- 1740 Okunma
- 5 Yorum
- 4 Beğeni
SOYUT REFLEKS (Bir Romanın Giriş Kapısı)
I.
Yirmili yaşlarda yaşadıklarımız ondan sonraki bütün yıllarda, olmadık zamanlarda karşımıza çıkar ve bizi o kapkaranlık düşünme kuyusunun içine iter. Yaptığımız şeylerin korkunçluğu daha net olarak görünür ve belleğimizi kımıldayamaz hale getirir. Beni hiç yalnız bırakmayan içimdeki kırılmanın yazarı keskinlikler kalemini bileğime batırarak yazmaya başlar. Bileğim delik deşiktir. Anımsanış şölenine bütün kül ustaları davetlidir. Hoş geldiniz!
Oyuncak otlarla kaplı kentin merkezinde acemi kaldırımlarla sohbet ede ede yürüyorum. Ses taşıyan su yüzlü çocuklar henüz yeni çıkmaya başlamış kanatlarını gösteriyorlar birbirlerine. Gülümsüyorum onlara bakınca. Nede olsa benden başka kimse görmüyor onları. Yok, yok şizofren değilim. Sadece bana hayalperest atalarımdan miras kalan birkaç hayali zamanaşımına uğramadan kullanmaya çalışıyorum. İnsanlar birbirine çarparak ilerliyor. Güzel kadınlar, çirkinler, kaslılar ve şişmanlar, iyiler ve kötüler, kahkaha atanlar; her çeşit ve kimlikte insanlar… Hava çok sıcak, marketler serin. İçeri dalıyorum. İçerisi de dışarısı gibi kalabalık ama hiç olmazsa görünmeyen klimalar sayesinde oldukça serin. Alışveriş arabasına almayacağım birçok gıda ürününü dolduruyorum. Sonra onları olduğu yerde bırakıp en sevdiğim ve kendimi huzurlu hissettiğim yer olan kitap reyonuna geçiyorum. En afili raflarda kitap piyasasının motor görevini gören kitaplar var. Kürk Mantolu Madonna, İçimizdeki Şeytan, Gecenin Sonuna Yolculuk… Saramago Kitapları; Körlük, Görmek, Kabil, Kopyalanmış adam. İkinci rafta; Stefan Zweig’ın Satranç, Amok Koşucusu, Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ve Olağanüstü Bir Gece… Hemen altında Zülfü Livaneli Kitapları. Başka bir rafta kapakları yüzlerce defa değiştirilip yeniymiş gibi sunulan klasikler, asla vazgeçemediğim Camus ve Sartre’ın bütün eserleri var. Daha önce okumuş olduğum Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ünün farklı bir çevirisi olan ve Gülperi Sert tarafından çevrilen “Böyle Dedi Zerdüşt” ü alıp yirmi sayfasını oracıkta okuyuverdim. İnanılmaz güzel ve fark yaratan bir çeviri olduğunu düşünüyorum. Çoğunu okumuş olduğum kitapları yeniden gözden geçirmek ve onlarla yeniden tanışmak hoşuma gidiyor. İçeride yaklaşık 1 saat kırkbeş dakika kaldıktan sonra çıkmaya karar verdim. Kasiyer kıza bir gülümseme gönderdim ses taşıyan su yüzlü çocuklarla. Kasiyer kız o an kredi kartları ve paralarla meşgul olduğundan bu gülümsemeye daha sonra yanıt vereceğini iletti bana.
Kapıdan çıkarken yüzüm bir kadının yüzüyle çarpıştı. Maddi hasar yoktu, sadece karşı taraftaki duygunun burnu kanamıştı. İlk müdahaleyi geçmişten gelen birkaç anı yaptı. “Özür dilerim, umarım kötü bir şeyiniz yoktur” dedim. “Yok” dedi. Tanrım, Ayten’di bu. O da beni tanımıştı. Yüzünde öfke ve utanç adında iki muhafız mızraklarını kaldırıp bana doğru fırlatmaya hazırlanırken geri geri çekildim ve hızla uzaklaştım oradan. Ses taşıyan su yüzlü çocuklar da benimle beraber geliyor ve aynı zamanda “kim o, neden kaçıyorsun böyle” diyerek beni soru yağmuruna tutuyorlardı. İyice gözden kaybolduktan sonra etrafıma bakındım; sanırım güvendeydim artık.
II.
-Neden istemiyorsun çocuğu, hem yakışıklı hem de efendi biri.
-Ya Hülya’cım, tamam teyzenin oğlu olabilir ama benim tipim değil, düğünlerde de öküz gibi bakıyor.
-Çok acımasızsın Ayten, tamam ben söylerim ona bir daha öyle bakmaz, hatta hiç bakmaz.
-Bi zahmet söyleyiver, teşekkür ederim.
Ayten bu şehirde, komşu evlerde oturdukları için hemen hemen her gün gördüğü Özgür’ü artık görememeye başlamıştı. Teyzekızı Hülya, üzülerek Ayten’i artık görmemesi gerektiğini, ona rahatsızlık verdiğini ve asla aşkına karşılık bulamayacağını söylemişti Özgür’e. Özgür çok utanmıştı. Çok üzülmüştü. Haftalarca ortalıkta gözükmedi. Başka bir yerde iş bulmuştu. Üniversiteye de hazırlanıyordu. Resim öğretmeni olmak istiyordu. Ortaokuldaki resim öğretmeni Seval Hoca, yoksa hakkını ona helal etmeyecekti.
Ayten, Özgür’den kurtulduğu için rahatlaması gerekirken içinde bir huzursuzluk hissediyordu. Boynunun ve göğsünün etrafında tur atıp duran bu “bir şeylerin yanlış gittiği” hissi bir an bile kapısından ayrılmıyordu. Saatler sonra perdenin arkasından kapının önüne gizlice baktı, “bir şeylerin yanlış gittiği hissi,” hâlâ oradaydı ve neredeyse iyice yerleşmişti. Ayten’in, insanları çok çabuk etkisinde bırakan bir yönü vardı. Yüz hatları köşeli, bakışları net, esmerlik fakültesinden başarıyla mezun olmuş, uzun boylu bir kızdı. Saçları kömürden daha karaydı. Simsiyah kelimesini en iyi ne anlatır diye sorsalardı, herhalde en iyi cevap Ayten’in saçları olurdu. Bir de iki kaşının arasında keman konçertosu için prova yapan tutkulu müzisyenler vardı. Sıra sıra küçük tepeler görünmez dinleyicilerle doluydu… Onun kalbini elde etmenin yolunun övgü ve gizemsiz yakınlaşmalardan geçmediğini pek az kişi bilirdi. Onu bir tek kayıtsızlık şenliği ile yenebilirdi bir erkek.
III.
Yine bir Pazar akşamı… Aksesuar olarak kullandığım derin dalgınlığımla beraber bankalar sokağına yöneldim. Üzerimde nakit kalmamıştı. Bankamatiğe doğru yürüdüm. Bankamatik bana karşıdan el salladı. Başımla selamlayarak karşılık verdim ona. Parayı çektikten sonra bankamatiğe “kalıp seninle sohbet etmek isterdim ama bu çektiğim parayla birkaç yenilgi ve yanında meze olarak birkaç tabak ıssızlık alıp eve gitmem lazım,” dedim. Masanın üzerinde bıraktığım sözcükler ortalığı darmadağın etmişlerdir şimdi.
İçi soyut kavramlarla dolu poşetleri çalışma odama götürüp kitaplığın yanına bıraktım. Her zaman yaptığım gibi önce üzerimdeki elbiselerden kurtulup eşofmanları giydim. Masanın üzeri oldukça düzenli görünüyordu. Karalama defterleri, kalemler, kalemlik, not kâğıtları, bilgisayar ve laf dinlemeyen huysuz sözcükler adeta askeri bir düzenle yerlerini almışlardı. Bu hiç normal değildi. Ses taşıyan su yüzlü çocuklar uzaktan yeni gelmiş bir ses taşıdılar çalışma odama: “Hoş geldiniz Özgür Bey!” Plotia’nın sesiydi… “Vergilius’un Ölümü” adlı kitaptan tanışıyoruz onunla. O zamandan beri arada görüşüyoruz. İyi arkadaş olduk. İçeri nasıl girdiğini merak ediyorsanız söyleyeyim: Plotia’nın duvarların içinden geçme yeteneği var. Ayrıca o, zamanlar arası yolculuk da yapabiliyor.
-Ortalığı toparladığın için teşekkür ederim Plotia.
-Önemli değil, sen gelene kadar oyalanmış oldum. Ama seni mutsuz gördüm.
-Asıl olan mutsuzluktur. Mutluluk ise söylentiden ibarettir.
Eğer mutluluk bir giysiyse –kışlık, yazlık ve baharlık giysiler- kimsenin üstünde görmedim onu. En içi boş ve en hafif sözcüklerden biridir mutluluk. Mutlu olduğunu söyleyenler birer usta taklitçidir. Mutluluk, geçicilik kavramın bir sopanın ucuna bağladığı sevimli bir bez parçasıdır. Geçicilik kavramı olduğu sürece insan yeniktir. Geçici olmak duygusu korkunçtur. Nereye gidersen git seninle gelir ve gözünün içine bakar. İnsanlar bu korkunç duygunun etkisini azaltabilmek için adına tanrı dedikleri görünmez varlıklar yaratmışlardır kendilerine. Ne ilginçtir ki yarattıkları tanrının kendilerini yarattığını savunarak ironiler ironisi ve paradokslar paradoksunu oluşturmuşlardır. Oysa bu dünya ve insanlık için gerçek tanrı zamandır. Her şeyi ve herkesi içine alan; yaşlandıran, öldüren, içinde onu çalkalayan ve bir fosil olarak başka uzak zamanların hammaddesi olarak fırlatan…
Plotia için geçicilik veya zaman kavramının bir önemi yoktu. O yeryüzünün bütün imparatorlukları arasında zaman engeline takılmadan geçiş yapabiliyor, mesleği hayalperestlik olan kim varsa onları bulup travma onarıcı görevini üstleniyor. O yaşamış ve yaşayan bütün şairlerin uykusuzluklarını anlamlar fabrikasına toplayıp sözcüklere dönüştürüyor.
Plotia:
“Mutluluk diye bir şey yoksa şu anda yaşanılan nedir? Bence mutluluk sadece bir söylenti veya bir kelimeden ibaret değildir. Evet, geçicidir, her şey gibi, ancak anlamın sahneye çıktığı yer zaten tam da burasıdır. Ve tanrı fikri, fena bir fikir değildir. Tanrı insanın çıkışsızlığıdır. Tıkanan insan tanrıyı yaratmak zorundadır. Bunu yapmazsa üzerinde taşıdığı cevapsız soruların altında ezilir ve kalkamaz. Örneğin Vergilius, beni yarattı; tanrısı olarak. Kalktı ve kendi şiirini, onu o güne kadar yücelten şiirini, bilgiyi, yaşamı ve hiç tanımadığı, yakınına kadar sokulan ölümü sorguladı.”
Ne söylersem bir cevabı vardı Plotia’nın. Onunla başa çıkmak mümkün değildir. Bugün beni kötü etkileyen bir şey olduğunu anladı ve bunu öğrenmek istediğini söyledi. Ona dün markette uzun yıllar sonra bende izler bırakan biriyle, yani Ayten ile karşılaştığımı söyledim.
-Ne yaptın peki?
-Kaçtım
-Neden kaçtın?
-Bilmiyorum, yirmi yıl önce onu çok fena kırmıştım, affedilir bir şey değildi yaptığım, bunu unutamadım. Sonraki zamanlarda başıma gelen her bela sanki onun lanetiydi. Bir anda karşımda görünce tedirgin oldum. Aranan bir suçlu gibi uzaklaştım. Sanırım ben çok zayıf biriyim.
-Zayıf biri değilsin, öyle olsaydın anlamlar karmaşasında hızla koşan bir kitaptan fırlamış, benim gibi hammaddesi hiçlik olan biriyle böyle konuşmalar yapamazdın.
-Peki, o zaman neden onunla yüzleşmek yerine, hızla uzaklaştım oradan?
-Ondan kaçmadın sen, kendinden kaçtın, bir insan kendinden kaçıyorsa o insan hiçbir yere ait değildir. Hiçbir yere ait olamamanın bir anda ortaya çıkışıdır bu. Yürüdüğün bu caddeler, kaldırımlar, kafeler, kitaplar, insanlar, çalıştığın iş, hiç biri senin değil. Bütün bu birer isme sahip olmaktan başka bir özelliği olmayan nesnel şeyler senin gibi mesleği hayalperestlik olan biri için çok ağır. Kapının önüne sandalye atıp kapı kolu ile varoluşu konuşacak kadar deli olan biri için çok ağır.
Kapıdan bahsederken kapı çalındı. Ses taşıyan su yüzlü çocuklar gidip baktılar. Bir kuryeydi gelen. Kasiyer kız bir paketin içinde dünkü gülümsememe karşılık olan gülümsemesini göndermiş. Bu derinliği alıp sehpanın üzerinde bulunan Artemis orkidesinin yanına bıraktım.
IV.
Aradan haftalar, aylar geçmişti. Özgür gündüzleri başka bir şehirde çalışıyor, akşamları eve geliyordu. Yemekten sonra odasına çekilir, kitaplar okur, gün içerisinde biriktirdiği düşleri önceliği yitirilmiş düşler kumbarasına koyardı. Bazen de dışarı çıkıp arkadaşlarıyla vakit geçirirdi. Bir akşam eve geldiğinde avluda teyzekızı Hülya ve yanında bir grup kız ile beraber Ayten de vardı. Tam da Ayten’i yarı yarıya kafasından silmişken, o kırıcı sözlerden sonra şimdi kendi evinde onu görmesi ne anlama geliyordu? Bir an duraksadı. Kafasının içindeki silme işiyle görevli işçiye koşup “bu ne şimdi, bunca unutuş emeği boşuna mı gidecek yoldaş?” diye sitemde bulundu. Ses taşıyan su yüzlü çocuklar hemen gidip onu geri getirdiler ve sakin olmasını, normal davranmasını söylediler. Özgür herkese merhaba deyip içeri girdi. Kızlar çaylarını, kahvelerini içip gülüşüyorlar ve oldukça eğleniyorlardı. Özgür “keşke onlarla kalıp sohbete katılsaydım” diye düşündü önce ama sonra bu düşünceyi tekrar yerine koydu. Eline bir kitap aldı. Otuz beş dakika aynı sayfada oyalandı. Ses taşıyan su yüzlü çocuklardan biri “elindeki kitabı daha önce okumuştun ve üstelik aynı sayfada takılı kaldın, hayırdır! Sen böyle yapmazdın,” dedi gülerek. Özgür kitabı elinden bıraktı ve kapıyı aralayıp gizlice bakmak için hamle yapmak üzereyken birden kapı açıldı ve teyzekızı Hülya odaya girdi. Önceki hayatında büyükelçi(!) olarak çalışan teyzekızı, Özgür’e “Ayten seninle konuşmak istiyor,” dedi. Hoş geldin kötülük!
Ayten içeri girdiğinde “Ses taşıyan su yüzlü çocuklar”, “silme işçisi”, “sessizliğin limanı”, saygıdeğer “öküz gibi bakış” ve sayın “tipim değil” bacak bacak üstüne atıp oturuyorlar ve büyük bir merakla bekliyorlardı Ayten’in neler konuşacağını. Tabi ki Ayten onları görmedi. Umuyorlardı ki Özgür zaafına yenik düşüp de erkenden yelkenleri indirmesin.
-Bak, ben sanırım sana karşı bir şeyler hissediyorum Özgür. İlk başlarda böyle bir şey yoktu, sonra ne oldu bilmiyorum, seni uzun zaman göremeyince özlediğimi hissettim. Nasıl böyle oldu, anlamıyorum. Bunu söylemek istedim… Beni hâlâ seviyor musun?
-Geçmiş olsun, zor bir durumda kalmışsın Ayten. Allah kimseyi bilemediği, anlayamadığı bir özlem içerisinde bırakmasın. Belki de seni hâlâ seviyorumdur, kim bilir, belki de sevgiye pek vaktim yoktur ama aşka her zaman bir şans daha verilir. Aşk bunu hak ediyor, öyle değil mi?
-Yani seviyorsun ve bu aşkı yaşayalım diyorsun, doğru mu anladım?
-Evet, doğru anladın, bu aşkı yaşayalım, aşk ödüldür onu gerçekten hak eden için. (Hak etmeyen için ise ıstırabın başlangıcıdır.)
Sarsıntı sanatı yerini gülüşünde ışıklar bırakan insanların estetiğine bıraktı. Kaos karnavalı sona erip arzu dağılımı eşit dağıtıldı. Kalpler gemisinin kaptanının verdiği talimatla sevişme çağı yeniden başladı. Affedildi ağır para cezası kesilmiş kentler. İşçi köyleri ve kömür ülkelerinde “günışığı” yeniden başkan seçildi. Hislerin toplantı salonu öyle güzel renklerle doldu ki inandırıcılık sahneye çıkıp herkesi selamladı. İhtiyar bir ağaç kuşlara şarkı söyledi. Mutsuzluk; ulaşılamıyor… Ses taşıyan su yüzlü çocuklar “düş yüksek sesle kurulmaz, biraz sessiz olur musunuz lütfen?” dedi.
Özgür ve Ayten birbirlerine özlemle sarıldılar ama sarılırken birbirilerinin yüzünü göremiyorlardı. Ayten’in yüzünde huzur, Özgür’ün yüzünde ise sözlüklere geçmişin sıvısını damlatan hafızanın iğnesi dolaşıyordu. Kuşkunun istekli ağzını görmeyen Ayten farkında olmadan kılıçların adresine taşınmıştı artık.
O gece Ayten sabaha kadar uyumadı heyecandan ve mutluluktan. Çıktığı zorlu bir yolculuktan ganimetlerle geri dönerken harika bir dönüş müziği çalıyordu küçük el radyosunda. Uçsuz bucaksız bir tarlada toz kaldırarak ölümsüzlük teklifleri taşıyan atlar koşuyor. Gönüllü bir uykusuzluk uçuşuyordu yatağında. Özgür ise kayıtsızlık kapısında çıplak ayaklarla Georges Perec’in “Uyuyan Adam” kitabındaki bir cümleyi kurşunkalemle işaretliyordu: Ama sen bir hiçsin, dünya ise öyle kocaman bir sözcük ki…
YORUMLAR
Dramatik Buluntular
Sevgiler...
ölüm ve hiçlik el ele, kol kola...biri kapı duvarsa; öbürü de ya o kapının dış mandalı ya da o duvarın penceresi görevini üstlenip birbirine arka çıkıyor... ama en güzeli de o kitaplarla gladyötör gibi aklının arenasında hem seyirci hem de savaşçı olmaktır...
hoş gelmişsin...seni okumak hep güzel can...
çokça sevgi ve selamlar yolluyorum...
Dramatik Buluntular
İyi ki anlıyorsun ve görebiliyorsun gizde kalanı...
Sevgiler yolluyorum...
Dramatik Buluntular
Sevgiler...
Dramatik Buluntular
Ne mutlu bana...
Sevgiler...