- 456 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Türkçede Roman
Roman, anlatı sanatları içinde insanı en geniş kapsamlı anlatan türdür ve türün özellikleri gereği kahramanlar, zaman, mekân ve olay...gibi ana unsurlardan oluşur.İlk zamanlar Doğu mesnevilerinden, masallardan, halk hikâyelerinden ilham alsa da günümüzde gerek içerik gerekse üslup bakımından çeşitlenerek varlığını sürdürmektedir.
Roman sanatına salt bir meselenin halli için büyük anlamlar yüklemek, onu nazenin bir sanat olmaktan çıkarır.Belki şiir kadar olmasa da roman da dilin inceliklerinin, toplumun yaşam biçiminin, içinde yaşanılan medeniyetin tarihinin, sosyolojisinin, gelenek ve göreneklerinin, din ve ahlak anlayışının, değer yargılarının sergilendiği, Balzac’ın deyişiyle, yol boyunca gezdirilen bir aynadır.Bu ayna zamanın ruhuna koşut olarak değişik görüntüler yansıtabilir, toplumdan topluma farklı varyasyonları da olabilir bu görüntülerin.Bu cümleden olarak esasen Batıda başlayıp tüm dünyaca sevilen bu sanatın her dil ve ülkede gelişim çizgisi farklılıklar arz ediyor.
Yüz elli yılı yılı bulan roman maceramızda neden hâlâ dünyada bir Türk romanından söz edilemiyor, Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk’un dışında dünyada ses getirebilecek romancılar yetişmiyor ülkemizde? Bu kısırlığın sebebini salt, Türkçenin dünyada yeterince bilinen bir dil olmamasına ya da bir İslam toplumu olan Türklerin romana konu olabilecek uçarılıklardan, kanun dışılıklardan, özgürlüklerden, bireyselleşmeden söz edilemeyen ve devlet erkinin her şeyi kontrol ettiği emekleme dönemindeki bir demokrasiyle yönetilmesine bağlamak da çok doğru değil.
"Bu konuya ilişkin kafa yoran aydınların başında gelen Ahmet Hamdi Tanpınar, seksen yıl önce yayımladığı "Bizde Roman" başlıklı yazısında okuyucuların, özellikle ünlü romanları kendi dillerinden okuyanların bir süre sonra “münferit eserler” dışında, Türk romanlarından zevk alamayacaklarını söylemektedir.Tanpınar, aynı yazıda, bu “yok”luğun sebeplerine de iner ve yokluğu iki sebebe bağlar: Birincisi roman yazarlarının, Türk toplumuna batılı romancıların penceresinden baktıkları için, “samimi” olamadıkları; buna bağlı olarak ikincisi de, Türk romanının henüz “intikal” dönemini tamamladığı düşüncesidir. Zira, roman kişilerinin ve romanlarda ele alınan sorunların, hatta işlenen temel izleklerin yerli olmasına karşılık; romancılar, yeteri kadar okumadıklarından,hayatın gerçekleri ile aralarında sağlam bir ilişki kuramamışlardır. Bu yüzden Türk romanı,“cansız”dır ve yine bu yüzden “sun’i” olmaktan kurtulamamaktadır (Tanpınar, 1977: 45-48).
Tanpınar, aynı adı taşıyan ikinci yazısında (1930’lu yıllara göre) ilkinde belirlediği
sorunların ayrıntısına iner: Türkiye’de yerleşmiş bir roman geleneği yoktur. Mevcut romanlar ise Avrupaî bir gözle eleştirecek/inceleyecek eleştirmenlerden yoksun olarak gazete köşelerinde yitip gitmektedir.Öte yandan roman yazarlarımız da kendi eserleri dışında kalan romanlar üzerine yazı yazmaktan çekinmektedirler. Bu yüzden bizde eleştiri, “mersiye ile beraber” yürümektedir.Yani bir yazardan şöyle genişçe söz edebilmek için onun ölümünü beklemek gerekmektedir.Tanpınar,bu eksikliği ülkede “elektrikli edebiyat”, ya da geniş anlamıyla sanat havasının oluşmadığına bağlamaktadır.Ülkenin roman yazmak için uygun olmasına karşılık, henüz “yaratılış” için oluşum sürecini tamamlamamıştır. Ayrıca bizde aydınlar dışında toplumsal sınıflar oluşmamış;alınan yanlış eğitimin de tesiriyle, romancılarımız, Meşrutiyet’ten bu yana bireyi anlatmak yerine “umumi hayat”ı anlatmayı benimsemişlerdir. Bireyi anlatmanın yolu ise kendi iç dünyasına eğilmekten geçmektedir. Zira roman yazarı, kendini tanımakla ve kendini anlatmakla başka insanları da anlatmış olacaktır. (Tanpınar, 1977: 49-51)"
Tanpınar’ın görüşlerinin büyük bir kısmına katılmakla birlikte, şerh koyabileceğimiz noktalar da yok değil. Elbette ki bu şerhler, yazarın bu yazıyı seksen yıl öncesinde kaleme almasının getirdiği bir tarihsel değerlendirmeyle ilgilidir; zira günümüz dünyasında teknolojinin kolay ulaşılabilir bir kavram olması, görece de olsa dünya kültürel mirasının giderek küreselleşip günceli, popüler kültürü hatta yereli de kapsaması, bilginin paylaşılır bir kavram olarak bireyin emrine sunulmasını da beraberinde getirdiği için Tanpınar’ın sözünü ettiği "yabancı kitapları aslından okuyan okurun Türk romanlarından keyif almaması" iddiası zamanın aynasında havada kalmaktadır.Çünkü sorun, Avrupa dillerinin Türkçeden daha fazla gelişmişliğiyle ilgili değildir.Çünkü roman da üretilen bir şeydir ve bir üretimin olmazsa olmazı taleptir, bu talebi yaratacak olan da sokaktaki insandan çok, bizatihi devlet ve onun eğitim-kültür politikalardır.Yönetenlerin kültüre ve sanata düşmanlığı ve o yöneticileri iş başına getiren halkın durumu tavuk-yumurta tartışmasına benzer.Bu kaostan büyük yazarlar ve büyük eserler çıkmasını beklemek ham hayaldir.Eğitimsiz bir okurun taleplerini karşılayacak romanlardan da yüksek sanat ürünü olması beklenemez.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.