DEDE BAK SENİ GEÇTİM
DEDE BAK, SENİ GEÇTİM.
Yazlıkta özendiğim etkinlik; balık tutmadır.
Yazı, koyda geçirenlerin bazılarının sandalı var. Deniz ve kumsalda, oynarken; elinde olta ve kova ile gidenler kendilerini gösterir. Akşam karanlığı çökerken de aynı kişiler ikişerli üçerli bazen de dörtlü beşli dönerler.
Bizim sitede dört sandal var. Balık tutmaya çoğunlukla iki, üç kişi bir sandalla gider. Ara sıra dedemi de götürürler. Dedemin olmaz, gelememeni duymadım. Olanağı olsa her gün gidecek.
Geçen yıl bir kez beni de götürdü dedem. Denizde olmak, olta ile balık tutmak, hele de kayıkta sallanmak. Oltanın sarsıldığını duyumsamak... Her biri ayrı ayrı birer coşku...
Bu yıl nedense; deniz ve kumsalda olmaktan çok, balığa gidenleri gelenleri gözler oluyorum. Balığa gidenleri gördükçe içim kıpır kıpır oluyor. "Ah!.. Dedem beni yine götürse..." diye. "Arkadaşlarıma hava atmak!.. Ne iyi olur."
Bir gün balık yerken;
-Dede!... Tutuğum balıklardan yemeyi öyle istiyorum ki anlatamam, dedim.
Hiç gülmeği bilmeyen dedemin yüzü gevşedi. Gözlerinden sevecen ışınlar ışıldadı gözlerime... Dudaklarından da;
-Ben de senin tutuğun balıklardan yiyince çok sevineceğimi bilesin, dedi.
Şaşırttı beni. Dedemden; "balık avlamamı isteyeceğini aklımın ucundan geçirmezdim."
Devam ederek;
-Yıldan yıla değişiyorsun. Yaşama bakışın, davranışların. Değişeceksin de... Aklını kullanmanda da güven veriyorsun. Söylenenleri kendi değerlerince değerlendirerek sergiliyorsun. Seninle ilgili korkularım azalıyor yıl yıl...
Bana "huysuz gelen dedem hakkında" yanıldığımı görür gibi oldum. Gözlerinin içine baktım. Akan sıcaklık ısıttı beni... "Dedemi huysuz diye görmemden utandım."
Biliyorum dedem konuşmaz konuşmaz başladı da mı susmaz. Gözlerinin içine bakarak dinlemeye hazır olduğumu duyumsattım.
Dedem;
-Biliyorsun ki bende çağrıldığımda gidiyorum. Naci Amca ile gidiyoruz çoğunlukla. Kendi torununu götürmezken seni götürmesini istemem pek benlik değil. Ama Salih Amca yakında gelir. Ondan rica edebilirim. Yalınız!... Sık boğaz etmemeni de ayrıca istiyorum. Anlaştık mı?
"Anlaşmadık diyebilir miyim?" Sessizce;
-Anlaştık, dedim.
Hafta sonları iki üç günlüğüne gelir Salih Amca...Gelmesini dört gözle bekler oldum.
Bir cuma günüydü. Dedem kahveden geldi. Yemek masasında yerimi almışım. Hava serin. Deniz dalgalı. Böyle havada balığa giden olmaz.
Dedem; yeni taradığım saçlarımı bozar gibi yaparak,
-Hazırlan!... Yarın hava izin verirse balık avcısısın, dedi.
Salih Amca ile konuşmuş. O da kabul etmiş. Oturduğum yerden bir kalktım. Bir "yaşaaaaaa..." çektim ki duyanlar değil, kendim bile şaşırdım coşkumun şiddetine.
Coşkunun ardından "ya yarın da hava böyle olursa" takıldı aklıma. Bu düşünceyi anında sildim....Balığa gidiş planları aldı yerini. Dedeme dönüp;
-Mavi olta benim olacak, dedim sert ses tonumla.
Bana vermeyeceğini düşünerek.
-Tamam!... Zaten iş yapan bir oltamız var, diğerleri onarıma muhtaçtırlar, dedi.
Dedemin söylediği içime kurt düşürdü. Yüzüm asıldı. Coşkum uçtu gitti. "Ya!... O tutup, bana vermezse" diye.
Dedem okudu beni.
-Sen tutarsın... Ben iğneleri boşaltırım. Böylece imece yöntemi çalışırız. Olmaz mı?
Söylemiyle cana geldim. Yüzüm gevşedi. Dedeme bir sarılıp, yanağından öğle bir öptüm ki...
Dedem;
-Yarın ki havayı görmeden, mutlaka gidiyoruz diye coşma!... Uygun ortamda Salih Bey kendisi çağırır, diyerek az olasılık olsa da gidemeyebileceğimizi sezdirdi.
Dedem böyledir. Dereyi görmeden paçayı sıvamaz. Yarını beklemekten başka umarım yok. Arkadaşlarımla oyunlar oynayarak, çizgi filim izleyerek gün tükenmez. Anneannemin, haberler öncesi bazen televizyonu "hava durumuna bakayım" diye elimden aldığını anımsadım. Anneannemden hava durumuna bakmasını istedim. O da;
- Bakarım...Haberlere daha çok var, dedi.
Bisiklete binip koyu dolaşmaya çıktım. Tur atarken arkadaşlarıma söz etsem mi etmesem mi? Sorusu kafamda döndü durdu. Kesinlik kazanmadan söz etmemeğe karar verdim. Ya gidemezsem. Ağızlarına sakız olmayayım. Babaannemden nasıl bir hava haberi alacağım öğrenme isteği ile bisikletle tur atmayı sürdürdüm. Akşam ezanı okunuyordu ki eve yöneldim.
Daha kapıdan girer girmez, anneannemi görmeden "hava yarın açık olacak mı anneanne" diye mutfağa doğru seslendim. O saatte nasıl olsa mutfaktadır, diye...
Evimiz iki kattır. Alt kat oturma salonu ve mutfak işlevlidir. Aralarında duvar yoktur. Dıştan balkonu geçip, kapıyı açınca oturma alanı, ilerisi de mutfaktır. Oturmalar çoğunlukla balkonda olur. Gece, gündüz. Yazlık denilen bu değil mi? Uzun günün çoğu denizde, açık havada geçmezse ne anlamı olacak. Ablam, ağabeyim geç yatıp gündüz uyurlar. Dedem onlara "güzelim günleri uykuda geçiriyorsunuz, yazık ediyorsunuz" diyerek, yarı şaka çoğu gerçek uyarır. Ben de onlar değin olmasa da her akşam süreyi uzatıp, geç yatmak için elimden geleni ardına koymuyorum.Saati 24.00 ve 01.00 e uzattığım oluyor.
Anneannemden yanıt alamadım. Sesim havayı dövmüş. Mutfakta kimse yok!..Bu saatte mutfakta değilse çevredeki bostanlardan sebze toplamakta olabilir. Elimi yüzümü yıkamak için lavaboya girdim. Lavaboda ellerim su altındayken kapıdaki sinekliğin boncuklarının sesi kulağıma aktı. "Hah! Anneannem geldi," diye düşündüm. Yan dönüp, baktım. Anneannemin olmadığını gördüm. Birden donakaldım.
Balkona çıktım. Kafamı bir sağa bir sola çevirip durdum. Site iki giriş kapılıdır. Hangisinden geleceğini bilsem o kapı ağzında beklerim. Balkonda kalmayı seçtim. Bekleme sabrım tükendikçe, yerimde duramadıkça "iyi ki dedem yok. Yoksa bana ne sarkaç gibi sallanıp duruyorsun " derdi.
Sağa sola bakarken otomobil girişi de olan sağ kapıdan elinde filelerle bahçeye girdi. Ona koştum. Bir an önce merakımı gidermek istiyordum. Anneannem ise kendisine yardıma koştuğumu sandı. "Kedi can derdinde kasap yağ..." Anneannemin elindeki filelerin en oylumlusuna elimi uzatırken;
- Yarın için hava durumunu izledin mi?
- İzledim. Parçalı bulutlu olacağını söyledi.
- Hava iyi mi? Kötü mü?
-Ne iyi, ne de kötü. Gidebilirsiniz de gidemezsiniz de? Nereden bileyim. Yarın balığa gidiş anında denizin dalgalı oluşu ya da sakinliğine bağlı olacağını biliyorum. Bir de uygun bir günde gideceğin... Sen de bunu bil!... Rahat ol!.. Kafanda dolaşanların tutsağı olma. Bilgi sayarda balık tutma hakkında bilgi edin... Filim bul beraber izleyelim. Gel bana yardım et. Sofrayı kuralım. Yemek yeme saati geliyor.
Anlaşılan bekleyeceğim. Zamanın akışını öğle böyle sağlayacağım. "Anneannem de nasıl balık tutacağımı araştırmamı aklıma düşürüyor. Bilmiyorum da!... Her halde unuttu geçen yıl gittiğimi..."
Ara sıra yaptığım gibi masayı sildim. Anneannemin verdiği servis tabaklarını masaya dizdim. Dedem de geldi. Servisleri masada görünce; "eline sağlık kurt gibi acıkmışım" dedi içeri gitti. Anneannem çorba ve yemekleri getirdi servislere dağıttı. Dedem ellerini kurulayarak çoğunlukla oturduğu sandalyesine geçti. Gerçekten de acıkmış mı ne oturur oturmaz çorbaya saldırdı. Başladı hüüp hüüüp diye höpürdeterek kaşıklamaya.
Anneannem ;
-Nasıl çorba içmek!... İlke’nin şaşkın şaşkın bakışına bak!.. Biz yapınca küplere binersin, diye kızdı.
Dedemi kendine getirdi. Anneannemin dediği gibi bize kızan dedem; çorba içerken ses çıkarıyor. Bunda bir şey var. Çok aç olduğunu söylemişti. Yine de böyle yapmazdı. Dedem;
-Amma yaptın ha!... Çorbanın tadını kaçırdın. Öğle nefis çorbayı buram buram tereyağı kokusuyla sofraya koymuşsun. Ben de tadını çıkarayım siz yokken!... Az sonra oturaydınız... Ne vardı yani? Dedi. Sıyrıldı. Çıktı işin içinden.
Dedeme döndüm;
-Ben oturuyordum burada. Beni görmedin mi?. Ya da dalgınsın... Ya da bir şey var...
- Evet var... Bir şey var. Yarın seni balığa götürürsem oltayı ayarlama işi kafamda dönüp duruyor. Bir de çorbanın nefis kokusu kendimden geçirdi. Özür dilerim sizden, dedi.
Anneanneme yardım ederken kafamdakileri unutmuşum. Dedemin söylemi unuttuklarımı geri çağırttı. Yeniden yarın ki balık tutkuma kapıldım.
Dedem bana döndü;
-Oltanı yemekten sonra ayarlayalım. Bu günün işini yarına bırakmayalım. Bakarsın yarın bizi sıkıntıya sokacak bir durum olur. Sıkışırız, dedi.
-Olta kamışı orada, üzerinde iğneleri takılı. Daha neyi ayarlayacaksın ki dede?...
-Sana göre ayarlamalıyız. Oltadaki çapari onludur. Dolandıramazsın. Beşli çapari takarsak rahatça atar, çekersin. Geçen yıl gittiğimizde ilk atışlarda oltayı tekneye alışlarda zorlanmıştın. Unuttun mu? Oltandaki iğneler azalınca kolayca atıp çektiğin gibi yanındakilere de engel olmazsın, dedi.
Dedeme nasıl karşı çıkardım. Beni balığa götürmek için tüm hazırlıkları yapıyor. Çay içmeden oltayı aldı. Çantasından yeni çapariyi çıkardı. Özenle bir uç buldu. Elindeki misina ucunu bana göstere göstere kurşunun başındaki delikten geçirdi. Uçtaki ilmeyi açtırdı. Kurşunu içinden geçirdi. Boşluğu sıkıştırdı. Kurşunu yere doğru bıraktı. Kurşun düşmedi. Kurşunu bana verdi. Üzerinde olta iğneleri dizili incecik misinayı çözdükçe ben uzaklaştım. Durdurdu. Sallanan iğneleri saydırdı. Beş olduğunu söyleyince;
-Bu kadar yeterli. Çok iğneyi karıştırmaktan ve yanımızdakileri rahatsız etmektense çabuk çabuk inip çıkmak daha verimli olur, dedi.
Makasla kestiği misinayı düğümledi. Yaptığı ilmeği kamışının ucunda "fır fır" dediği kancaya taktı. İğneleri olta boyunca gerdi. Kurşunu makinenin sapına sardı. Olta çubuğunu özenle yerine dayadı. Dayarken;
-Evet... Geriye genç balıkçının azığı kaldı. Onu da anneanne hazırlar. Bakalım neler koyacak çıkısına.
Söylemini kendi kendine mi, bana mı, içeride televizyonda dizisini izleyen anneanneme mi duyurdu anlamaya çalışırken içeri yöneldi. Az önceki ses tonundan yüksek sesle;
-Anneanne!... Biz hazırız. Hava izin verirse yarın balığa gidiyoruz. Top sende. Bakalım yolluk neler hazırlayacaksın bizlere...
Anneannem duydu mu duymadı mı anlamak için içeri girdiğimde kanepeye uzanmış sanki dizi izliyor. Hoor!... Hoor!... Uyuyordu. Bunu hep yapar. Anımsattığımızda da; "Bu gün çok yüzdüm. Yorulmuşum" der. Yorgunluk ardına saklanır. Anneannemin uyukladığını dedem de gördü.
-Uykuya yazık etme!.. Kalk yat!.. Zaman ilerledi, diyerek uyardı.
Bana döndü.
-Sende yat!... Bu akıl karışıklığında ancak uyursun, dedi.
Dedem bize yatın derken bizi başından savıyor. "Ortalık sakinleşsin ki kitap, gazete okusun. Bilgisayarda gezinsin."
Dedemi balkonda bıraktık. Yatmak için üst kata çıktık. Yatana dek sorun oluyormuşum. Yoksa başım yastığa değer değmez uyuduğumu söylüyor herkes. Bence hiç öyle değil. Kafamın içi "yarın balığa gidene dek nasıl zaman geçecek" düşünceleri ile kaplı. Bu kafa nasıl dinginleşsin? Nasıl uyusun bu gel - gitler arasında.
Anneannem;
-Haydi yat!.. Başını yastığa koy!... Dedenin dediği gibi, okumak istemiyorsan tavandaki tahtaları say. Bak!.. Hiç anlamazsın nasıl uyuduğunu. Uyudun mu yarın öğlende zor kalkarsın. Kahvaltı... Oyun... Çizgi filim derken balığa gidiş gelmiş...Yatmadan da uyuyamayız değil mi?
Anneannemin;
-Kalk artık öğlen oldu. Biraz sonra deden kahveden gelir. "Haydi gidiyoruz" der. Sen uyuyorsun. Kalkmamışsın. Dedene değil de Salim Amcana ayıp olmaz mı? Seslemine gözlerimi açtım.
-Anneanne!... Kalk hazırlan dediğine bakarsan hava güzeldir.
- Hem de nasıl!.. Güneş pırıl pırıl. Yaprak oynamıyor. Bundan iyisi olamaz. Kahvaltını yap ki yüzmeye gideceğim.
Anneannem bana kahvaltı, dedeme öğlen için sofrayı hazırladı. Hazırlarken;
-Bu güzel güneşi kaçıramam. Herkes gitti. Kahvaltını yap. Kaybolma. Deden aramasın. Kapıyı da açık bırakma. Kediler girmesin, dedi.
Şemsiye, yatak ve çantayı aldı. Gitti!....
Kahvaltıdan kalkmadan dedem geldi.
- Günaydın!... Dede oğlu balığa gitmeye hazır mı?
-Hazırım, dedeciğim.
Nedense sevinçli olduğumda "dede yerine dedeciğim" sözcüğü çıkar dağarcığımdan. Dedem;
- Yarım saat sonra gidiyorsunuz. Salim Amcan hazırlanmanı istedi.
Şaşkın şaşkın dedeme bakıp,
- Gidiyorsun mu?
-Evet... Ben gelemiyorum. Çünkü Salih Amcanın konuğu varmış. Yeğeni... Senin yaşlarında... Sizi gezdirip, eğlendirecek. Artık söz dinlersin. Amcanı yormazsın. Zaten "baktın İlke sözünü dinlemiyor, sıkıntı yaşatıyor hemen kıyıya getireceğinin sözünü aldım."
-Tamam dedeciğim. Bana güven...
-Güvenmesem göndermem. Şimdi kalkınca üst odadaki kanepenin altıdan can yeleğini alıyorsun. Sırtına geçirip onunla gidebilirsin. Elinde fazlalık olmasın. Anneannen yolluğunu hazırladığını söyledi. Elinde kova ve olta, beline de çantamı bağlarsın. Çantada yedek çapari, kurşun, fır fır var. Gerek olursa Salih Amcan onlardan yararlanacak.
Kalktım. Can yeleğini giydim. Yedek araçların olduğu bel çantasını belime dedemin yardımı ile bağladık. Balkonda ayakkabılığın üzerindeki kovayı ve içindeki su, salatalık,çubuk krakerlerin olduğu poşeti el altına hazırladık. Ünlenince gitmeğe hazır oldum.
Oturayım mı? Gezineyim mi? Kararsızlığı içinde televizyonda izlediğim çizgi filime takıldım. Arkadaşlarım Ege, Efe, Eser, Emir, hiç aklıma düşmüyorlar.
Aklımda bunlar uçuşuyordu ki dedem seslendi.
- İlke... Haydi gidiyorsunuz. Televizyonu kapa. Çık!..
Salih Amca, ardında benden iri bir oğlan balkonun önünden geçtiler.
Şapkamı aldım. Terlikleri giydim. balkon kıyısındaki kovayı, öteki elime de oltayı aldım. Yürümeye adım atar atmaz kancanın biri paçama takıldı. Bunu gören dedem;
-Kendini avlamayacaksın. İyisi mi ben geleyim kayığa dek. Sizi yolcu edeyim.
Ses tonuna bakarsan dedem gır gır geçer gibiydi. Yüzünden aynısını okuyamadım. Olta çubuğunu ona verdim. Paçama takılan iğneden beni kurtardı. Yürüdük. Yürürken;
-Bu tür iğne takılmaları olabilir.. Bunun gibi iğne bir yerlerine takılırsa çıkarmada zorlanırsın. Salih Amca yardımcı olur. Ama balık iyi sararsa çantada makas var. Onunla iğneyi takıldığı yerde kalacak şekilde kesebilirsin. Sen bunu becerirsin. Salih Amcanı da oyalamamış olursun. Amacımız ne? Öğrenmek...Eğlenmek. Değil mi?
Dedemi dinliyor muyum? Uçuyor muyum? İşte balık tutmaya gidiyorum.. Hem de dedemsiz. Dedemsiz olmak beni sevindiriyor. Rahat hareket edeceğimi umuyorum. Salih Amca, dedem değin karışmaz. Yol öğle çabuk tükendi ki anlayamadım. Salih Amca ve yeğeni kayığa inmiş beni bekliyorlar. Salih Amca;
-Elindekileri dikkatle bana uzat, dedi. Ardından da merdiven basamaklarını göstererek:
-Acele etmeden, dikkatlice ve yavaşça adımını tekneye atarak geç, dedi.
Salih Amca’nın beklediğinden daha kolaylıkla tekneye geçince öğle bir "aferin" çekti ki sesi kendini ele verdi. Güçlükle bineceğimi bekliyordu herhalde. Dedem oltayı uzattı. Salih Amca motoru çalıştırırken dedem seslendi.
-Salih Bey...Konuştuğumuz gibi. Baktın sıkıntı veriyor, söz dinlemiyor kıyıya getir, bir zahmet. Size engel olmasın. Aşırı coşkuludur. Kendini, davranışını coşkunun etkisi ile unutuyor. Yoksa benden iyi balıkçılık yapacağına güvenim var. Geçen yıl ki denemede geçer not almıştı. Oltaya takılan balıkları boşaltmada belki sıkıntı yaşar. Haydi size kolay gelsin. Rast gele... İlke kendi tuttuğu balıkları yedirecek bize. Şike yok. Tamam mı. Çocukların şanslarına hava güzel. Balıklı gün olur da tadını çıkarırlar.
Motor; pat... pat... ederken dedem bir şey dedi mi ? Bilmiyorum. El sallayışına biz üçümüz el sallayarak yanıt verirken barınaktan uzaklaşmaya başladık.
Dedem el sallaya dursun. Ben kaç gündür beklediğim anı yaşıyorum. Kayıkla denize açıldım. Balık tutacağım. Dalgakıranın burnunu geçtik. Dedem kaldı kıyıda... Görünmüyor.
Salih Amca, Suat’i ortaya beni başa oturttu.. Ani hareket etmememizi. Dikkatli olmamızın altını çize çize tembihledi.
Teknenin başında ileri bakıyorum. Marmara’nın koyu maviliğinde kayıyoruz. Sağımızdaki azgın dalgalara karşı koyarak yorulmuş kayalar bize bakıp sevincimi paylaşıyorlar. Çok yorgun görünüyorlar. Yüzleri kırış kırış. Burunları uzamış, sivrilmiş kazık ucu gibi dik dik kımıldamadan duruyorlar. Azgın dalgaları sakinleştirmişler. Deniz durgun mu durgun. Sakin mi sakin. Beni kendine kabullenmekte istekli sanki...Çağırıyor...Korkutmuyor. Kayık yağda gibi kayıyor. Sarsıntı yok... Yer yer kayalardan uzaklaşıyor, yer yer yaklaşıyoruz.
A!.... Oda ne? Sağa bakıyorum kaya elimi uzatsam dokunacağım. Soluma bakıyorum kaya...Minik bir boğazdan geçiyoruz. Yakıcı güneş altında boğazı geçtik. Yeni bir koya girdik. Arkaya döndüm. Evler yok... Masmavilikler içindeyiz. Yukarı kafamı kaldırıyorum mavi, sağa sola bakıyorum mavi... Tepemizde güneşin korkuttuğu küçük bulutlar kaçışıyorlar.
Ben bu düş içinde dolaşırken motorun susuşuna uyandım. Salih Amca;
-Gençler!... Av alanına geldik. Adanın çevresinde dönüp, duracağız. Dilerim balık tutma coşkusunu yaşarız, dedi ve devam ederek;
-İlke... Deden oltayı nasıl kullanacağını öğretmiştir. Kurşunu çöz. Başla atmaya. Haydi rast gele. Dibe doğru inen misina gevşediğinde kurşun dibe inmiştir. Makarayı bir kaç tur geri sardır, bekle. Balık vurunca olta sarsılır. O zaman da makarayı acele etmeden sararsın. Yalınız oturarak çalışacaksın. Ayağa kalkmak yok, dedi.
O bunları söylerken, oltayı ileri doğru hafif savurur gibi yolladım. Hareketime Salih Amca "Bir daha öyle yapma. Kurşunu koparttırırsın" diye karşı çıktı. Bir taraftan da elindeki oltayı Suat’a uzattı. Makineyi nasıl açacağını, nasıl denize yollayacağını gösterdi ve ona verdi. Hadi sen de başla, rast gele, dedi.
Salih Amcanın anlattıklarını arkam dönük duyuyorum. Gözlerimi dört açtım. Oltanın ucunda... Ha... sarsıldı ha... sarsılacağa odaklandım. İstiyorum ki Salih Amca oltayı salmadan,
"balık tuttum" diyeğim.
Elimde bir titreme duyumsar duyumsamaz oltanın ucunda da sarsıntı... Uç inip çıkıyor. Kendimi tutamadım.
-Salih Amca!... Oltanın ucu sallanıyor. Balık tuttum.... diye bağırdım.
Salih Amca;
-Sakin ol!... Oltayı sarsmadan misinayı sar... dedi.
Çekmeye başlamıştım. Makineyi sardıkça kamışın ucu eğiliyor. Acaba kaç tane geliyor. Suat’tın da gözü oltamda.
Suat, ilk kez balık tutmaya çıkıyor. O da ne olacağını benden çok merak ediyor. Salih Amca oltanın ucunu kayığın içine doğru almamı, oltayı dik tutmamı, kurşunu acele etmeden yakalayıp, makinenin koluna dolayınca kayığa yatırmamı söyledi. Misina sarıldı. İki balık arka arkaya sallanıyor. Salih Amcanın söylediği gibi yaptım. Kayığın başına oltanın ucunu koydum. Yanıma yatırdım. Balılar zıplıyor. Salih Amca;
-Şimdi kovana denizden su koy, dedi.
Kovayı denize daldırdım. Yarıya kadar doldurdum. Ayaklarımın dibine koydum. Balıkları iğneden çıkarmaya sıra geldi. Çırpınırken biri kendini iğneden kurtardı kayığın içine düştü. Diğerini tutmak istedim. Elim gıdıklandı. Ürktüm. Bıraktım. Kurtulanı yakalayayım dedim. Kovaya almak için.. Onu da tutamadım. Salih Amca;
-Balık tutmak istiyorsan, ürkmeği duymayacaksın. İğneyi boşalt. Oltayı gönder aşağıya, yoksa kovalar dolmaz, dedi.
-Bak!... Benim oltama da vurdu. Ha!... Maşallah... Amma da çekiyor ha!... Tam yerine gelmişiz. Hadi Suat... Oltanı sar... Gevşet... Bak sana da gelirler.
Bir taraftan da çekiyor. Ben de kulağım onda. Elim, gözüm teknede zıplayan balığı yakalamada. Bir ürktüm. İki irktim. İki avucuma aldığım gibi kovaya bırakmam bir oldu.
-Zıplayanı kovaya aldımmm...
Başarımı yansıttım. Arkasından da;
-Zor olmadı... Şimdi sıra iğnedekinde.
Salih Amca da balıkları tekneye çıkardı. Beş balık takılmış. Onları ayıklıyor. Bana seslenip, kendini izlememi istedi. Önce bir avucuna sallanan balığı tuttu. Öteki elinin işaret parmağı ile baş parmağı arasına balıklı iğneyi tuttu. Balığı çekti, kovaya attı. Ben de zorlandım ama balığı avucuma aldım. Arkamdan "aferin" sesini duydum. Anlaşılan Salih Amca izliyor. İğneyi tuttum balığı çektim. Balık avucumda. Başarmıştım. Bir "aferin" daha geldi. Meğer, Salih Amca oltayı salmış denize, beni gözlüyor
-Durma!.. Oltayı gönder... Sen bu işi kıvıracaksın, dedi.
Durur muyum. Hemen yavaşça kurşunu kayıktan sarkıttım. Amca’dan "hay maşallah " duydum. Döndüm. Bu kez yedi balık saydım. Sallanıyorlar. Ben de "maşallah" dedim.
Suat’a
-Yavaş yavaş çek. Yolda da takılabilir. Ara ara çık, in dedi.
Oltamda kımıldama duydum. Başladım çekmeye. Bir önceki gibi misina sarıldıkça oltanın ucu eğiliyor iki balık çıkardım. İğneyi boşaltım. Gönderdim. Salih Amca, Suat’ta iğneden balık çıkarttırıyordu. Suat’ta balık tutmayla tanıştı.
Attık. Çektik. Attık boş çektik. Boş çekişler karşısında Salih Amca;
-Çekince atmayın. Balıktan uzaklaştık. Bakın ada nerde kaldı. Bir tur daha yapalım. Oltaları çektik. Motoru çalıştırdı. Adaya doğru kaydık. Durdu. Şimdi atabilirsiniz dedi. Ben başa doğru, Suat ortadan Salih Amca da kuyruk tarafına attı. Daha ben olta dibe indi mi inmedi mi düşünürken, Salih Amca ;
-Evet!... Evet!... Buralarda balık var dedi.
Benim oltamda da kıpırtı sezdim. Biraz çekerken sarsıntıyı iyice duydum. Bende de var. Demeğe hazırlanıyordum ki Suat;
-Amca... Amca... Bakar mısın? Oltamın ucu sarsılıyor. dedi.
Balık üçümüzde de çıkınca, o çevrede kalmamız için çapa atmalıyız dedi Salih Amca. Bizim devam etmemizi istedi. Kendisi çapayı yerinden çıkardı. İpini ayarladı. Kayığın baş kısmına getirdi. O bunları yaparken balık tuttuk. Zar zor iğneden çıkardı atışları yineledik. Çapayı bana gösterip "at dediğimde denize bırakabilir misin "dedi. bırakabileceğimi söyledim. Ardından yerine geçerken;
- Oltalarınızı çekin. Kayığı çapa atacağımız yere götüreyim çapamızı atalım. Balıklı alanda kalıp, balık tutmanın tadını çıkaralım, dedi.
Oltalarımızı çektik. Kayığı ilk durduğumuzdan daha ileri gitti. Bana;
- Oturduğun yerde dikkat ederek çapayı gösterdiğim gibi eline al, hazır ol. Suat’ta çapaya bağlı ipin düğümlenmemesi için ipi tutmasını, söyledi.
Kayığı yavaşlatır yavaşlatmaz. Bana
-Şimdi bırak!.. İp elinde kaysın. Ta ki ipin kayışı duruncaya dek bırakmıyorsunuz.
Der demez denize bıraktım. Denizin derinliklerine çapa inerken Suat ipte ki bükümleri çözdükçe çapa aktı aktı sonuçta akışın hızı durdu. Dümen elinde bizi izleyen Salih Amca motoru durdurdu. Yanıma geldi. İpi daha da denize doğru bıraktı. Kayığın burnundaki kancaya bağladı. Yerine geçerken ipin olduğu doğrultuyu göstererek,
-Bu yöne oltayı atmadan çalışmaya başlaya bilirsiniz. Yoksa ipe takılırsınız. Zaman kaybederiz. Haydin!... Rastgele!.... Kayık biraz kayacak, bizi balıkların tepesinde tutacak. Aşağıdaki derya kuzularını kayığa çıkarma da bize...
Çevremize başka kayıklar da geldi. Çapayı attıktan sonra gerçekten de adadan uzaklaşmadık.. Şimdi Salih Amca’nın dediği gibi "at - çek" oluyor. Balık çıkardıkça hele de iğnelerin çoğu dolu gelince ki duyumcuna doyum olmuyor. Bir de iğne ipe ya da, giysilere takılmasa... Bazen de zorlana zorlana misinayı sarıyor balıkları kayığa alırken kurtulup kaçanlar oluyor. "Eyvah yine kurtuldu kaçtı" yüksek sesli ahlayışlarımda;
-Kaçan balık büyük olur dedi Salih Amca.
Önceleri anlam veremiyordum. Sonra sonra balık avcılığının şakası olduğunu anladım. Ben de söylemeye başladım. "Balık kaçtı, kurtuldu" yakartılarını duyunca.....
Yakınımızda ki teknelerin birinde iki amca var. Birinin oltası oldukça uzun ve ayakta çalışıyor. Bazen oltayı havaya dikiyor. Dizilmiş balıklar pırıl pırıl parıltıları güneş ışığı ile buluşunca çok zevkli görüntü oluşuyor. O amcayı kıskanıyorum. "Ah ben de öğle dize bilsen diye."..Salih Amca aklımdan geçenleri okuyor ki;
-Sende iyice ustalaşınca öğle sallandırırsın derya kuzularını....Oltanda iğne az ama atıp çekiyorsun. Nerde ise kovayı doldurdun. Dedenden iyisin. Şansınız da iyi gitti. Hem hava iyi hem de balıklı bir günümüz oldu, dedi.
Bir keresinde iki balıkla birlikte uzun kırmızı farklı bir balık geldi. Görünce gözlerim yerinden fırladı.
-Bu neee!... diye bağırdım.
Oltayı elimden bırakacak oldum. Salih Amca’nın uyarısıyla balıkları kayığa çıkardım. Oltayı kayığın içine yatırdım.
-Ben bunu tutamam dedim.
Salih Amca; bir şey demeden oltasını çekti. Boşalttı. Benimkileri de iğnelerden boşalttı. Adaya doğru bir ıslık çaldı. Adına "kıravat balığı" dediğini kayalara doğru fırlattı. Kayada oturan martılar az kaldı havada kapacaklardı. Martının biri balık denize düşer düşmez kaptı.
İlk başlardaki kuşkular coşkular yok oldu. Sakinledik. Balık elleme de irkilme, ürkme kalmadı. Bazen dolu dolu, bazen tek, bazen boş çekimlerle güneş ufuktan kızarık kızarık bakarak denizi de kızarttı. Nerde ise batacak. Görünmez olacaktı. Çevremizdeki teknelerin bazıları geldiğimiz yöne doğru gitmeye başladılar. Salih Amca;
-Nasıl tadını çıkardınız mı? İsterseniz dönelim.dedi.
Sanki sözleşmiş gibi birlikte;
-Hem de nasıl... Çok teşekkür ederim, dedik.
Oltasını çoktan toplamış, balıkları kovaya dolduruyordu ki;
-O zaman sizde oltalarınızı çekin. Çevrenizdeki balıkları toplayın. Ben de çapayı çekeyimde gidelim, dedi.
Yanıma gelip, başladı denizdeki ipi asılmaya. İp kayığın başında toplandıkça adayı geçtik. Asılmada ki güçlüğü gözledikçe "yoruldu mu "düşünürken ;
- Her halde takıldı. Gelmiyor.dedi.
Elindeki ipi kayığın kenarına bağladı. Kuyruğa geçerken. "Şimdi onu kurtarttırırım." dedi. Kalkmamamızı tembihledi. Kayığı çalıştırdı. Yavaş yavaş sağa sola daha geriye hareket ederken ne olduysa "işte kurtuldu" sesli düşüncesiyle rahatlığını bize yansıttı. Motoru susturdu. İpin yanına geldi. Başladı çekmeye. Az önce gelmeyen ip çektikçe geliyordu. Denize attığım demirin başı gözüktü. Demiri kayığa aldı. İpi ile beraber özenle kayıktaki yerine yerleştirdi.
- İşlem tamam genç balıkçılar... Şimdi gidebiliriz. dedi.
Motoru tekrar çalıştırdı. Gelişteki düzende oturarak mahalleye doğru akmaya başladık. Bu kez gelişteki coşkunun yerini yorgunluk almış olmalı ki. Boğazı nasıl geçtik. Beni denize çağırdığını sandığım yaşlı, yorgun kayaları nasıl geçtik pek anlayamadan Dalgakıranı geçtiğimizi gördüm. Sanki uyumuş da uyanmışım gibi....
Bizim gibi kayıklar kimisi barınaktaki yerine yanaşıyor. Kimisi dalgakıranı geçiyor. Koy pat pat pat seslerine boğuldu. Rıhtıma yanaşma şaşkınlığındayız. Sağa sola boyun kırıyorduk ki; uyarıldık;
-Balıkçılık bitti "çımacılık" başladı. İlk kez duydum bu sözcüğü. Suat’ta şaşkın şaşkın bakınca ve ardından:
- O da ne amca dedi.
Güldü ve eliyle gösterdiği adına da "şamandıra" dediği suyun yüzünde yüzen nesneye bizi odaklarken;
-Şamandırayı yakalar rıhtımdaki bağladığımız halkaya kayığı bağladığınızda "çımacı" görevini yerine getirmiş olursunu, dedi.
Uzandım elim değdi battı, kaçırdım. Suat kaçırmadı. Ucunda ip varmış."Çımacılık" kendini ele verdi.
Dubayı Salih Amca aldı. Kıyıda merdivene doğru ağır ağır yaklaştık. Merdiven ucundaki tekere kayığın burnu çarpınca sarsıldık. Rıhtıma ulaştığımızda sokak lambaları yanıyordu.
- A!.... Dedem gelecekti. Babam gelmiş. Dedeme "seni geçtim" demeye hazırlanmıştım. Salih Amcanın tanıklığında... İnandıracağımı düşünerek hazırlanmıştım. Evde inanır mı ki...?
Kovaları oltaları babama uzattık. Rıhtıma çıktık. Salih Amcaya teşekkür ettim. Salih Amca Babama;
-İlke iyi balıkçı. Kovayı o doldurdu, dedi. Bana döndü;
- Dedenin pabucunu dama attın İlke!... Yarın hazır ol.
28.11.2017
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.