- 489 Okunma
- 1 Yorum
- 5 Beğeni
Kalbinin içinde her an patlamalar oluyor!
İnsan evrenin özetidir. Evrende ne varsa insanda vardır. Evrende bir big-bang varsa insanda da küçük küçük big-bangler olmaktadır. 2011 yapımı Rockstar filminde Ranbir Kapoor’un kişileştirdiği Jordan karakterinin beste yapmaya başladığı bir an var. (Daha doğrusu ’artık beste yapabildiğini farkettiği’ bir an var.) Bana çok anlamlı geliyor. Fakat önce filmin hikâyesinden iki tike bahsedeyim:
Jordan, ilerlemiş yaşına rağmen hâlâ ailesiyle yaşayan, tabir-i diğerle ’henüz bir baltaya sap olamamış’ bir gençtir. Bütün aşkı gitarıdır. Büyük bir arzuyla beste yapmak istemektedir fakat onu da bir türlü becerememektedir. Allah’tan ’çok büyük besteler yapabilmeyi’ dilediği bir anda arkadaşı onu (bilmana) şöyle uyarır: "Dostum, dualarına dikkat et, herşeyin bir bedeli vardır, büyük besteler yapabilmenin bedeli de büyük acılardır."
Bu faslı hızlı geçelim. Gel zaman git zaman Jordan’ın ailesi artık onun bu durumuna katlanamaz ve abisi tarafından evden atılır. Kalacak yeri olmayan Jordan yakınlarındaki Şeyh Nizamüddin Hazretlerinin türbesine sığınır. Jordan müslüman değildir. Fakat Hindistan’da işler Türkiye’deki gibi yürümüyor. Hintli müslümanlar Hinduların da türbelerini ziyaret etmelerine, dua etmelerine, hatta kalmalarına izin veriyorlar. Jordan da günlerce o türbede kalıyor. Orada dağıtılan yemeklerden besleniyor. Onlarla arkadaşlık ediyor. Ve geceleri oradaki insanların hep beraber söyledikleri ilahilere katılmaya başlıyor. Sonrası? Sonrası ilginç. Bir gün Jordan o ilahilere eşlik ederken ’artık beste yapabildiğini’ farkediyor.
Benim için bu sahneyi ilginçleştiren Jordan’ın bu farkedişi yaşarken söylediği ilahi. "Kün feyekün!" Kur’an-ı Hakîm’de çoklukla geçen bu ifadenin anlamı "Ol der oluverir!" gibi birşey. Hatta, yazıya devam etmeden önce, geçtiği ayet-i kerimelerden birisinin kısa bir meailini de alıntılayalım: "O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi, ona sadece ’ol’ der, o da hemen oluverir."
’Örneksiz yaratılmak’ ve ’Ol deyince oluvermek.’ Bu ikisinin arasında önemli bir bağ var. Nasıl? Belki biraz şöyle: Her iki ifadenin de bize ’yoktan yaratılış’ adına fısıldadığı büyük hakikatler olduğunu düşünüyorum ben. Öyle ya! Göklerin ve yerin ’taklit edilerek’ yaratılacağı/kopyalacağı bir başka ’örnek’ yok. Üzerlerinde nakşedilmiş olan sanatın evvellerine bakarak yapılabilecek bir açıklaması yok. Silsilesi yok. Ancak bir açıklaması var: Kader.
Neyi/nasıl yaratacağını bilen bir Allah’ın, ilminde zaten varolan bu bilgiye, varlık sahasına çıkması için ’Ol!’ diye emretmesi. İradesiyle murad etmesi. Kudretiyle yaratması. Onun da aynen bu ilmin kalıplarına, detaylarına, programına göre şekillenmesi. Düzeni başka şekilde açıklayamıyoruz. Düzen öncesinde bir ilim olmadan varolamıyor. İnsan ’nasıl çay yapılacağı’ bilgisine sahip olmadan çay dahi yapamıyor. Peki ya evren? Evrende bu bilişin yükü kimde?
Hem Jordan’ın uyanışında ’yoktan yaratılışın’ en açık enfüsî/içsel delillerinden birisini de müşahade ediyoruz. Beste yapmak nedir? Beste yapmak, daha önce varolmayan birşeyin, elinizden/dilinizden ortaya çıkarılmasıdır. Üzerinizden yaratılmasıdır. Öyle ki, bazen, ürettiğiniz şeyin güzelliğine siz de hayret edersiniz. "Nasıl güzel oldu ya!" diye sevinirsiniz. Şiir yazmak da böyledir. Edebiyat da bazen böyledir. Sizden önce kurulmamış cümleler kurarsınız. Sizden önce kurgulanmamış öyküler kurgularsınız. Sizden önce görülmemiş hakikatler görürsünüz. Bütün bu ortaya çıkarışlar ’yoktan yaratılış’ın, öyle bir kere değil, varlıkta ’her kere’ gerçekleşen birşey olduğunu fısıldar kalplerimize.
Şu bebeğin gülüşü daha önce yoktu. Şu kız daha önce hiç âşık olmamıştı. Şu adam daha önce kalp kırığı nedir bilmiyordu. Jordan daha önce hiç boşluğa düşmemişti. Hiç beste yapmamıştı. Hiç acı çekmemişti. Hepsi yeni bunların. İçimizden dışımıza doğru bu tür okumalar yaptığımızda daha büyük bir resimden şunu da söyleyebiliyoruz: "Her an aslında bir yoktan yaratılış."
Nasıl söyleyebiliyoruz bunu? Çünkü benzeri yok. Evet, bir silsilenin ucunda gibi görünüyor olabilir, Jordan’dan önce de beste yapanların varolduğunu elbette biliyoruz. Fakat Jordan’ın söylediği şarkıları söyleyen var mıydı? Aynı dizelerle, aynı notalarla, aynı ses rengiyle? Yani demek istiyorum ki: Silsileler bizi kandırıyor. Herşey aslında ’kendi olarak’ ilk defa oluyor. Sen aslında bir orijinalliksin.
Big-bang dediğimiz şeyin anlarda gerçekleştiği bir düzlemden bahsediyorum ben bu yazıda. İsimler önemli değil. Kendimiz olarak biz bu âlemde yeni bir başlangıcız. Her anımız orijinal. Tıpkı yüzlerimizin, seslerimizin, parmak izlerimizin orijinalliği gibi. Orijinallik bizi silsilelerimizden koparıyor. Fiziğin, kimyanın veya biyolojinin kanunlara bağlayarak açıkladığı herşeyi zayıflaştırıyor. Evet, Ahmed’in yüzü annesine, karakteri babasına benziyor. Fakat Ahmed ne annesi ne de babasıdır. Ahmed tamamen farklı birşeydir.
Okuduğunuz yazıyı yazan ikinci bir Ahmed yoktur. Kalbindeki hisleri aynı şekilde taşıyan ikinci bir Ahmed yoktur. Başka hiçbir Ahmed birebir bu Ahmed’in tecrübelerini yaşamamıştır. Tekrarı yoktur. Demek Ahmed bir yanıyla yoktan yaratılmıştır. Bu yazıyı okumakla herbirinizde de farklı şeyler canlanıyor. Farklı manalar ruhunuza doluyor. Bu manaların sizden başkasında aynısı yok. Yani, demem o ki arkadaşım, yoktan yaratılışı görmek için big-bang’e kadar gitmene gerek yok. Kalbinin içinde her an patlamalar oluyor.