- 436 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Teneffüs Coşkusu
Taksim’deydim bundan bir hafta evvel. Fırtınanın ortasında apansız tezahür eden kayıp bir ada gibiydi muhit. Kıyılarına yoksulluk ve sefalet vurmuş melun bir ada. Tünele kadar inen taş parke kaplı ana yol, meydanın kalbinden ara sokaklara kirli insan pompalıyordu. Kurtuluşu umanlar, köşelere sinmiş, açıklardan gelen yardımı bekliyorlardı. Ümit beslemekten yorulmuş olanlarsa makus talihlerini kabullenmişlerdi. Her çeşit satıcı önlerindeki taşınabilir stantlarda mallarını teşhir ediyordu. Kapalı dükkan kepenklerinin önüne öbek öbek birikmiş çakma hippiler, gezgin müzisyenler, dansçılar yeteneklerini sergileyip dikkatleri toplamaya çalışıyorlardı. Taksim’e eğlenmek için gelen turistleri yolunmuş tavuğa çevirmek için açgözlü kurtlar, kurdukları tezgahların arkasında sinsice beklemekteydi. Bunlar bu adanın misafirperver yerlileri, sahip oldukları tek evin bekçileriydi. Alık ve heyecanlı turistlerle ayrımları sarihti.
Bir grup evsizin yanından geçtik kuzenimle birlikte. Acıyan bakışlarıma sevecen bir perde indirip selam verdim içlerinden birine. Bununla yetinmeyip hal hatır sormak istedim. Cana yakınlığımız ilgilerini çekmişti. Dökülenlerden arta kalan, tütünden ve şaraptan sararmış dişlerini ele verecek şekilde yarım ağızla gülümsediler. Üzerlerindeki yırtık giysilerde tek bir temiz yer kalmamış, çökmüş omuzlarının arasında kalan göğüslerinde sayılan kemikleri kurumuş, sakatlanmış uzuvlarıyla ağır aksak yanımıza yaklaştılar.
Yüzleri pervasızca oyulmuş, çizgileri talan edilmiş bir şehrin yanmış sokakları gibi kıpırtısız, ruhsuzdu fakat konuşmaya başladıklarında müşfik birer babaya, amcaya, halaya dönüşüyorlardı. Ağızlarında çiğnedikleri sözcükleri heyecanla ıslatıp tükürerek konuşunca bahisleri çocuksu bir serzenişe dönüşüyordu. Sohbet koyulaştıkça merhamet dizginlenemez bir at gibi koşturmaya başladı göğsümde. Onlara yardım etmek ihtiyacı duydum. Cebimizde kağıt veya madeni ne varsa ceplerine sıkıştırdık. Yine de yeterli değildi.
O anda bazı sözler vermeye, ömrümü onları bu durumdan kurtarmaya adayacağımı söylemeye hazırdım. Peki ya kurtulmak istiyorlar mıydı? Bu insanlar dışarıdan bakıldığında sefalet içinde yaşayan insanlardı evet, bu doğru. Fakat onları biraz tanıdıktan sonra hayatta kalmanın özgün bir tarzını geliştirdiklerini de görürdünüz. Kendilerini yağma ve zorbalıktan, acı ve sefaletten yalıtmanın bir yolunu bulmuşlardı. Kapalı, şeffaf bir fanusun içinde gitgide birbirlerine benzemişlerdi. Kendilerinden olmayan içlerine giremezdi. Ve bu tecrit içinde olabildiğince masum, doğal ve samimiydiler.
Gözlerinde okul bahçelerinin teneffüs coşkusu vardı. Oyunları onları çocuklaştırmış, saflaştırmıştı. Bizim dünyamıza ait bayağı, çirkin ne varsa kirlenmekten muaflardı. Onlar için kötü bir son yoktu. Ölüme karşı tılsımlı olabilirlerdi ancak yaşama karşı zayıf düşmüşlerdi. Sağlıklarının bozuk olduğu aşikardı. Her biri kendi travmasının suretiydi. Geçmişleri ve kimlikleri silinmiş, kayıp, kimsesiz ruhlardı. Yurtlarından men edilmiş, çoktan tarih olmuşlardı. Bu yaşantıyı tercih etmekten çok mecbur bırakılmış olmalıydılar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.