- 658 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-BİR ZAMANLAR DÜNYA KUPASI-
Futbol ve onun en üst seviyedeki organizasyonu olan dünya kupası insanlığa aradığı topraklama imkânını sanal düzlemde verirken bir tür sistem içi emniyet süpabı teşkil etmektedir. Demem o ki, iktisadi ve toplumsal buhranların olası etkilerini minimize eden bir yönü olduğunu düşündürür bana. Ne ki, genelleme halini alan önermeler her durumda doğrulanabilir mi acaba? Sistem bir de bakarsınız yükünü taşıyamaz. Uluslararası dinamiklerin izdüşümü olarak gelişen olaylar saatli bomba misali patlamaya hazır bir hal alabilir de. Böyle zamanlarda da futbol tansiyonu düşürür mü?
1982 dünya kupası heyecanı tam da böyle bir atmosferde Falkland savaşının gölgesinde tutuşmaktadır. Eh! Aşkında farklı versiyonları vardır elbet. Bu bağlamda alırsak, 1981’de gerçekleştirilen masalsı bir düğünün yankıları anılarda yer almaya hazırlanırken yepyeni bir aşk mı filizlenmektedir insanlık aleminde?
Şu kadar ki, Arjantin’in bir önceki turnuvada kazandığı zaferi Güney Amerika’nın Avrupa’ya karşı başarısı anlamında müspet karşılarım. Ne var ki, aynı durum içeride militarizmi beslemektedir. Bir bakıma coğrafyada Güney Amerika kavramlaştırması ile uluslararası politikada Latin Amerika olgusu arasında ki kırılım açısı karşımızdadır. Matematiksel ve sosyo politik cebri ögeler harmanlanmak suretiyle farklı bir bakış açısında dünyayı kurgulamaktadır.
Latin Amerika ülkeleri ve özelde Arjantin üzerinden okuduğumuzda; 1982 yılına gelindiğinde ülkede diktatörlüğün çanları çalmaktadır. Bu sefer askeri yönetimin başı olan Galtieri, Atlas okyanusu üzerinde yer alan Falkland ve Güney Georgia adalarını İngiltere’den geri alır. Gerekçe adaların neredeyse Arjantin’in kıyı şeridi teşkil ettiği hususunda cereyan etmektedir. Haritaya göz attığımızda haklı bir değerlendirme olduğu anlaşılabilir. Güneşin batmadığı mitolojik bir çağın son nüvelerinden biridir açıkçası.
Dedik ya burası Güney Amerika. Bir anda Latin Amerika’ya dönüşebilir. Terminolojik kayma toprak kaymasına da benzemiyor. Elbette askeri yönetimin hamaset yaptığı iç siyasette ayakta kalabilmesinin pamuk ipliğine bağlı kaldığı hususu üzerinde durulabilir. Fakat bir ülkenin hemen karşısındaki bir adaya neredeyse dünyanın öbür ucundaki bir ülkenin sahip olması da akıllara ziyandır gerçekten. Ne çare ki, tüm batı dünyası da İngiltere’nin arkasındadır. Hatta askeri rejimi destekleyen Amerika bile. Üstelik bu destek soğuk savaş dönemi konjonktürüne rağmen sağlanmaktadır. Amerika ile İngiltere arasındaki stratejik ortaklık muhtemelen Galtieri yönetiminin dikkatinden kaçmaktadır. Ya da bu hususu anti komünizmle aşabileceklerini hesaplamaktadırlar. Öyle ya da böyle evdeki hesap çarşıya uymamaktadır. Ve İngiltere bu süreçte adaları geri alacaktır. Bu durum 1978’de futbolda kazanılan bir dünya şampiyonluğu ile kotarılan rejimin çökmesine ve Arjantin’in demokrasiye dönmesine yol açacaktır.
İşte İspanya’nın ev sahibi olduğu dünya kupası estirdiği romantizm rüzgârlarıyla insanlığı böylesi bir siyasi çalkantıdan kurtarmaktadır. Yoksa kurtarır mı görünmektedir? Sual ne makaleler yazdırır da, konumuzu fersah fersah aşmaz mı bu? Açıktır ki, bugün geriye dönüp baktığımda çocukluk yıllarımın duygularıyla çevrili bir başka albeniye sahiptir. Turnuva başlarken en çok merak edilen hususlardan biri hatta belki de başta geleni Maradona’nın neler yapacağı hususudur. Daha Maradona olmadan Maradona imgesi kazanmış biri vardır karşımızda. Futbol tarihinin o devre kadar görülmüş en astronomik transferini gerçekleştirmiştir bile. Barcelona Maradona’nın dünya kupasında sergileyeceği performansla fiatını katlayacağını hesaplamış ve kulüpler arası rekabetin batağına saplanmak istememiş olmalıdır. Oysa turnuvanın ortaya koyduğu tablo bu durumun tam tersidir. Maradona genç bir yıldız olarak adının ağırlığı altında ezilmektedir. Yalnızca Macaristan’a karşı takımını zafere ulaştırır. Geri kalan maçlarda markajdan kurtulamaz. Özellikle İtalyanlar’ın Gentile’nin sert markajıyla biçtikleri yıldız oyuncu Brezilya ile oynadıkları son karşılaşmada iyice çileden çıkar ve kırmızı kart görerek oyundan ihraç edilir.
İspanya 82’de yıldızlaşan bazı oyuncular aslında daha önceki yıllarda şöhret olup bu turnuvada da ünlerini pekiştirirler. Bu tarz oyunculardan Rummenige sadece benim değil o yıllarda birçok çocuğun idolü olmaktadır. Mahalle arası maçlarda ayağına topu geçirenin üstlendiği bir rumuzdur. Alman liginde elde ettiği gol krallıkları ve Bayern München ile Avrupa’da gösterdiği başarılar bu payeyi doğrulamaktadır.
Gerçi hayranlığın gözü kördür de. Rumenigge futbol yaşamının önemli bir bölümünde yalnızca rakiplerle değil sakatlıklarla da boğuşmaktadır. Özellikle 1984 Avrupa şampiyonası ve 86 dünya kupasında bekleneni gerçekleştiremez. Ancak iyi olduğu anlarda gerek Bayern’i gerekse milli takımı kamçılayan müthiş hırsıyla lider bir ruha sahiptir. 82 dünya kupasında bu enerji henüz Paul Breitner’in gölgesindedir. O yıllarda Almanya kalesini koruyan Schumacher yıllar sonra yazdığı hatıralarında Breitner’in karizmatik yönüne atıfta bulunur. Tam bir Bavyeralıdır. İtiraz edilmesi imkânsız müthiş bir kişiliğe sahiptir. Schumacher’in anlatısında Breitner deli gibi gece hayatı yaşasa da antremanlarda ve maçlarda zehir zemberektir.
Rummenigge işte bu Breitner’in ağırlığını duyurduğu bir dönemde çıtasını yükseltmektedir. Nitekim F. Almanya’nın final oynamasında en büyük rolü oynar. Hatta Rummenigge’nin sakatlığı sebebiyle oynayamadığı final kaybedilir. Oynasa, oynayabilse kazanılabilir miydi? Sanmıyorum açıkçası. Uzun yıllar Avrupa futbolunun değişmez denklemlerinden biri İtalya’nın Almanya’ya ters gelmesidir çünkü. Daha sonra değineceğim çok örnekleri vardır da; 82 finalinde de yıldızlar karması Almanların bir Rummenigge yok diye göz açıp kapayana kadar 3-0 geriye düşmelerinin kapasite ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Bu ancak dominant ve resessif karakterlerle açıklanabilir kanımca.
Turnuva’nın diğer bir büyük yıldızı İtalyanların meşhur forveti Rossi olmalıdır. Altın çocuk lakaplı Paolo Rossi 1980’de şike skandalına adı karıştığı için iki sene futboldan ihraç edilmiş bir emektar futbolcu gibi durmaktadır. İtalyan medyası bile teknik direktör Enzo Bearzot’u eleştirir. Öyle ya iki koca sezonu yitirmiş bir oyuncudan ne beklenir? Sakın Bearzot’un asker arkadaşı olmasın? Bu inançsızlık turnuva sırasında zort edecektir. Grup maçları sırasında ite kaka ilerleyen ancak averajla ikinci tura çıkan İtalya’yı mucizevi biçimde Rossi’nin golleri şampiyonluğa uçurur. Adeta golcü olunmaz doğulur dercesine gol krallığını kazanıverir. Elbette kırk yaşında ki dev kaleci Dino Zoff unutulabilir mi? Yine orta alanın beyni Conti’nin İtalyan takımında bir conta işlevi gördüğünü söylemek gerekir. Anlaşılan o ki, Rosconti yönetmenliğinde italyanlar filozofik bir buhranın pençesinden kurtulmaktadır. Eeee! Visconti’nin memleketinde başka türlü viski kürü de kâr etmezdi.
Turnuva’da farklı nedenlerle yazık olmuş iki takım Cezayir ve Brezilya’dır. Cezayir açıkçası tam sürprizdir. F. Almanya’yı 2-1 mağlup etmeleri dünya futbolunu şoka sevk eder. Ardından Şili galibiyeti gelir. Maalesef bir Avusturya mağlubiyeti ayak bağı olacaktır. Öyleki, grupta son maç Almanya ile Avusturya arasındadır. Avusturya’nın galibiyeti, her türlü beraberlik ve Almanya’nın farklı galibiyeti Cezayir’i ikinci tura çıkaracaktır. Fakat maalesef bunu mümkün kılmayan tek skor gerçekleşir. Almanların ilk dakikalarda buldukları golü al gülüm ver gülüm futbolu izler. Hani, çocukluğumuzun bir bilmecesi kurt, kuzu ve ot karşıya iki iki nasıl geçer sorusunun cevabı o gün bir futbol müsabakasında verilir. Yine Schumacher meşhur anılarında bu maçtan söz ederken aynı ırka mensup iki ülkenin takımları arasında belki sözlü bir diyaloğa dayanmayan sessiz bir anlaşmadır bu diyecektir. İki takımında gruptan çıkmasını mümkün kılan bir skor vardır ve bu gerçeği zorlayacak mücadele sergilenmez.
Diğer yandan Brezilya tam ziyan zebildir. Sözüm mübalağa mıdır acep? Turnuvanın başlarında bir Brezilya resitali izlendiğini hatırlayanlar için hiçte böyle karşılanmayacaktır. Geçtiğimiz yıllarda Fenerbahçe’yi de çalıştıran Zico’nun yanı sıra Socrates, Falcao ve Eder gibi yıldızlarıyla Brezilya tam bir şov programı sunmaktadır. Grup maçları sona erdiğinde şampiyon olacakları kesin gibidir. Böylesi bir imajı yakalayan Brezilya ikinci turda da Arjantin’i sürklase eder. Hele o Eder neydi be? Bir Merihli miydi ne? Ne çare ki o uğursuz İtalya maçı geliverir. Beraberliğin yetiyor olması taktiksel bazda Brezilya’yı ters köşeye yatırmış olabilir mi, bugün yine düşünmüyor değilim. Velhasılı kelam atı alan Üsküdar’ı geçmiştir bile. Tam bir hayal kırıklığı abidesidir Brezilya. Gönüllerin şampiyonu payesine ancak hak kazanırlar. Güzellik yarışmalarının sempati güzeli mi yoksa?
Gerçekçi olmak gerekirse İtalyan futbolu genel yapısı itibariyle elindekinin değerini bilen bir diplomat edasıyla 0-0 devam eden bir maçın galibiyete her an açılabileceğinin bilinci içerisindedir. Brezilya ise estetiği, temaşa zevkini skor düşüncesinin adeta önünde kılar. Açıkçası 82 turnuvası Brezilya futbolunda bir kırılma noktası teşkil edecektir. Elbette her zaman muhteşem enstantaneler, kareler verirler. Ancak bir daha hiçbir zaman katıksız bir gösteri takımı hüviyeti bulamayız. Kanımca dünya futbolunda bir Donkişot ruhundan söz edilebilirse, 82 dünya kupasında Brezilya milli takımı olmalı o.
L.T.
* 82 Dünya Kupasından bir enstantane
/Socrates, Falcao ve Maradona bir mücadele esnasında/
YORUMLAR
Temaşa zevki futbol ya da sporseverlik olgusunun temel bir yönü olsa da, yaşanan dünya tümleşik ögeler manzumesi teşkil etmekte; bu ise futbol ve spor kavramının sosyal bilimlerin süzgecinden geçmesini doğal ve hatta kaçınılmaz kılmaktadır. Aksi halde skorlar, yıldızlar, goller, rekorlar aleminin curcunası içerisinde afyonkeş bir izleyici olmayı aşmakta zor. Meğer ki, stres atmaktan ibaret bir gönül bağı kurmuş olalım...
levent taner tarafından 5/1/2018 4:08:42 PM zamanında düzenlenmiştir.