- 835 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Thanos'un gör dediği...
Düzenli takip edenler hatırlayacaktır: "Hayy ve Kayyum neden kardeştir?" sorusu eşliğinde bir yolculuğa çıkmış ve birkaç yazı boyunca kudsî metinlerde ’Hayy’ ve ’Kayyum’ ism-i şeriflerinin ’neden beraber anıldıklarını’ anlamaya çalışmıştık. O yazılarda söylemeyi denemiştim ki: ’Kayyum’ isminin en belirgin okunuşu hayat aynasındadır. Hayatın, aynı anda ve her anda, korunması gereken binlerce dengeye sahip oluşu, ’varlık-yaratış’ veya ’varlık-küllî irade’ ilişkisini daha net bir şekilde ortaya koyar.
Bir kayanın varlığı kaç şeye muhtaçtır? Peki bir ağacın varlığı kaç şeye muhtaçtır? Peki bir hayvanın varlığı kaç şeye muhtaçtır? Peki bir insanın varlığı kaç şeye muhtaçtır? İhtiyaçları üzerinden düşünerek konuşalım: Bunlardan hangisi diğerinden daha fakirdir?
İhtiyaçları üzerinden baktığımızda insan hayvandan, hayvan ağaçtan, ağaç kayadan daha fakirdir. Daha yaralıdır. Çünkü daha çok şeye muhtaçtır. Kendinde tevehhüm ettiği kuvvetse sınırlıdır. Pek az şeyi elde etmeye yeter. Elde ettiğininse pek azını elinde tutabilir. Sevdiği herşey gün gelir bırakır gider. Taşın hayalleri yoktur. Bu yüzden onlara ulaşmak için yerinden kımıldaması da gerekmez. Fakat insan yerinden kımıldayabildiği halde hayallerinin tamamına ulaşamaz. Hatta pek azına ulaşır. Bu yüzden insanın Allah’a olan ihtiyacı da diğer varlıklardan fazladır. Kur’an’ın ifadesiyle ’dağların yüklenmekten çekindiği emaneti’ omuzlarına o yüklenmiştir. Hem de seve seve. Fıtratından gelen bir arzuyla yapmıştır bunu.
Bu fakirliğin nisbeti aslında aynalığımızın nisbeti. Daha ’çok bilecek’ daha ’muhtaç’ yaratılıyor. Çünkü insan muhtaçlığı miktarınca öğrenebiliyor. İhtiyaç, bir anlamda dua yatağı, diğer bir anlamda da ’etkiye açık olma’ hali. İhtiyaç duymayanın etkiye açıklığı da azalır. "Platonik aşk zordur. Herşeyi üzerine alınırsın!" diyenlerin yaslandığı hakikat de budur. Birşeye aşk derecesinde ihtiyaç duymak ’onun eyleyebildiği etkilere açık olmak’ anlamına gelir. Zaten kalp dediğin de içeriden kırılır. Girmesine izin vermediklerimiz kalbimize birşey yapamaz. Yaralarımızın üzerinde ihtiyaçlarımızın resmi vardır.
Hayy ve Kayyum bahsine geri dönelim. Hayattar olmak bize ne kazandırıyor? Canlı olmanın getirisi ne? Canlı olmanın, bencileyin söylersem, ilk getirisi: Değişkenliğimizin artması. Değişkenliğimizin artması ise aynanın sürekli yeni pozisyonlar alması demek.
Asla kuşatamayacağı bir manzaranın karşısına konulmuş sabit bir ayna düşünelim. Yahut da bir fotoğraf makinesi diyelim. (Ne de olsa ikisi de aynı yansıma kanunlarıyla çalışır.) Fotoğraf makinesinin sabitliği manzaradan daha az şey görülmesine neden olur. Fakat makine hareket ettikçe, yakınlaşıp-uzaklaştıkça, renk ayarını, yönünü, açısını değiştirdikçe manzaradan daha çok şeyi haznesine sığmaya başlar. Hatta olur ki, bugün rahatlıkla ulaşıyoruz, bir manzaranın 360 derecelik fotoğrafları bu ’parçalı manzaraların’ birleştirilmesinden elde edilebilir. Ayna sınırlı iken kuşattığı bütün olur. Veya bütüne yaklaşır. Veya bütünden bir derece haber verir.
İşte insan da böyle bir aynadır. Yani ’çok renkli bir fotoğraf makinesi’dir. Yaşamı boyunca, Kur’an’ın ifadesiyle ’bütün güzel isimlerin sahibi’ olan Allah’ın birçok isminin yansımalarını okur, görür, hisseder, tadar, yaşar, anlatır. Aç kaldığında ’Rezzak’ ismini tanır. Şefkat ettiğinde veya şefkate muhtaç olduğunda ’Rahman’ ismini anlar. Varlıktaki hikmeti ’akıl açlığıyla’ okuduğunda ’Hakîm’ isminin tecellilerini hisseder. Bütün bu yansımalar herbir açlığını doyurur. Herbir açlığı sayesinde bir marifet kesbeder. Bir bilgi edinir. Bu da insanın fotoğrafçılığıdır. Yani ’andan ana değişen’ yapısı nedeniyle aslında ’andan ana çoğalan’ yansımaların fotoğrafçısı kılınmıştır. En azından böyle bir bilişin kapısı ona açıktır.
Fakat bu şiddetli değişimin bir yükü daha var. Şiddetli bir değişim varlığın ’küllî irade’ ile ilişkisini daha berrak bir hale getiriyor. Daha doğrusu: Allah’ın varoluştaki ’olmazsa olmazlığına’ veya ’anları kuşatan müdahalesine’ şahit olmak böylesi aynalarda daha da kolaylaşıyor. Şöyle bir örnekle yaklaştırmaya çalışalım: Bir ’havaifişeğin varlığı’ ile bir ’projeksiyondan yansıyan ışığın varlığını’ aynı şekilde açıklamak güçtür. Havaifişek güya varlığını bağımsızlaştırmıştır. Müstakilleştirmiştir. Bir kere yandıktan sonra göğe yükselirken yardıma ihtiyaç duymaz. Yani, tabir-i caizse, (güya) ’halkedilir’ ama ’devam ettirilmez.’ Halık ismine muhtaçtır fakat (güya) Kayyum ismine muhtaç değildir. Varlığının yanmadan sonraki kısmını kendisi halleder. Bizzat ayakta durur. Kendi başına uçar.
Fakat projeksiyondan çıkan ışık (veya lazer gösterisi diyelim) havaifişek cinsinden değildir. Böylesi ışıkların gökteki varlığı kaynaklarından devamlı destek almalarına bağlıdır. Kaynakları olan cihaz kapatıldığı anda havadaki varlıkları sona erer. Müstakil bir varlıkları yoktur. Bağımsızlıkları yoktur. Arızî şeylerdir. Varlıkları bir Kayyum’un onları devam ettirmesine bağlıdır. İşte, kainatın varlığı da böyledir, fakat insanoğlu hayat düğümüne varıncaya kadar âlemi havaifişek gibi tasavvur eder. Hatta bu tasavvurundan küfür çıkarır.
Deizmin ’tanrı inancı’ ile müslümanın ’tevhid akidesi’ arasındaki en önemli nüans da budur. Biz Allah’a sadece ’Halık’ olarak değil ’Kayyum’ olarak da iman ederiz. Bu nedenle her an onunla ilişki içinde olmamızı iktiza ettiren kulluk yükümlülüğünü kabul ederiz. Gerekli görürüz. Zira her an yaratmaya devam eden belli ki her an ilgilenmeye de devam etmektedir. Her an ilgilenmeye devam eden de herhalde (’ilgi-beklenti’ arasında kurduğumuz doğru orantıdan hareketle) bu ilgisinin karşılığında birşey beklemektedir. Daha doğru bir tabirle birşey murad etmektedir. İşte bu muradı bize vahiy söyler.
Deistler, yaratıcının kulluk beklentisi içinde olmadığı, varlığa ilgisizliği üzerinden açıklamaya/anlamaya çalışırlar. Onlara göre kainat zamanın başlangıcında ’big bang’ denilen büyük bir havaifişek patlamasıyla ortaya çıkmış ve ondan sonra bağımsız olarak yoluna devam etmiştir. Kainatın bir saat gibi zamanın en başında kurulup kendi haline bırakıldığı Aristo’dan beri söylenegelen birşeydir. Fakat hayatın aynalığı, bu aynalığın değişkenliği ve devam etmesi için muhtaç olduğu hassas dengeler, hassas müdahaleler, hassas muhafaza, havaifişekliği öldürür. Hayat bir havaifişek değildir. Bu çok açıktır. O kendisiyle her an ilgilenilen bir projeksiyon ışığıdır.
Infinity War/Sonsuzluk Savaşı filminde, Thanos’un Gamora’yla, ’soykırımların anlamını’ tartıştığı bir bölüm var. Diyor ki Thanos orada: "Hayat başıboş bırakılırsa yokolur." Ben de bu cümleye katılıyorum. Fakat Thanos’un anladığından daha aşkın anlıyorum. Evet, hayat başıboş bırakılırsa yokolur, çünkü varlığının hassas dengelerini devam ettirecek bir Kayyum’a (her an devam ettiriciye) muhtaçtır. Bu yüzden Hayy ism-i şerifi anıldığı anda yanında Kayyum ism-i şerifi belirir. Hayatın mahiyeti bir Kayyum ayineliğidir. Hatta Kur’an-ı Hakîm dahi, sanki Thanos’un o sözü kendisinden ilham alınmış gibi buyurur: "İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?"
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.