- 1110 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Arafı İkamet Seçen Kadınlar -Anadolu Kadınları - 5
Arafı İkamet Seçen Kadınlar -Anadolu Kadınları - 5
Sude Nur Haylazca
İş elbiselerimi, gardrop anahtarıyla birlikte teslim ettikten sonra arkadaşlarımla vedalaştım. En az benim kadar garipsediler durumu. Sonja, bundan sonrasında da görüşmek istediğini söylerken, gözlerinin ıslandığını farkettim. Ben ise şaşkın ve öfkeliydim. Ardıma bakmadan uzaklaşmaktan başka bir şey düşünmüyordum.
Tramvay durağına doğru yürürken birinin bana seslendiğini duydum. Dönüp baktığımda, Naz´ın samimi olduğu arkadaşlarından biri olan Özlem´in teyzesi olduğunu gördüm. Yeğeniyle hemen hemen aynı yaşlardaydı Hasret.
- Nasılsın?
- İyi, sen?
- İyi, iyi görünmüyorsun.
Yüzümdeki ifadeden, birşeylerin ters gittiğini anlamış olmalıydı. Daha demin çıkarıldığım iş yerinde personel şeflerinden bitanesi de Hasret`in erkek yeğeniydi. Güvenebilsem, soracaktım işin aslını... Türk Ali biliyordu kesin, diğeri de.
-Yooo iyiyim.
Hiç önemi yoktu şu an, iyi olmak, iyi olabilmek. Bir önemi var mıydı, cidden...
Bana bakışlarından ona inandırıcı gelmediğim anlaşılıyordu. Her an ağlamaya hazır gözlerimi kaçırdım. Sorgulayarak bakan bakışlarından çekip aldım çaresiz bakışlarımı. Ağzımı bir açsam, çorap söküğü gibi arkası gelecekti. Ortaya saçacaktım biriktirdiklerimi. Kendimi tehlikeye sokacak cümleler kurmaktansa, susmak sığındığım en iyi yoldu. Sığamasam da bu sessizliğe!
Hasret de yeniydi bu ülkede. Anlayabilirdi belki de beni, anlatabilecek cesareti kendimde bulsam...
Başım önde tramvayı beklerken, felaket tellalcısı Makbule´nin tiz sesiyle irkildim.
- Merhaba, işten çıkarılmışsın.
Yüzündeki o sinsi gülümsemeyi bugünmüş gibi hatırlıyorum. Cevap verme gereği duymadan ifadesiz yüzüne baktım bir kaç saniye. Onu duymazdan gelmeme aldırmadan konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
- Senden memnunlardı hani, ne oldu. Uyarı filan da almadın, aniden çıkarmaları tuhaf. Acaba biri mi şikayet etti.
Onu tanımlayacak tek kelime çirkefti.
Ben çalışmaya başladıktan bir ay sonra, önce Makbule sonrasında da Naz yanımda iş başı yapmışılardı. Karekterleri biribirine o kadar çok benziyordu ki kardeş olsalar ancak bu kadar benzeşirlerdi. Sürekli etrafımda dönüp sohbet başlatma hevesini ve ağzımdan laf alma çabasını boşa çıkarıyordum her seferinde. Sohbetine eşlik edecek kadar samimi bulmuyordum. Düşüncelerimi saklamak değildi bu sadece paylaşmıyordum. Benim bu kadar temkinli davranmam onu çıldırtıyordu.
Son nefesimi vermemi büyük bir iştahla bekleyen akbaba sürülerine benziyordu, Naz ve arkadaşları. Peki ben kolay teslim olacak mıydım.
Bitkin ve kızgın bir ruh haliyle kendimi evime attım. Çocuklar ters giden bir şeyler olduğunu sezmişlerdi. Belki de onlardan saklamam gerekiyordu. Saklayamadım, onlardan başka dertleşecek kimsem yoktu. Bu süreci yaşarken mantık uğrayacağım en son duraktı. Çevremdeki hiç kimseye güvenmiyordum içimi döküp rahatlayacak kadar.
Çocuklarım da en az benim kadar üzülmüşlerdi. Yüzlerindeki buruk ifadeyi gördüğümde kendime kızdım. Onları teselli etmeye çalışsam da bu o kadar kolay olmadı.
- Peki ne olacak, anne! İş bulamazsan?
Sırat´a dönüp baktım uzun uzun.
- Bulurum, merak etmeyin siz.
Aynı soruyu içimden defalarca ben de geçirdim.
- İş bulamazsam ne olacaktı.
...
Geç saatlerde kardeşim telefonla aradı.
- İşten çıkarılmışsın.
- Evet.
- Bir gerekçe sundular mı peki.
- Almancam yetersizmiş.
- Bugüne kadar sorun olmamışsa bugünden sonra hiç olmaması lazım. İşe başladığında tek kelime bilmiyordun. Şimdi; en azından biraz da olsa konuşabiliyorsun. Biri işten çıkmana sebeb olmuş olabilir mi. Öyle bir şey sezinledin mi. Çünkü bu gibi durumlarda açıklama yapmak yerine öylesine bir sebeb de öne sürebiliyorlar.
- Bilmem, olabilir.
- Peki, kim olduğunu tahmin edebiliyor musun.
-Sanırım, evet.
- Kim diye sormuyorum. Biliyorsan sorun yok. Bugünden sonraki adımlarını ona göre atarsın sen de. Demek istediğim insanlara karşı daha dikkatli ol. Sana kimden zarar gelebileceğini iyi tahlil et.
Kardeşimle aramda geçen bu dialogtan sonra anlamıştım ki isim vermeden konuşabilirdik sorunları. Bildiğimizi birbirimize hisettirmemiz yeterliydi. İsim verip ortalığı alevlendirmeye gerek yoktu.
- Neyse abla başka iş bakacağız, moralini bozma. Biliyor musun, sen işe başladığında çok şanslı olduğunu konuşmuştuk Naz`la. Buraya yeni gelenler genelde temizlik işine giriyorlar. Almancası yeterli olanlar bile istedikleri işlerde çalışamıyorlar. Senin işin güzeldi, en azından temizlik değildi. Artık sana da temizlik işi bakacağız mecburen. Naz da şimdiye kadar temizlik işlerinde çalıştı. İlk defa kasiyer olarak çalışıyor. Daha öncesinde yaşlılar evinde çalışıyordu.
Taşlar yerine mi oturuyordu, kafa mı atılıyordu. Kurtulmak istediğim bu kaostan hiç kurtulamıyacakmışım gibi geliyordu.
Kısa bir süre sonra yaşlılar evinde işe başladım. Naz´ın daha önce çalıştığı yerde!
Naz`ın yaptıklarını anlamazdan, görmezden gelirsem bana daha az zarar verir diye düşünüyordum. Burada kalmak istiyorsam susmalıydım. Türkiye´den buraya gelmek için elimde avucumda olanı harcamış üstüne de borçlanmıştım. Geri dönersem borçlarımı ödeyebilmem nerdeyse imkansızdı. Diğer yandan geldiğim için çok pişmandım. Uzaktan göründüğü gibi değildi hiç bir şey.
-Annemin yazılmayan mektubuydum, babamın sis bürümüş gözlerine bırakılmış bir sevda...
En çok ben yalnızdım on´ca kardeş arasında. Kendime sarmaşığım, içten içe zehirli sarmaşık ıssızlığım..-
“Halimi anlatacak sözler yazamam artık
Bu kavruk mektuba
Rüzgârdan yan yatmış otlar koydum
Gerisini sen anla.
Ankara,
Kekliğinim, boynumda bir siyah halka.
Birhan Keskin”