Yollar,düş durakları ve İstanbul..
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
’kendi sarmalında
döndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksin
kalsan da bir yer için, aslında hep gidiyorsun.’’
Evden çıkarken son defa göz attım çantama. Her şey hazırdı şimdi. Yalnızca ben...
Bu halimle nasıl yola çıkacağıma anlam veremiyordum…Gücümün tükenmesinden korkuyordum ... bu yolculuk için hazır mıydım, hiç bilemiyordum .
Huzursuzdum.
"İnsan nasıl kurtulur, kendini anlatmaktan?"
Daha önce İstanbul’a birkaç defa gitmiştim aslında ama hiç bu kadar yaralı olduğumu hatırlamıyordum. Hissettiklerimden adeta uzaklaşmak için daha önceki gezilerimi düşünüyordum.
Ne farkı var...aynı işte…
Bu defa o olmayacak yanımda, hepsi bu dedim kendime...İlk defa beni o karşılamayacak ve ben her tarafta o’nun izlerini arayacaktım. Yalnızca bu.
Neden bu kadar yoruyordum yüreğimi sanki. Üstesinden gelemeyeceğim bir duygu değil ki yalnızlık. Bundan şikayet eden olmamalıydım ben, hiç yakıştırmıyorum kendime bu zayıflık hallerini…Kendime kızdığımda işte hep böyle oluyordum, bir öğrencisini ödev yapmadığı için azarlayan bir öğretmen oluyordum bir an..
Ama işte yok edemediğim müthiş bir ağırlık vardı üzerimde, içimde dayanılmaz bir sancı..
Gökyüzü bile daralıyordu gözümde..
Bugün herkes için bu kadar gri mi her şey?"
‘’Ah, beni anında yine ona döndürmekte gittiğim bütün yollar.’’
Otogarda bir bankta oturup insanları izlemeye başladım.
Herkes kaç yaşamın içinden geçiyor her gün kim bilir?
Herkeste bir telaş, koşuşturmaca…yüzlerdeki telaşı okuyabiliyordum, bazılarında hüzün…
Ama kimse benim kadar kederli olamazdı. Bu sadece bu benim yazgımmış gibi kimsede kederi benden daha fazla hakkedilmiş olarak görmüyordum nedense. Belki de gizil gücün ya da yoksunluğun sahiplenme duygusuydu bu.
Hangi duygu bana ait kalıyor ki?
Otogarda bir çift sevgiliye takılıyor gözlerim, gözlerini birbirlerinden ayırmadan öylece bakıyorlar birbirlerine…ara sıra kız başını sevgilisinin omzuna dayıyor, ikisi de ağlamaklı...Genç adam usulca öpüyor sevgilisinin saçlarını…
Hemen ötedeki köşede, orta yaşlarda top sakallı bir adam ayak üstüne ayak atmış elindeki kitaba dalmış, etrafındaki hiç kimse umrunda değilmiş gibi...Ne kadar rahat görünüyordu ve nasıl da kaygısız…Gerçekten o kadar kaygısız, neşeli olmanın bir yolu var mıydı yoksa bu yaradılışla gelen bir özellik miydi? bunu öğrenmek için çok yaşlanmıştım belki de. hem öğrensem de ne değişecekti ki…
Otobüsler sürekli yer değiştiriyordu peronlarda, gidenler gelenler arada boğuk sesle yapılan anonslar….Otobüsünü kaçırmış bir kişi telaşla koşarak yetişmeye çalışıyor. Bir kadın bir elinde sigarası
diğer elindeki cep telefonuyla birisiyle konuşuyor, sesini yükselttiği anda istemsiz dinliyorum o’nu. Patronla ilgili konuştuğunda küfreder gibiydi. Bakışlarımı fark ettiği bir anda ürperiyorum. Bir anda patronuna duyduğu öfkeli bakışlarını üzerimde hissediyorum, hızla başka yöne çeviriyorum bakışlarımı.
Neden gelmiyor şu otobüs hala?
Otogarlar hep ilgimi çekmiştir aslında…duygusallığımı alt üst eden bir yerdir çünkü, tren garları da öyle…Gidenlerin hüznü sarmalar bazen…O son bakışlar, el sallayışlar..Vedalar hep üzmüştür beni, her veda bir şeylerin sonu olmaz mı bazen?
Ya da yeni başlangıç değil midir son’u geride bırakan? Sanırım en acı olanı insanın kendine yolculuğu..
‘’Nereye gidersen git, ait olduğun bir yer olmayacak. Gideceğin tek yer kendi iç dünyandır.
sana en yakın en uzak yer orasıdır.’’diyordu bir yazar.
‘’Vazgeçmek’’ ile ‘’gitmek’’ ne kadar uzak birbirine?
Gitmek ne kadar uzak insana?
‘’Gitmek, ne kadar uzaktır yarına?’’
Belki de en iyi ölüler bilir bunu…
Birden bir genç kız takılıyor gözüme, kıvırcık saçlarını toplamış olabildiğince bitkin ve kaygılı…
Sağa sola koşuşturuyor durmadan, Birini mi arıyor otobüsü kaçırmış olma telaşı mı anlayamıyordum. Saate ve etrafına bakıp duruyor. Beklemekle yetinmedi otobüs yazıhanesine gidip bir şeyler sordu ;ama telaşı hala yüzünde duruyordu.
Aradan yaklaşık on dakika geçmemişti ki bir askeri araçtan iki asker ve aralarında bir mahkum belirdi, mahkumun kollarında kelepçe vardı, şaşkın şaşkın bakıyordu etrafına.Kız asker arabasını görünce arabaya hızla yöneldi, birkaç adım atmıştı ki görevli askerin sert bakışlarıyla karşılaşınca duraksadı. Kızın telaşlı bakışları müthiş hüzne dönüşmüştü, gözlerindeki yorgunluğu okuyabiliyordum, mahkum henüz kızı görmemişti, bakışları karşılaştığında çok kısa bir tebessüm için anlaşmış gibiydiler ikisi de…Çok sürmedi ama…Genç kız uzaklaştı arabadan, Beklediği kişi bu mahkummuş demek ki…Ya da bana öyle gelmişti. Genç kız bir tarafta durmuş, sadece mahkuma bakıyordu, mahkum ise merakla etrafına bakıyor arada gözlerini kaçırıp kıza bakıyordu.
Bu kızla mahkumun içinde olduğu öykü neydi acaba?
Ve niye elleri kelepçeliydi şu adamın?
Bende hep olurdu bu, insanların gözlerinden, bakışlarından, oturuşlarından hayatlarına dair çıkarımlar yapardım hep, vardığım sonuçlarda yanılıp yanılmadığım hakkında bir netliğe varamazdım ama çıkarım yapmaktan alamazdım kendimi yine de…Kızardım da kendime aralarda ‘sana ne insanlardan’ diyerek. Öylesine odaklanmıştım ki İstanbul’a gidecek oluşumu unutturmuştu bir an bana bu genç kız ve şu mahkum.
Ve nihayet otobüs gelmişti.
Evden çıkarken duyduğum sızıyı hissederek aradım koltuk numarasını. Henüz yerleşmiştim ki o genç kız koltuk numarasına bakıp yanıma oturdu. Bir an sevinmiştim, belki de merak ettiğim öyküyü o’nun ağzından dinleyecektim; ama içimde bir kuşku da olmamış değildi…Merak, kaygı, hüzün karmaşasıyla yolculuk başladı nihayet. Genç kız hiçbir şey konuşmuyordu, çantasından bir kitap çıkarıp okumaya başladı. yalnızca arada bir en arkada oturan mahkuma bakıyordu göz ucuyla.O, baktığı anda sormak geçiyordu içimden ama bir türlü cesaret edemiyordum.
Kulaklığımı takıp müzik dinleyerek pencereden dışarıyı izlemeye başlamıştım. Yanımda oturan kız ise bir ara çantasından çıkardığı bir zarfın içindeki mektubu okumaya başladı. Ona baktığımı fark edince gülümsedi, yüzünü çevirip uyumaya çalıştı, uyuyamadı. ben de…
Yolculuğun ilk molasına yaklaşmıştık, görevli askerlerden birisi genç kızın yanına gelip:’’ birazdan mola yerinde biz de aşağı ineceğiz, kardeşinize kesinlikle yaklaşmayın, mola sırasında yalnızca yiyecek alın. ama siz getirmeyin ona.ve konuşmak için sakın yaklaşmayın. ’’dedi. Genç kız başını eğip peki, dedi.
Mola yerine varınca kız hemen lokantaya gitti, yemek siparişi verip elinde çayla mola yerinde yürüyüşe başladı.
Yanına gittim, sigara uzattım. Gülümsedi. Kullanmıyorum, teşekkürler dedi.
İstanbul’a mı diye sordu?
Evet, dedim.
İkimizde çeşmeden elindeki şişeye su dolduran kadına bakıyorduk. Başka bir şey konuşmadık.
Mola süresi bitince yerimize geçtik.
John Fowles’in dediği gibi ‘’yeni insanları tanımak bana zor geliyor, bir sürü düğüm çözmek zorundasın.’’
Önceden tanıdıklarını anlamak da zor geliyorsa… Ah, o zaman ne yapmalı?
Bir başkasıyla –hem de hiç tanımadığım bir başkasıyla-hüznün en acı rengini paylaşıyorduk ortak olduğumuz bir zaman ve şu koltukta…Birazdan O, hemen birkaç adım ötesinde duran abisiyle belirsizliğe doğru yol alacak, bense varacağım şehirde aynı göğün altında aynı havayı soluyup belki de bir daha hiç göremeyeceğim kişiye dair pek çok anlam arayacaktım.
Hayat, sadece bir anlam arayışı mıydı?
Genç kıza mahkumla ilgili hiçbir soru sormamıştım yolculuk boyunca ,o da hiç konuşmadı. İstanbul’a vardığımızda ‘hoşça kalın. ’diyerek indi otobüsün arka kapısından. Mahkumu bekleyen bir araç vardı, görevliler o’nu araca götürürken genç kız uzun uzun baktı ardından. Mahkumun arabası yok olana kadar bekledi, yazıhaneye gitti, bir bilet alıp otogarda bir bankta oturdu. Beni fark etmemişti bile.
Yanına gidip konuşmak istedim bir an…Vazgeçtim.
Taksi gelmişti.
Ne bu şehir ne bu gökyüzü ne biz insanlar…
Kimse kimseden haberdar değil.
Herkes gizlediği benliğinin sığınağında saklıyordu kendini.
www.youtube.com/watch?v=OQwe6z8hTuA&index=6&list=RD-QOZg78QMmk
YORUMLAR
Düş duraklarında ne kadar an'ın titreşimleri vardır diye düşünüyorum..
Bir şiir, şarkı ve ya bir resim, bir fotoğraf, hikaye hatta film,
bir an'da çarpar insanı..Akıp giden zaman sanki o an durur..
Bir sanat ürününün, insan yaşamında örtüştüğü bir duygu
titreşimi vadır an'da..Gidilmeyen, görünmeyen, dokunup hissedilmeyen
ulaşılmayan bir çok isteklerin ve hissin ertelendiği an unutulur..
O an yürekte özgürlüğün coşkusu kuşkusuz tanımlanamayacak kertededir..
İnsanın, içindeki küskün çocukla barıştığı an'dır..Zaman içten ve ılıktır..
Kompleks ve kibir kendini tatlı bir kırmızıya bırakır..
Siyasi, tarihsel hatta sanatsal bilincimizin elde edilmesi, arada
kalan kültür fenomeni kurtarabilir mi?..Günlük yaşam içerisinde
ilişkilerin tutsağın da kurtulmak, akan zaman içerisinde bir sır mı?..
Yoksa insanlık tarafından keşfedilmeyi bekleyen bir define mi?..
Dün-bugün ve ya gece-gündüz arasında sıkışıp kalmış
güneşin sıcaklığında bizleri bekleyen bir güzel 'düş'ün' yüreği mi?..
Tutkulaşan ütopyaların kısa serivenler değil, bunu biliyorum Hena..
Etrafında sürüp giden hayatlara tüm detayları ile bakarken
'yüreğindeki 'özgür düşün' bir film şeridi gibi akıp gidiyor..
Cumartesi kulağıma fısıldamıştı yazını, fakat bekledim,
üzerinden biraz zaman geçmiş yazılar bazen anı anına
yazılanlardan daha vefalı olabiliyor çünkü..
Hani Emirgan'da şiiri okudunmu diye sormuştun
şiir ne ki, pek çok yazılarıda okudum..
Özellikjle son yazını..Nelermi oldu sonrasında..
İstersen uzun uzun anlatmayı mektuba bırakayım..
Düşlerine güneşln yedi rengini adıyorum..Sevgilerimle..
hena
Yazıma yorumun da yazının düşündürdükleri,hissettirdikleri de hepsi çok değerli benim için Doğan.Bunu biliyorsun.
Emirgan'da şiiri okumanı unutmayacağım Doğan,nasıl mutlu olduğumu anlatamam.
Ne diyebilirim ki...Ben öyle yorum ve yorum cevapları yazamıyorum da..
Cumartesi'ye mektup yazayım en iyisi:)
sonsuz teşekkürler ve çokça sevgiler Canım arkadaşım..
sorgulayan düşündüren ve biraz da insanın iç dünyasına inen güzel bir yazı hena...
ilk bölümler gözüme sıradan ve yavan görünse de sonradan kendini toparladı çeki düzen verdi yazı...
insanları gözlemleme ve tasvir etme yönünden kendimi de buldum diyebilirim...sanki ben de bahsettiğin türden bir otogardaydım...yılların yorgunluğunu üstünden atamamış yaşlı bir bankın üstüne tünemiş ve insanları telaşlarıyla kucağımda ağırlıyor ama onlara hissettirmiyordum...gözlerini birbirinde çekimser ve tedirgin buluşturan o solgun yüzlerine baktıkça gitgide anlamsızlaşıp donuklaşan ve aniden yolunuza çıkan bir sis bulutunun yine aniden ortadan kaybolması gibi bi görüntü çizip yine hafızalardan çabuk silinen insanlar...bi heykelden farksız bi süre seyretmeye devam edersiniz ama o kadar...sizi ileri bi uç noktaya taşımayacak ve varlığını orda herkesin gözü önünde unutturacaktır belki de...bazen de tam tersi olur...bi noktaya çok uzun süre bakarsanız içinden çıkılması zor, karmakarışık şekillere bürünüp, daha da sır küpüne dönerler...işte ben bazen bu insanlara çok da ilişmeden , tek kişilik görüntüme milyonları tıka basa sığdırma gereğini de duymadan, haddinden fazla lüzumsuz sokulmanın ve biraz da rahatsızlık verme kaygısını içimde belli belirsiz güderek uzak köşeleri sığınak bilirim hep...öyle camın kenarında göz temasından biraz uzak ama dışarıyla da büsbütün ilişkisini kesmemiş ya da arka dip köşedeki izbe bir koltuktadır sanki aradığım huzur...yine de bir gözüm onların üstündedir hep...sessiz bir dayanışmayla aramızdaki uçurumları ya da vakur sessizliğimizi bu şekilde güvende tutup paylaşmaya yanaşmayız aklımızdan geçenleri...ağız ucundan alınmış kırık bir tebessümle herkes bir merhaba'nın peşinden hızlıca koşan hoşçakallara gebedir hep...
yolculukları severim ben hena...karada da yerde de değişmez...o yollar napar eder dünyanın bütün tozlu taşlarını kirpiklerine teklifsiz ve cüretkãrca serer...yolculuk bittikten sonra da gölgenin bi süre orda aylak aylak dolaştığını hissedersin...ya da ruhundan habersiz tüyen huysuz ve iradesiz bir düşün, ayakların henüz yerdeyken ve sanki sana nispet yaparcasına bulunduğun mekanı da biran önce terk etmek istercesine kuş gibi kanatlanıp bilinmeze uçtukları da oluyordur bazen...
sevgimle hena...
Gule tarafından 4/29/2018 1:41:54 PM zamanında düzenlenmiştir.
hena
Forumunda yazdıkların,bazen alıntı olarak paylaştığın ve yorumlarında çoğu zaman ben de kendimi buluyorum Gule.
Tek farkımız şu olabilir ancak,ben çok hızlı ve özensizce anlatırım.Sen içselleştirirerek adeta yaşayarak yazarsın.
Ama şundan eminim Gule, ne kadar iyi yazarsam yazayım anlatmak istediğimi asla zihnimde ve ruhumdaki haliyle yansıtamam.
Bu, hem iyi kötü galiba.Bilemiyorum.
Okuman ve yorum yazman mutlu etti Gule,Teşekkürler.
Çokça sevgiyle Can.
Gule
seni okumak her zaman güzel gülüm...çokça sevgiler yolluyorum sana...
Kelamı, sunumu ile yürekte taht kuran değerli kaleminiz ile güne umut taşıdınız.
Önemli olan yine kendimiz olmak ve yine çoğu kalem tarzını da yüreğini de yansıtıyor akıp giden kelime ırmağında.
Bir farklılık ve bir farkındalık yine yüreği cezbeden içimizde saklı tuttuklarımız.
Yazmak özel bir duygu ama ötesinde olan bir şey var ki...
Sahiplenmek sonra sahibi olduğunu sandığımız ortaya sunmak aslında yüreğin akışı ile hayatın akışını eşleştirip bir şeylere bel bağlamak ya da saklı tuttuklarımızı pay edip yüreğimizi bölmek parça parça ve armağan etmek insanlara derken büyüyen, devleşen bir sevgi ve umut tezahürü kısaca evrene sahip çıkma dürtüsü aslında sevgiyi boca edip sevilmeyi ve sevmeyi hor görmeyenlere ulaşıp bu sevgi ve umut ile beslenmek...
Sevgilerimle ama tüm içtenliğimle.
Bir kalemi tanıyorsanız öyle ki o kalemin yazdıklarından rengini düşüncelerini kalemin nasıl yaşadığını bilisiniz evet kalemler yaşar bir şair yaşamak yasak diyorsa yaşadığı çok şey vardır Uzun bir zaman oldu sanırım iki gün önce bir tanıdık kalemin şiirine yorum yazmıştım bu günde baştan sona üç defa okuduğum düş ve İstanbul kısaltılmışından düşleri dolu dolu yaşayan düşünen düşleyen biri olarak düş dediğimiz zaman bile çok yönlü bir iş yaparken bile önce düşünmek sonra dinlemek çok önemli hele hele dinlemek konuşmaktan bile hele bir de derin dinlemek dahi kulağı ile buraya bir anımı yazmadan geçemeyeceğim düşün yaratıcı beyin algı boyutu ile birlikte degerlendirmek gerek Yürümeyi çok severim esnafa Merhaba demek güzel dileklerde bulunmak beni mutlu eder. Sabahları bir çay bahçesi var mutlaka ugrarım üç kardeş çalışıyor bir gün gitmesem hemen babasına Hasan Amcam gelmedi diyen daha birinci sınıf öğrencisi okuma yazmayı yeni öğreniyor Çocuğun gözü önünde biri izmariti yere attı Esma bir kağıda izmaritler için bir yazı yazmanı istiyorum düşün ve akşam dönüşte yazdığını okuyacağım dedim ve yazdığı " Yere sıgara atarsanız amcamı carırız" Zaman en kıymetli olan bunu neden yazdım kalemin içinde bir çocuk duygusu yakaladım tertemiz bu duyguları yasattınız bana Kutlarım.