İnsanları ve dünyayı sevmek komik mi?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
‘’Ki sen doğadansın, çiçekçedir senin anadilin.’’
Çoğu zaman sadeliği aramayız hayatımızda, daha fazla mevki daha fazla prestij…
Hep daha iyi yerlere gelme kaygısı, bunların yarattığı gerginlik,kıskançlıklar ve başka başka arayışlar…
Bazen durup bakabiliyor muyuz acaba kendimize,
Ne çok yorulmuş ne çok yıpranmışız diye?
Oysa hayat, hep kendi akışında devam ediyor bizlere aldırmadan...
Bahar geldi işte çiçekler süslüyor pencerelerimizi, yollarda boy boy gelincikler...
Biz kendimizi ve doğayı sonsuz bir umursamazlıkla tüketmeye devam ederken o müthiş bir dirençle yeniliyor kendini baştan başa.
Yaşar Kemal’e göre sanatın büyüsüne ancak hayattan, hayatın gerçeğinden yani yaşamdan gidilir. Yaşamın gerçekliği ise doğanın en ufak ayrıntısında ,insanın var oluşunda…
‘’O mavi kuştan, yanar döner kuştan… Hani, su kıyılarındaki yarları yılan deliği gibi deler, çok derinlere kadar deler, ta dibine, toprağın altına gider, oraya yuvasını yapar. Yuvalarının ağzında da her zaman bir çiçek biter. Ya bir yoğurt çiçeği, ya bir pampal, ya ağınağacı çiçeği, ya bir su püreni. O kuş çiçeksiz edemez,
işte o kuştan bir tane tutmalı.” diyor Yaşar Kemal.
Ne kadar doğru değil mi?
Doğayı seven insanı daha çok seviyorum ben, hele bir sanatçıysa ve Yaşar Kemal gibi insana,doğaya derin tutkuyla bağlıysa…O’nun beni çok etkileyen adalar serisi vardır. Karıncalar su içtiği romanından unutamadığım sözleri ni hep tekrarlarım içimden:
_“Denizi büyülüyorsun, öyle mi Nişancı?’’
_’’Her zaman beni o büyüledi kardeş. Çölde o kadar askercilik yaptım, çöl de beni büyüledi. Bir gün deniz kıyısında bir kasabada bir insan da beni büyüledi. Ardına takıldım, o insan, zır kayalık bir köye götürdü beni, bu sefer de çakmaktaşı, turuncu damarlı ak kayalar, kara kartallar, şahinler, kırmızı, bakır kanatlı küçük kartallar, ulu ceviz ağaçları büyüledi beni. Şimdi de bu ada, bütün dünyanın çiçeklerini yüklenmiş o dev armut ağacı, bu ince dalgalı deniz de büyülüyor beni. Ben tepeden tırnağa büyülenmiş bir insanım kardeş. Bütün büyülerden bir şey, bir tek şey öğrendim ki büyü insandadır. Büyü insanın gözündedir. Büyü insanın kulağında, burnunda, yüreğindedir. Dünyanın en güzel büyücüsü, o sevgiyle dopdolu olan insanın gözünde, burnunda, yüreğinin kökündedir.”
Çok şanslı hissediyorum kendimi.
Doğal güzeliklerin henüz yitirilmediği bir yerde yaşıyorum, belki mutlu olmak için tek neden değil; ama bunun kazanılmış en güzel değer olarak nitelendiriyorum.
Evimin yakınında ‘Retibe Teyze’ adında komşum var, bu isme alışmam o kadar uzun sürdü ki…
Abisi de varmış Retip adında..Retip deyince aklıma hep Brad Peat geliyordu da babam yaşındaki adama bakınca bir gülmedir tutuyordu.
Retibe Teyze annem yaşlarında toprağa, doğaya ve yaşama tutkuyla bağlı bir kadın..
İlk okulu bile okuyamamış ama inanılmaz derecede yeni bilgilere meraklı, soran, sorgulayan ve doğru bulmadığını hiç esirgemeden söyleyen bir kadın…Anlattığı hikayelerde akıcı, şiirsel anlatımını ve yer yer argo ve hatta kızdığı zamanlarda söylediği küfürleri bile ilgiyle dinlediğim bir kadın…Müthiş bir kadın bence ,dünyaya bakışı, insan sevgisi ,doğa sevgisi…ama öte yandan temkinliliği, haksızlığa tepkisi, ses tonu ve yürürken, otururken en çok da hayatla mücadele ederken hep dik duruşuyla hayran olduğum bir kadın. Hayatın zorluklarına karşı direnerek yaşayan kadınlardandı Retibe Teyze.
Dün, evlerinin önünden geçerken Retibe teyzeyle karşılaştım. Bana : ’’Bir ara gel, şu ağaca çık da yeni dünya topla’’ dedi. Ağaca çıkma fikri fena değildi aslında, Ama bunu gerçekleştirmenin mümkün olup olmayacağından emin değildim .küçükken evimizin önündeki dut ağacına zorlukla çıkar, ağaçta oturup dut yerken aşağıdakilerle sohbet ederdim. Müthiş eğlenceliydi.Bir çocuk için ağaca tırmanmanın ne demek olduğunu anlatmak zor, sanırım bazı mutluluklar tanımsızdır, Mesela bir çocuğun bir anlık gülüşünü, şaşkınlığını kim anlatabilir ki? Sanırım hissetmek, anlatmaktan daha anlamlı ve daha özgür kılıyor ruhu...
Yeni dünya toplamak için heyecanla Retibe teyzelerin evine gittim, ağacın boyutunu ve dalların durumunu bilmiyordum, önce kabaca bir ölçüm yapmam gerekiyordu. şöyle dikkatle bakınca ağaca çıkma fikrinin mümkün olamayacağını anladım. Tam bir hayal kırıklığıydı benim için.. ’’Bu dallar beni taşımaz, çok ince’’ dediğimde suratı asıldı retibe teyzenin. Niye olmaz diyorsun,bak şuraya tutun, buna dayan, korkak olma dediyse de ikna edemedi beni.. Baktı ki olmayacak, ’’bahçede taze kabak var, alırsın dedi. Ben hazırda toplanmış var da bana bu haliyle verecek sanıyordum. bir baktım mutfaktan elinde bıçakla geldi,’’al bakayım şu bıçağı git bahçeden istediğin kadar sebze topla, ilerde duran şu kovalardan birini alabilirsin, bari bir işe yara, dedi. İşe yaramak mı dedim içimden; ben ne oluyordum o zaman? Bıçağı aldım, sözünü ettiği kovayı da bulup bahçeye yöneldim.
Köy gibi küçük yerlerde yaşayan insanların kendilerine has bir dokusu var ve bu dokuya has paylaşımları…Şehir yaşamında belki de hiçbir zaman göremeyeceğiniz ayrıntılardır bunlar...Paylaşmanın içeriği ve anlamı farklıdır köylerde. Düşünün ki bıçağı ve kovayı size veriyor git ne kadar istersen ve hangi sebzeden istersen tarladan topla, diyor. Paylaşmanın sınırı yok burada, sen başkasına ait olan bir yerde özgür hissedersin kendini..
sınırsız bir içtenlik vardır paylaşımda.
Kabak çiçeklerine hayranlıkla başladım kabak toplamaya, bu çiçekleri ne zaman görsem Yaşar Kemal’in ‘’ince Memed’’romanı gelir aklıma…O romandaki mavi kuşlar ve Memed’in en sevdiği yemek olan kabak çiçeği dolması, Çukurova sıcağı , börtü böceği o eşsiz anlatımı...Memed’in Abdi ağayla mücadelesi, Döne ‘nin oğlu Memed’e özlemi, Mehmed’in Hatçe’ye aşkı…
Tuhaf ama güzel bir duyguyla romanlardaki dünya ile doğal dünyada mis gibi toprak kokusunda kabak toplamaya devam ediyordum ki ellerimde daha şimdiden dayanılmaz bir kaşıntı hissetmeye başladım.
Retibe teyze nasıl dayanıyordu buna, üstelik çok geniş bir bahçeydi burası..Ama toprağa aşık bir kadın o…Dayanıklılığı aşktan geliyor belki de…Toprağı çocuğu gibi benimsemiş, dostu, arkadaşı olmuş artık bu tarla.Bazen kendi kendine konuştuğunu düşünürdüm oysa o yalnız hissetmiyordu hiç kendini.
Hatırlıyorum da bir ara tarladan ayıkladığı minik taşları tarlanın kenarına yığmıştı..Yoldan geçen bir tanıdıkları: bu taşları atın, ne yapacaksınız dediğinde Retibe teyze kızmış:
’’Taş benim taşım, sen karışma…bunları toplayana kadar ne kadar ter döktüm biliyor musun sen, bunlar toprağımdan çıktı ,tekini bile vermem kimseye, eğer almakta gözün varsa vazgeç,. ‘’demişti. Sadece fikrini söylemek isteyen adam neye uğradığını şaşırmıştı.
Kimse onunla tartışmaya kolay kolay cesaret edemezdi, Örneğin bahçe sulamak için ark dedikleri su kanalından herkes sırayla bahçesini sulardı, Retibe teyzenin sırasını alacak kişi asla olmazdı, böyle bir hataya düşecek kişinin düşeceği durumu kimse tahmin bile edemezdi. Zaten teyzenin sesinden bile ürkerdi insan. öyle tok ve gür sesi vardı ki sokağın bir başından ötekine duyulurdu adeta..
İşi olmadığında yolun kenarına oturur, dinlenirdi. Uzun zaman önce elimde küre, coğrafya dersi çalışmak için kuzenimin yanına gidiyordum ,yanından geçerken selam verince dur, dedi bana, ‘’bu elindeki nedir öyle?’’
Bir an nasıl ifade edeceğimi bilemedim sonra en kısa yoldan: ‘’Retibe teyze, bu bizim dünyamız, böyle dönüyor, biz de bak işte burdayız.’’dedim, önce inanmayarak baktı, kaşlarını çattı küreyi bir tur da o çevirdi. ‘’Hımm, demek dünya bu, biz burada yaşıyoruz öyle mi, yani tüm dünyadaki insanlar bunun üzerinde mi yaşıyor ve böyle dönüyoruz biz’’ evet teyze aynen öyle dedim. Ne yapacağını merak ediyordum…Tuttu yerküreyi tam greenwich noktasından öptü…Hey güzelim, vay dünya vay dedi. Ben gülmeye başlayınca ne gülüyorsun cahil, dünyayı ve insanları sevmek komik mi?
Yok teyze yalnızca sen bir başka sevdin, o hoşuma gitti, dedim.
Küreyi alıp yoluma devam ederken ben hala küreyi öpüşüne gülüyordum.
Bitmedi bu kabak işi bir türlü... Henüz kovayı yarılamadan yorulmuştum bile, üstelik kaşınmaktan kızarıklar içinde kaldı ellerim. Biraz dinlenmek için tarlanın kenarında yere oturdum, puf çiçekleri, sarı papatyalar yeşillerin içinde çok güzel görünüyordu, biraz ötede gelincikler…havada toprak kokusu…
Bir avuç toprak aldım elime,yumuşacık.. burada ilginç bulduğum bir gelenek var, o geldi aklıma. Ölen kişinin mezarı başında dua okunurken herkes elinde bir avuç toprak tutar, dua okunduğu süre o toprak avuçta kalır, okuma bitince herkes o toprağı mezar başına savurur ve öylece evinin yolunu tutar.
Ölen için savrulan toprak, yaşam için neden yeni başlangıçların adı olmasın ki?
Bahar da insan gibi son bulup, yeniden var olmuyor mu?
Ben de bugün ölen biri için değil; içimde yeniden var olacak başlangıçlar için toprağı savurdum..
Toprak koksun diye hayat…
Yaşar Kemal’in romanlarında binlerce çiçek kokan Çukurova hikayeleri gibi..
İnsanın yüreğinde sevgi yeniden var olsun diye...
YORUMLAR
çok içten ve samimi duygular bunlar...Retibe teyzeyi hiç tanımadığımız halde bize sevdirecek ve yakın kılacak kadar da güzel aynı zamanda..."karıncanın su içtiği ada" yı okumuştum ve etkilenmiştim...içerik olarak aklımda geniş bir ayrıntı yok yalnız güzel kitaptı dediğimi hatırlıyorum...ince memed'i ilk dayımdan duymuştum ve hatta bana sormuştu 'okudun mu?' diye yok demiştim...sonra hiç unutmayacaģım bir şey söylemişti bana dayım "ince memedi okumadan ölmeyin sakın!" diye...belki on sene önce söylediği bir söz ama hãlã kulağımda dipdiri güncelliğini korumakta ve ben hãlã o kitabı okumuş değilim hena...yazıklar olsun bana! diyim artık ne diyim...hep söylüyorum zaten ömrüm yeter mi şu kitapları okumaya? halbuki listem o kadar uzun ki...
kitapların coşkusunda ve güzelliğinde kalmak dileğiyle sevgiler yolluyorum sana gülüm...
hena
Dayın İnce memed konusunda haklı bence,ama lütfen öyle deme kendin için Gule..
Bence sen bu sitedeki en iyi okuyuculardansın.
Umarım okumak istediğin kitaplardan çok fazlasını okuyacak ömrün olur,
okuduklarından biz de yararlanırız sen paylaştıkça...
Çok teşekkürler Gule, çokça sevgiler
Gule
çok sevgimle gülüm...
hena
Geçen cuma hem babası hem dedesini aynı gün kaybeden öğrencim derse gelmişti bugün.ben ders anlatırken o kadar dikkatle dinliyordu ki beni.
Maviş gözlerini görmelisin Deniz...
Kim bilir içinde ne fırtınalar kopuyordu.
Ders arası yanına gidip sarıldığımda 'nasılsın' dedim.
'İyiyim hocam' dedi.
Gülümsüyordu..
Bu,gülümseme ne kadar değerli tahmin edebiliyor musun Deniz?
Teşekkürler,
Çokça sevgiler...
Akgün Akova Yaşar Kemal'in küçükken üzdüğü kaplumbağalara
ömrünce şiir- mektup yazmış..Y Kemal, Akova'ya Eskişlehir
denemeleri diye yazdıklarını kaplumbağasının taşıdığını söylüyor..
'Vefa' denemelerime ilk bu hikaye üzerinden başlamıştım..
Senin Cumartesi denemelerin gibi, çiçekten, yapraktan, daldan dala
kuşlardan gökyüzüne, 'Vefa' yı bilince çıkarmamızı salıkı veriyor Hena..
Kalemini seviyorum..Her defasında gelecek zaman kipiyle konuşuyorsun
geçmişi ötelemeden..
Havaya, toprağa, suya karışmak ve eriyerek suya karışan karçiçeği
olmak duygusu sarıyor her yanımızı..
Bizi gelecek güzel günlere sevgiden başka bir şeyin götüreceği yok..
Gün gelecek yeryüzünden gökyüzüne genişçe bir sevgi halkası kurulacak..
Halkanın etrafında özgürlük şarkılarımız olacak,
bir buluta değecek ellerimiz, kahkahalarımız
hürriyet tadında hınzırca saracak yeryüzünü..
İnsanları doğayı ve hayatı doyasıya sevecek insan denen şey..
Sevgilerimle Hena..
hena
Elbette insan, yalnızca sevgiden,kitaplardan,şiirlerden,sanattan ve en çok da doğadan yol bulacak kendine ve hayata.
Başka şansı yok çünkü..
Doğan,ne güzel umutların ve varlığın...
Çokça sevgilerimle...