Dar Gün
"Kötü günlerin iyi tarafları da vardır. İnsanları tanırsın, özellikle yanında sandıklarını"
-Haruki Murakami-
"Sabunu koydum legene, vay başıma gelene
..." deyip deyip durdum, leğeni meğeni çuvallara sokuştururken. Sonra yorgunluk molaları verirken "Ben yoruldum hayat, gelme üstüme..." deyip durdum. Böyle böyle geçti bir iki hafta ve başkaca da bir işim kalmadı. Koliler, hurçlar, çuvallar hepsi doldu, sıraya dizildi ve benim gibi hazr’ola geçti hepsi taşınacağım güne kadar. Artık kısmet ne güneyse, o gün çıkacağız yola...
Genelde, bir huzur bulacağım umuduyla göçlerim olmuştur hep. Diğer göçlerimse mecburiyetten. Tayin ve sürgün gibi... Tabii o zamanlar bir çalışandım. Şimdiyse bir emekliyim. Yani kalmadı artık tayin ve sürgün göçleri. Bitti.
Emeklilik güzel aslında. Ki her çalışıp yorulan insanın aklında emeklilik yatar. "Ah o emeklilik günü bir gelse!" diye diye dalar hayaline emekliliğin. Kimi zaman da "Gözünü seveyim emekliliğin!" deyip durur. Ama yok! Bir emekli olarak ben böyle bir şey diyemeyeceğim. Ben desem desem "Gözün kör ola emeklilik! " derim ancak.
Farkındayım tabii! Tabii farkındayım! Paylaştığım sözle bu yazdıklarımın bir alakası yok tabii. "Kötü günlerin iyi tarafları da vardır. İnsanları tanırsın, özellikle yanında sandıklarını" demek başka, "Sabunu koydum legene, vay başıma gelene." demek başka. Kafa gidik tabii! Karışıyor her şey birbirine. Leğenden girip insandan çıkıyorum işte böyle.
İnsandan çıkmak ne demekse artık!
Salonda, bir üstünde uyunacak kanepe bir izlenecek televizyon bir de üzerine çayımı falan koyacağım sehpam var, sarıp sarmalamadığım. Mutfakta ise buzdolabı, ocak, ketıl ve küçük bir masayla sandalyem var. Ve tabii hep yanı başımda duran ve gözlerini gözlerime sevgiyle diken bir de kedim var. Yani ben, "Bir kedim bile yok, anlıyor musun?.." şarkısını söylemeyenlerdenim. Yani o şarkı çıktı artık favori listemden.
E, evde iş güç yapacak bir şey yoksa, boş da duramıyor işte bu gidik kafa. Boşluğa sığdırıveriyor şu insan meselelerini. Mesela aynı havayı soluduğumuz, aynı kaptan yemek yediğimiz, dertleştiğimiz, yıllarca dostluğumuzu sürdürdüğümüz yani olmazsa olmaz dediğimiz türden arkadaşlarım, dostlarım geliyor aklıma durmadan.
Ve dar gün...
İşte ne oluyorsa hep o dar günlerde bir haller oluyor bana. Alıyorum elime baltayı ve dilsizliklerine saydıra saydıra, başlıyorum buzdan heykelleri kırmaya. Sonra kenara çekilip bir oh çekiyorum güzelcene. Onlarsa, dağılmış parçalarıyla eriyorlar ayaklarımın altında bir güzel. Gülüyorum. Acı acı gülüyorum...
Sonra da aklıma, gerçek anlamda, dar günü dostum olanlar geliyor. Oysa onlarla diğerleri gibi çok çok uzun yıllara dayanan bir dostluğum da yoktu. Yıllara vursam, ancak on yıllık gibi bir arkadaşlık söz konusuydu. Öyle görüşüp sık sık konuşan da değildik. Parmak hesabı yapsam, hepi topu üç kişi çıkıyordu karşıma. Koca ömrümün sonunda yanımda hissettiğim ve dar günü dosttum diyebileceğim, üç kişi...
Örneğin, günlerden bir gün, bir şehre bir iş için gitmiş ve orda kaldığım süre uzadığı için kalakalmıştım orta yerde parasız. Kara kara düşünürken de tek bir kişiyi arayabileceğim gelmişti aklıma. Diğer ikisi olmaz demiştim. Çünkü biliyordum birinin emekli olduğundan dolayı her zaman elinde parasının olmayacağını; bir diğerinden ise daha borcunun yarısını ödeyip yarısını ödeyemediğim için tekrar borç para isteyemeyeceğimi. Geriye üçüncü kişi kalıyordu. Üç dostumdan biri...
Telefon kulağımda hem yolda yürüyor hem nefes nefese ve telaşlı hem de utana sıkıla acil paraya ihtiyacım var diyorum, telefonun diğer ucundaki dostuma. O an aklıma gelmiyor onun da dar gününün olabileceğini. Sonra ondan dinliyorum dar güne neden düştüğünü. Ve telefonu kapatırken "Ben de yok ama, birilerinden para bulup aktaracağım hesabına" diyor. O öyle deyince, daha bir utanıyorum para istediğimden dolayı. Üzülüyorum da, kolay kolay kimseden para isteyemeyen arkadaşımın benim için bir başkasından para isteyecek olmasına. Çok üzülüyorum, çok...
İşte bunları düşündükçe de, üşüşüveriyor beynime tüm dost bildiklerim bir bir. Nerde ve ne zaman benden uzak düştükleri geliyor aklıma. Ve bir sıkıntın olursa haberimiz olsun demeleri...
Ki, sıkıntı dediğimiz yalnızca maddi sıkıntılar değildir. Ne yazık ki, manevi sıkıntılarımızda da göremiyoruz o çok güvendiklerimizi yanı başımızda. Tabii, onlar akıllı. Hesabını kitabını yapmasını iyi biliyorlar. Selam verip kollarını kaptırmaktan korkuyorlar tabii. Ama galiba şunu bilmiyorlar:
"Düşüp kalkmayan bir Allah’tır"
Hem yabancı değilim ki düşüp kalkmalara. Ne vakit düşsem, tekrar ayağa kalkmasını ve kendimi yenilemesini iyi biliyorum. Kolay değil tabii, düşüp kalktıktan sonra yaraları iyileştirmek. Hele de kabuk bağlayanları...
Al işte!
Şimdi de, "Hayat! Kadere inat. Seni sil baştan yaşayacağım.
Ahdım olsun!" şarkısı takıldı dilime, iyi mi?
Nerden nereye...
Ama inanıyorum tabii. Hayatı sil baştan yaşayacağıma; ve dostlukları sil baştan yüreğime yerleştireceğime.
Hem de ayıklaya ayıklaya...
Can sağ olsun, yeter.
Ki, ruh ve beden sağlığımız yerinde olduktan sonra, ister maddi ister manevi olsun, aşılmayacak zorluk, geçmeyecek dar gün yoktur.
Yani demem o ki:
Geçecek!
Geçmeli...
S.Ün/10.05.2018
YORUMLAR
Bir dostluğa yüreğini koymayanlar dar günlerde yok oluyor maalesef, bu bir gerçek.
Anlamlı bir yazıydı. Evet insanın ruh ve beden sağlığı yerinde olduktan sonra aşılamayacak zorluk yoktur.
Her insanın zor günleri olabiliyor ama herkes dar gün dostu bulamıyor yanında ne yazık ki.
Ne mutlu dostluğa dostlarına yüreğiyle sarılıp dar gün dostu olabilenlere ve ne mutlu böyle dostlara sahip olan kişilere
Sevgilerimle