- 1442 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
GURBETİN KAPISI, MUHANETTEN YAKINDIR..
GURBETİN KAPISI, MUHANETTEN YAKINDIR..
Yaşanılan yılların acımasızlığını ve yeni nesillerin bunca varsıllığı; har vurup harman savurumasına, insani çöküşlere kaygısız kalışını gördükçe, ne kadar çok özlem duyuyorum çocukluğuma .
Yoksullukların, maddi ve manevi kaç çeşidinin dibe vuruşlarını yaşamış biri olarak,
Bazen, bir bedeli olsa seve seve öderdim çocukluğuma geri dönüşe.
-----------------------------------------------------------------------
İstesekte, bazı hatıralar uçup gitmiyor belleğimizden.
Babamızın uzman çavuşluk görevi için üç beş yıl şehir hayatı yaşasamda sonuçta, yazın annem; köydeki dedemlere orak harman yardımı için bizleride alır yazları üç ay giderdik.
Çocukluğumun ilk okul döneminide köyde geçirdim.Daha sonrası almanya ve evlilik zaten.
( Burada1962 den 1970 e kadar olan yıllardan bahsediyorum, ayağında ıskarpin ayakkabıları, etekleri dantelli beyaz yakalı misafirliğe ve düğünlere giderken dışarılık giydiğimiz kadife elbiseler, annemizin bizlere; kendi singer makinasıyla diktiği rengarenk günlük pazen elbiselerle büyümüştük.
Hatta o zamanlar evimizde; Atatürk koltukları denen salon koltukları, çiçekli kütahya porselen yemek takımlarıyla yemek yerdik; çok iyi bir çocukluğumuz oldu en az altı yaşıma kadar.)
Gerçekten çok fakirlemiştik, babamız; sebebi ne olduğunu hala bilmediğim askeri görevinden istifa edip, evimizde ve elimizde ne var ne yok satıp; bir kaç yün yatak ve annemin singer dikiş makinesi bir de, istifa ederken ne verdilerse artık, az bir kıdem tazminatıyla ve dahası; ne yazık ki bugün bile hala tasvip etmediğim, fakat ben iki yaşındayken, görev yaptığı bu kasabadan annemin üzerine aldığı ikinci eşi ve ondan olan bir kız kardeşimizle; Ablam ben ve erkek kardeşim annemizle birlikte köyümüzde dedemlere yardım için bulunduğumuz bir harman zamanı; onların gelişi biz çocuktuk çok şeyi anlayamıyordum ama, annem için hem acı bir sürpriz, hem yıkım olmuştu.
Dedemin, toprak damlı, iki odalı evinden başka yeri olmadığı için, dedemlerin kapı komşusu ve akrabasıda olan, köyümüzün ve komşu köylerin düğünlerinde davul çaldığı ve çok uzun boylu oldukları için soyadları “Uzunkavak” tan gelen lakabı ise kavak Nesimi olarak tanınan, Nesimi amcanın yıllardır boş olan ahırını temizleyip oraya yerleştik.
O zaman yeni yeni duyulan ve birileri tarafından babamıza da iş imkanı olarak fikir sunulan kuluçka makinesi alıp tavuk üretmesi söylenmiş.
Babamız, zaten az miktarda olan kidem tazminatıyla; elektirik olmayan köyümüzde bir kuluçka makinesi aldı ve civciv çıkacak diye günlerce beklendi ne yazık ki sonu ailemiz için hüsran ve dibe vuruş oldu.
Çocuklukya iste, bizim için değişen fazla bir şey yoktu sanki,( aslında çok şey vardı, fakat tüm bu süreci anlayacak yaşta değildik,) olan bitenin ne olduğunu kavrayamıyorduk.
Rahat işini kaybeden babamız zor işlerde çalışmayı istemiyordu, sonuçta o zaman; dört çocuk ve iki tane eş var, ailenin yaşamını idame ettirmesi için para lazım. ( şimdi iki anneden en küçüğü 38 yaşında onbir kardeşiz.:)...))))
Dedemin; erkek kardeşimin sünnetinde hediye olarak verdiği tek ineğimizin sütü, ve dedemle amcalarımın birlikte ekip biçtiği bir kaç tarladan, bizim de emeklerimiz karşılığı düşecek on, yirmi teneke buğday veya arpadan elde edeceğimiz ekmekten başka gelirimiz kalmamıştı.
“Bizim köylerimiz dağlık alanlarda, beş on dönümlü ufak tarlalardan ibarettir, yani öyle geniş arazılari olan köyler olmadığından nüfusun artışıyla büyük şehirlere çok göç vermiştir”.
Ve günbe gün yoksulluğun sesini kavgalarla duyar algılar olmuştuk çocuklar olarak hepimizin belleğine kazınmaya başlamıştı ama bir yandanda; annem ve diğer eşin aramıza yeni kardeş getirmelerine ne baba, ne de biz pek aldırış etmiyorduk, “yoksullukta neymiş ki, her çocuk nasıbıyla gelirmiş,” (hadi oradan, kim uydurduysa bu sözü, emeksiz kimsenin nasıbı ayağına gelmiyor. )
Elektiği ve ışıl ışıl lambaları olan bir şehirden, gaz lambasının yandığı ahıra yerleşen ailemi; sadece, annemin, inek petnilerini (yemliklerini) buğday kepeği doldurulmuş yastıklarla ve yün minderle kanepeye dönüştürmesi, ocak başını saman ve kamış yastıklarla şömine havasına çevirmesi, çocukların yer sofrasında büyükçe bir kalaylı bakır kaptan, hep birlikte kaşıkladıkları yeşil mercimekli ve çökelek serpiştirilmiş helle çorbasının tadıyla büyük zevk şölenine çevrilmesi renk katıyordu...
Çalışmayı çok sevmeyen kocasının bu kadar duyarsızlığı karşısında, annemde isyanlar başlamıştı ve çalışmak için almanya ya yazdırmasını istedi.
Sene 1970 di Türkiye’den, çalışmak için işçiler isteyeli çok olmuştu almanyanın ve köyümüzdende çok giden olmuştu ama hepsi erkekti babam önce karşı çıktı sonra ise ne ala dedi geçim sıkıntısı üstümden gidecek tabanları yere değmeyecek şekilde kısa sürede vilatemizin iş ve işçi bulma kurumuna yazdırdı ve kısa sürede cevap geldi bir ay içinde sağlık kontrolleri yapılıp Almanya ya gidecekti.
Bu süre içinde annem; sık sık bizlere sarılıyor öpüyor bir türlü gözyaşı kurumuyordu. Ablam on, ben sekiz yaşında büyük çocuklardık,
diğer erkek kardeşim altı, en ufak kız kardeşim üç yaşındaydı; onları bize emanet ediyordu. (yani çocuğa , çocuk emanet ediyordu.)
Bir taraftanda köydeki insanların söylemleriyle baş etmeye çalışıyordu.
Köy yerinde duyulmamış bir şeydi; “hiç kadın çalışırmıymış yaban ellerde.” Amcalarım, dedem , hatta açmısınız, tokmusunuz diye, bir hal hatır sormayan hısım akraba, ve arpa ekmeği yiyoruz diye; ödünç buydağ ekmeyi vermeyen komşularımız bile kınayarak laf söylemeye, adeta yarıştılar.
Çocuklarıyla aç biaç kalmış, varlıklı bir yaşamdan, yokluğun dibine vurmuş olan annemin;
kimseyi takacak hali kalmamıştı, ve tüm o insanlara o gün söylediği o sözü, şimdi, ata sözüdür yöremizde.
GURBETİN KAPISI; MUHANETTEN YAKINDIR.... ŞERİFE HİSAR....... Nur içinde uyu annecim..seni çok özledim.
ALİYE UYANIK/ BOZOK KIZI
12.05. 2018 / GEBZE