- 1047 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yeni ve Öz
YENİ ve ÖZ
Güzel bir İlkbahar günüydü. Hava sıcaktı, güneş başını çıkarmış şehrin üzerine gülümsüyordu.
Hava güzel olduğu her hafta sonu yaptığım gibi, önce gazetelerimi alacak, sonra Irmak kenarındaki çay bahçesinde tenha bir köşeye çekilecek, gazeteleri inceleyecek, gereksiz hafta sonu eklerini ayıklayarak orada bırakacak, evde okuyacağım sayfaları ise katlayarak yanımdaki poşete koyacak, sonrasında da çayımı içecek ve yanında getirmişsem büsküvileri yiyecek, bol bol da gözlem yapacaktım.
Evden çıktım. Gazete bayiinin önüne gelmiştim.
Her zaman okuduğum 3 gazeteyi aldıktan sonra o güne kadar yapmadığım bir şeyi yaparak, bayide gazetelerin asılı olduğu askılarda gazete adlarını okumaya başladım. Birden dikkat ettim ki gazete adlarının çoğu “yeni” ile başlıyor. Yeni Mesaj, Yeni Asya, Yeni Çağrı, Yeni Asır v. B
Daha sonra yerel gazetelerin olduğu bölüme bakınca Yeni Tokat, Yeni Erbaa, Yeni Zile gibi gazete isimlerini gördüm.
“Yeni” kelimesine vurgu yapan bu isimleri düşünerek Demirköprü Yanında bulunan çaya bahçesine giderken , bugüne kadar gazete adlarına neden dikkat etmediğimi düşünüyordum.
Yeniliği dilimizden, gazete manşetlerinden düşürmeyen ama sıra uygulamaya gelince bunda yaya kalan bir toplum olarak “yenilik” ve “yeni” isimleri kulağa hoş geliyordu.
Gazetelerin hafta sonlarına göz atarken burada da “yeni” ve yenilik” kavramlarına vurgu ön plana çıkıyordu.
Bilim adamları yenilikleri anlatıyor, sporcular yenilikler peşinde olduklarını anlatıyorlardı. “ Yeni” “ yepyeni” imajları ile sanatçılarımız ülke ve dünya meselelerine fikirleri ile destek oluyorlardı. Sporcu, sanatçı ve bilim adamlarımızın bu sözde yenilik meraklarını gözlerim yaşararak okudum. Memleketimin nerede ise tamamı vatanını milletini seven insanlardan oluşuyordu. Duygulanmamak elde miydi? Gören de ülkemizin dünyanın en çok yenilikler olan ülkesi sanacaktı.
Çayımı söylemiştim ve gelmesini beklerken gazetelere göz atmaya da devam ediyordum. Hemen yanımda Yeşilırmak’ın Tozanlı kolu nazlı gelin gibi yavaş yavaş şırıldayarak akıyor ve sanki bana “her şey yeni olsa de ben yüzyıllardır aynı ırmağım” der gibi fısıldıyordu. Değişmeyen sadece şehrin ruhu ve bu ırmak kalmıştı. Ama bu ırmağın hemen kenarında geçmişte yer alan salkım söğütlerde yoktu. Irmak kenarı betonlaşıyordu. Irmak her ne kadar kulağıma “ ben değişmem” dese de yeni Yeşilırmak kenarı oluşuyordu. Kimi beğeniyordu kimi beğenmiyordu. Kenarları betonlaşsa da ırmak akmaya eskiden olduğu gibi devam edecek ve önü arada kesilse de onun akmasına kimseler engel olmayacaktı. Şair ne demişti .”Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım” Irmakta arada taşar Kazova’yı seller sular içinde bırakırdı.
Ben bu duygularla çayımı yudumlarken, biraz ilerden geçen karayoluna gözlerim kaydı. Şehirler arası otobüsler geçiyordu birbiri ara sıra biraz onları seyrettim. “Öz sivas, öz Diyarbakır, öz Vezirköprü, arabaları geçti. Baktım üzerinde “hakiki “ yazan otobüslerde var. Yani yenilik isimlerimize o kadar yansımıştı ki her isimde yenilik istiyorduk. Keşke isimlerdeki yenilikler hayatımızda da olsa insanlar güzel ve faydalı şeyleri anlatanları dikkate alarak onların anlattıklarını uygulasaydı keşke insanlar.
Çayımı yudumlarken yanıma birinin yaklaştığını ve selam verdiğini gördüm. Arkama bakınca Üniversitede sosyoloji dersleri veren profesör arkadaşım Ahmet’i gördüm. Selam verip karşımdaki sandalyeye oturmadan önce dostça kucaklaştık onunla.
Ahmet bey mesleğine aşık, insanlara tepeden bakmayan orta boylu, gülümsediği zaman gerçek sevgisi ortaya çıkan esmer ile kumral arası bir tene sahip insandı. Kısa saçları her zaman traşlı yüzü ile disiplinli sevgi dolu hali ile hem hocalar hem öğrencileri hem de halk tarafından sevilen samimi insandı. Çok okur ve analizleri der gerçekten isabetli olurdu.
Konuyu anlatınca her zaman güller açan yüzünde adeta turfanda pembe güller yeniden açarak gülümsedi. O’nun bu halinden tarihe not tutacak bir yorumda bulunacağını anlayınca dikkat kesildim. İki kulağımı sekiz açtım adeta.
“Mehmetciğim, toplumumuz yenilik isteyen insanlar. Bilirsiniz ben öğrencilerime ilk sınıfta ,ilk derste yeniliğin öneminden bahsederim ve yenilenmek isteyen öz insan olmak ,isteyen yeni insan olmak isteyen olup olmadığını sorarım. Herkes yenilenmek, öz olmak tek olmak ister ama iki görüşmeden sonra usanarak “Hocamızda amma çok konuşuyor, bize amma da çok mesaj atar, bize çok kitap verir kim okuyacak yav” diyerek dedikodumuzu yaparlar. Bunlar genelde dindar görünen gençler ama dindar görünmek ile olmak veya öz olmak ile öz görünmek , yeni olmak ile gerçekten yeni olmak arasında fark var. Yani söylemek kolay, yazmak kolay ama olmak zor . “şekpir bile olmak ya da olmamak işte bütün mesele” demiş.”
Ahmet beye hayranlıkla bakıyordum. Çayları yeniledik. Ahmet bey gayretle güzel bir konferans verir gibi bana değer verdiği her halinden belli olan tutumuyla anlatmaya , ben dinlemeye devam ettim:
“Gerçekten yenilenen çok okur, okumazsa da okuyan insanları dinler, onları sık sık ziyaret eder, sıkılmaz ve dedikodusunu da yapmaz. Düşüncelerini insanlara arkasından söylemez ve yüzüne söyler. Bu aynı zamanda özgüven ve özsaygı ,ile alakalı. Lisede özgüveni düşük insan Üniversiteye gelince de özgüveni geliştiremeyince öz olmak , yeni olmakta gayret de etmeyince geride kalıyor. Kimi öğrenci “ bu küçük ilde gelişme ortamı yok” dese de bu da yanılsamadan ibaret, özsavunma . Sen ve ben senelerce bu şehirde yetiştik geliştik. Sen ve ben nasıl gelişiyorsak isteyen de gelişir. Azimli ve kararlı olan okuyan ve uygulayan insan gelişir.”
Çayından bir yudum daha aldı Ahmet beyim. Yüzünde bu sefer yaz gülleri açarak gülümsedi. Hatta kahkaha attı. Ben şaşırdım. O konuşmaya devam etti:
“Sanırım gazetesine yeni ismi koyanlar, iş yerine yeni adını koyanlarda yenilendiklerini kamuoyuna duyurmaya çalışıyorlar. Ne kadar yenilendiklerini isimleri değil gazetelerde yer alan yazı ve haberlerin kalitesi ve iş yerlerinin verdiği hizmetlerin kalitesi belirler ve bunu halk, gençler mutlaka görür. Laf olsun diye ismine yeni adını koyanlar ya zaten zamanla ilgi görmez ya da dar bir kesimin ilgi göstereceği bir marka olarak yoluna devam ederler. Bunu zaten onlarda bilir. Kaliteli olanı , iyi olanı da zamanla halk anlıyor . Anlamayana da anlayacağı dilde konuşmak önemli ve bunu yapan da halk tarafından benimsenir. Halkımıza hizmet eden firma kurmadan önce isimlere önem verdiğimiz kadar bir de araştırma yaparak halkın neyi istediğini sorsalar o zaman halkın istediği şeyleri üreterek veya pazarlayarak kazançlı çıkarlar. “Halk reklam vermiyor” diye halkı suçlamak ve tembelliğin ve işbilmemezliğin bir başka bakış açısı. Hep başkasını suçlamak hep suçlamak basitliğin yeniliğe ve yeni fikirlere kapalı olmanın bir tercümesi işte.”
Ahmet beyin sohbetini dinlemeye doyum olmuyordu. Çaylarımızı içtikten sonra susadık ve birer su söyledik. Ahmet bey devam etti:
“Mezun olan öğrencilerimi izliyorum okul hayatı boyunca gerçekten de kendini yenileyenler hayatta çoğunlukla başarılı oluyor. Bahane üretenlerde çoğunlukla başarısız”
Sonra eli ile ırmağı göstererek kafasını bu ırmağın betonlarına baka baka betonlaştıranlarda hep şikayet ederek, hep başkasında haya arayarak bizlerin bilgisine bakmak yerine aile , siyasi ve özel hayatına odaklanarak geçirenlerde hayatta sıradan öz ve yeni olmayan insanlar olarak devam ediyorlar genelde. “
Çok güzel özetlemişti. Ahmet bey mesleğine böyle aşıktı zaten. O’nu dinlemeye doyamıyordum işte bu yüzden. Ama suyundan bir yudum alarak susayan ve kuruyan dudaklarına götürmüştü ki telefonu çaldı. Telefonu kapattıktan sonra bana dönerek:
“Kusura bakma Mehmet, misafirlerim gelmiş ben kalkıyorum” diye elimi sıkarak kalktı.
Ben de Taşköprü ile Demirköprü arasında bir tur atarak eve geldim. Kahvaltımı yaparken Ahmet beyin güzel analizini düşünüyordum ki hanım:
“Bey yüzünde yaz gülleri ile bahar gülleri güreş tutuyor” dedi. Gülümsedim. Demek güller insanlardan insanlara böyle enerji veriyordu anlayana görene…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.