarda bu önemli bir olgudur. Her yazdığın sayfaları da geriye dönüp dönüp gözden geçirip ekleme ve çıkarmalar yapmaktır ve işin en mühim olanı ise, çok kitap okunmasıdır. Bazı yazarların bir romanı 4 sene sonra piyasaya çıkardığını ve satış rekorları kırdığını hatırlıyorum.Yazar, roman atölyesine girip kendini kaybetmeli, romanın kahramanının hayatını sabırla yaşamalı ve yıllarca bu hayatla hem hal olmalıdır. Selam ve saygılar.
her şeyden önce Çehov"un "...o silah diğer sahnelerde muhakkal patlamalı" deyişini öykü için kullandığı sanırdım. bu yanlış bilgiyi düzeltmiş olabileceğinizden dolayı çok teşekkür. okuduğum kaynak ,"fazlalıklardan arındırılmış olmalı öyküler" teorisine sağlam bir temele oturtmak istediğinden bu cümleyi kullanmış, sanırım.
ben yinede romanın uzunluğu nedenii le bazı fazlalıkları kaldırabileceğini düşünürüm. bu kısım önemli değil. zira olayı objektif bakmıyorum. kusursuz olmayan bir yazarın kusurlarını cümleler içinde göstermesini makul olarak kabul ederim ve hoşuma gider.
ama şu konu hakkında hemfikiriz. klasikleri ve günümüz romanını okumadan roman yazmaya kalkmayın arkadaş. oturun okuyun
emirhan.efe1985 tarafından 5/14/2018 11:05:44 PM zamanında düzenlenmiştir.
emirhan.efe1985 tarafından 5/14/2018 11:08:30 PM zamanında düzenlenmiştir.