doğruluğunu bilemem
ISMARLAMA MILLETVEKILI
1931 yilinda 2. Ordu Müfettisi Fahreddin Altay’a, Cumhuriyet Halk Firkasi Genel Sekreteri Recep
Peker’den bir telgraf gelmisti. Telgrafta, kendisinden bir "köylü meb’us" bulmasi istenmeeekteeydi.
Ismarlanan meb’usun özellikleri ile alakali olarak da sunlar kaydedilmekteydi:
"Konya’dan bir çiftçi meb’us yapmak kararindayiz. Reis-i Cumhur hazretleri, arzu edilen evsafta bir
namzet bulunmasi isinin bizzat zat-i devletlerine havalesini irade buyurdular. Namzette arzu edilen
evsafin esaslarini asagida yaziyorum.
Namzet mütegallibe olmamali, kimsenin adami bulunmamali, az çok arazi ve çift çubuk sahibi olmalidir.
Civar veya tensib buyurulacak köylerden bizzat görülüp seçilmesi hususunda zat-i devletlerinin
zahmet ihtiyar buyurmalarini rica ederim. Eskiden askerlik yapanlar tercih edilebilir.
Esaslar sunlardir:
1- Namzet meb’us seçildikten sonra da çiftçi kalacak, hayatini terketmeyecek, meslegine daima sadik
kalacaktir. Meb’uslugunda, tatil zamaninda yine meslegine merbut kalacak, tatilinde köyünde ayni hayat
tarzini yasayacaktir.
2- Behemehal milliyetperver olacak, beynelmilel her cereyana aleyhtar bulunacak, gerek meclisteki hal,
vaziyet, söz ve faaliyetinde ve gerek meslekdaslari ile temaslarinda daima bu nokta-i nazari
takip edecek.
3- Cumhuriyet Halk Fikrasi’na ve onun bütün prensiplerine, akidelerine, hareketlerine tam sadakat
sahibi olacak ve meb’uslugu müddetince bu vaziyetini muhafaza edecek, mutaassip olmayacak.
4- Meclis’teki hayatinda, hal ve vaziyeti ve kiyafeti esas memleketindeki gibi olacak, meclis
içtimalarina ve her yere kasketi, poturu ile gelecek, gündelik hayat tarzini degistirmeyecek, yalniz
merasim günlerinde herkes gibi frak-jaketredingot giyecek.
5- Yeni harflerle az çok okur-yazar olacak, bu hususta eksikligi varsa meclisteki hizmeti esnasinda
çalisip tamamlayacak.
6- Konuskan, zeki ve akl-i selim sahibi olacak, çok yasli ve mütegallibe olmayacak.
7- Mücadele-i Milliye’de bir lekesi olmamali, muhitinde nazar-i dikkati calip bir kusur
ve sevimsizligi bulunmamali.
Milli Mücadele’de hizmet etmeleri ve intibahatta ve diger vesilelerle firkamiza hizmet etmis olmasi
arzu olunur. Hiç olmazsa muariz bulunmamis olmali, firkaya kaydi yoksa derhal yaptirilmalidir."
Fahreddin Altay’ bu siparisi alir almaz Konya’nin merkez ilçelerinde günler süren aramalar sonucunda
aranan vasfa uygun biri olarak Mustafa Lütfi Bey’i bulmus ve bu ismarlama zat mecliste sekiz yil
milletvekilligi yapmisti.
/////////
INÖNÜ ANSIKLOPEDISI VE BIR ITIRAF
Ismet Inönü’nün "Milli Sef ve Degismez Genel Baskan" ünvaniyla anildigi dönemde, Milli Egitim
Bakanligi’nca 1943 yilinin Cumhuriyet Bayrami’ndan itibaren "Inönü Ansiklopedisi" adiyla nesrine
baslanip, daha sonra "Türk Ansiklopedisi" adini alan bir eser hazirlatilmaya baslanmis, ancak bu kirk
yilda tamamlanabilmistir.
Bu ansiklopedideki "Sultan Vahdeddin" maddesinde; "zeki ve bütün tarihi belgelerden anlasilacagi üzere
son derece namuslu" diye yazilarak, resmi görüsün ragmina hakikat ifade edilebilmistir.
Ancak bu gerçegin bir devlet ansiklopedisinde bu sekilde itiraf edilmesi bazi kimseleri oldukça tedirgin
etmistir. Nitekim, CHP Kocaeli milletvekili Ismail Arar TBMM baskanligina bir takrir
(önerge) vererek, ansiklopedideki bu maddenin kim tarafindan yazildigini Milli Egitim Bakanligi’nin
açiklamasini istemistir.
____________________________________
AMERIKAN MANDASI
Ismet Inönü, memleketimizin dört bir yandan düsman tarafindan isgal edildigi günlerde kendisinin de Milli
Mücadeleci oldugunu ilan etmesine karsilik, gerçekte Milli Mücacdele’ye inanmayip mandacilik taraftari idi.
Nitekim, 27 Agustos l9l9’da Kazim Karabekir Pasa’ya yazdigi mektupta söyle diyordu:
"Bütün memleketi parçalanmadan ancak bir Amerikan mandasina tevdi etmek, yasayabilmek için yegane ehven
çare gibidir."
/////
KÜRTLERİN, İHANETİ İLK DEĞİLDİ’Kİ
1918 İngilizlerin İstanbul’u işgali sırasında. Abdullah Cevdet’in yazı yazdığı JİN isimli gazetede "Kürtçe hayat demek" Kürt haklarını savunduğu için, tehlikede olduğunu söyleyerek İngilizler tarafından sıhhiye müdürlüğüne atanır..
BU HADİSE BU GÜNDE BİR ŞEKİLDE DEVAM EDEGELMEKTEDİR!!
BU GÜNDE, “ABDULLAH CEVDETLER” ÜLKEMİZDE HER ALANDA SİNSİCE DEVAM ETMEKTEDİR!!!
BUNLAR ÜLKE GENELİNDE HER MEVKİİ İŞGAL ETMİŞLERDİR!!
HALİDE EDİP ADIVAR’IN AMERİKAN MANDASI OLMA YOLUNDAKİ MUSTAFA KEMAL PAŞAYA TELKİNİ!!!
Atatürk’e ABD mandasını kabul etmemizi tavsiye eden mektubun yazılmasında da hatta Ankara ziraat mektebinde şifahi olarak da söylenmesinde ismet paşanın payı vardır. İsmet Paşa başından beri ABD mandasının kabul edilmesi yolunda görüşler ortaya atmıştır.
KAZİM KARABEKİR PAŞAYA DA BU KONU İLE ilgili şu mektubu yazmıştır…
İşte sizin kahramanınızın iç yüzü..
K.KARA BEKİR PAŞA (ismet beye şu ricada bulunur) Beni Erzurum’a tayin ettirmenizi istiyorum. ben orada halkı aydınlatırım.
Şarkta bir Türk idaresi kurup, orayı tehlikeden kurtardıktan sonra garb için çalışırız demiştir..
İsmet beyin cevabı ise şöyledir
Tehlike çok büyük söylediklerini yapmam imkânsız.
Kazım Karabekir Paşa Doğu bölgesinde görevlendirildikten sonra
İsmet beyin KAZIM KARABEKİR PAŞAYA YAZDIĞI MEKTUPTAN BAZI PARAĞRAFLAR..
Kardeşim kazım.
Anadolu da halkın, Amerikalıları herkese tercih ettikleri ortamda. Amerikan milletine müracaat edilse pek ziyade faydası olacaktır.
Deniyor ki bende tamamıyla bu kanataydım. Bütün memleketi parçalamadan, Amerika’nın ( murakabesinde) kontrolünde yaşayabilmek yegâne ehven çare gibidir. Sen Erzurum’a giderken korkuyorum ki seni bir şeylere karıştıracaklardır demiştin.
Evimden dışarı çıkmadığım gibi hiçbir şeye de karışmadım. Ancak muhitim karıştı. ben karışmadım da ne oldu. Şurayı askeri teşkil ettiklerini ve beni oraya atadıklarını bildirdiler. Bir hafta sonra da affettiklerini açıkladılar. Kim istedi? Sonra neden affettiler bilen ve söyleyen yok.
Anadolu’ya giden silah ve cephaneleri ben gönderiyormuşum. Adil beyi’in benim hakkımdaki kanaatleri bu yoldadır. Merhumun her bildiği böyle ise, vay milletin başına geleceklere...
////////////
Said Nursi’nin Türklerle ilgili bazı yazıları:
Benim gibi pek ciddî bir muhabbetle Türk Milletini seven ve Kur’ânın senasına mazhariyetleri cihetiyle Türk Milletini pek çok takdir eden ve altı yüz seneden beri bütün dünyaya karşı koyan ve Kur’ânın bayraktarı olan bu millete karşı gayet şiddetli taraftar bulunan ve bin Türkün şahadetiyle, bin milliyetçi Türkçüler kadar Türk Milletine bilfiil hizmet eden ve kıymettar otuz-kırk Türk gençlerini, namazsız otuz bin hemşerilerine tercih etmekle bu gurbeti ihtiyar eden ve hocalık haysiyetiyle izzet-i ilmiyeyi muhafaza eden ve hakaik-i imaniyeyi pek vâzıh bir surette ders veren bir insanın; on sene ve belki yirmi-otuz sene zarfında, yirmi-otuz değil, belki yüz, belki binler talebesi, sırf iman ve hakikat ve âhiret noktasında onunla fedakârane bağlansa ve âhiret kardeşi olsalar çok mudur ve zararı mı var? Hiç ehl-i vicdan ve insaf bunları tenkide cevaz verir mi? Ve bunlara cemiyet-i siyasîye nazariyle bakabilir mi? (Tarihçe-i Hayat Sh:208)
Ey efendiler! Ben, her şeyden evvel Müslüman’ım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sâdık ve en hâlis kardeşlerim Türklerden çıkmış ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’âniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak Kutsi hizmetimin muktezası olduğundan; bana Kürt diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk Milletine hizmet ettiğimi, hakikî ve civanmert bin Türk gençlerini işhâd edebilirim.
Hem, hey’et-i hâkimenin ellerinde bulunan otuz-kırk kitabımı; hususan İktisad, İhtiyarlar, Hastalar Risalelerini işhad ediyorum ki: Türk Milletinin beşten dört kısmını teşkil eden musibetzede, fakirler ve hastalar ve dindar muttakiler taifelerine bin Türkçü kadar hizmet eden o kitaplar, Kürtlerin ellerinde değil, belki Türk gençlerinin ellerindedirler. (Tarihçe-i Hayat Sh:210)
İşte ey ehl-i Kur’an olan şu vatanın evlâdları! Altı yüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hakîm’in bayraktarı olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur’anı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur’ana ve İslâmiyet’e kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehacümatı defettiniz, tâ يَاْتِى اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ اَذِلَّةٍ عَلَى اْلمُؤْمِنِينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِى سَبِيلِ اللّهِ âyetine güzel bir mâsadak oldunuz. Şimdi Avrupa’nın ve firenk-meşreb münafıkların desiselerine uyup, şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız!
Cây-ı dikkat bir hal: Türk milleti anasır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslüman’dır. Sair unsurlar gibi, Müslim ve gayr-ı Müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa, Müslüman’dır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki küçük unsurlarda dahi, hem Müslim ve hem de gayr-ı müslim var.
Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyet’le imtizaç etmiş. Ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın! Bütün senin mazideki mefahirin, İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefahir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefahiri kalbinden silme! (Mektubat 26. Mektup)
Hükümetin lâik cumhuriyeti dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder. Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi; Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak, bütün aktar-ı cihanda, nerede Türk varsa Müslüman’dır. Sair anâsır-ı İslâmiyenin küçük de olsa yine bir kısmı, İslâmiyet haricindedir. Böyle pek ciddî ve hakikî dindar ve bin sene kadar Hak dininin kahraman ordusu olarak zemin yüzünde, mefahir-i milliyesini milyonlar menabi-i diniye ile çakan ve kılıçlarının uçlarıyla yazan bu mübarek milleti, "Dini reddeder veya dinsiz olur" diye itham eden yalancı dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet işliyorlar ki, Cehennemin esfel-i safilin tabakasında ceza görmeye müstahak olurlar. (Tarihçe-i Hayat Sh:212)
Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kurânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur. (Tarihçe-i Hayat Sh:608)
Âlem-i İslâm milletleri Arab’ın metanetinden ders almışlar. İnşallah yine Arablar ye’si bırakıp İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesanüt ve ittifak ile el ele verip Kur’an’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir. (Hutbe-i Şamiye-45) (Osmanlı döneminde yazılmış eseri)
(Meşrutiyette İstanbul’daki Kürtleri ayaklandırmak isteyenlere karşı Bediüzzaman‘ın kahve kahve gezerek Kürt asıllılara yaptığı konuşma)
İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerimi, -hamal ve gafil ve safdil olduklarından- bazı particiler onları iğfal ile vilâyat-ı şarkıyeyi lekedar etmelerinden korktum. Ve hammalların umum yerlerini ve kahvelerini gezdim. Geçen sene anlayacakları suretle meşrutiyeti onlara telkin ettim. Şu mealde:
"İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adâlet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı; san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zirâ husumette fenalık var, husumete vaktimiz yoktur. Hükümetin işine karışmayacağız. Zirâ, hikmet-i hükümeti bilmiyoruz..." (Divan-ı Harbi Örfi Sh:15)
..o mübarek hadsiz kardeşlere bedel, Kürd namını taşıyan ve Kürd unsurundan addedilen mahdut birkaç dinsiz veya mezhepsiz bir mesleğe girenleri kazanmaktan yüz bin defa istiaze ediyorum!.. Sayfa 450 SOn
////
KENDINIZI TÜRKLERE EMANET EDIN
16. yüzyilda Osmanli Devleti’nin gelisme yolu üzerinde direnmis ve Türk ordulari ile savasa tutusmus
olmasindan dolay Katolik Avrupa tarafindan kendisine "Hiristiyanligin sövalyesi" ünvani verilen Bogdan
Beyi Büyük Stefan, ölüm döseginde, evlatlarina gayet ibretli bir sekilde söyle nasihat
etmistir:
"Belki de yakinda himayeye muhtaç olacaksiniz. Asla Rus’a yanasmayin. Haindir, sizi yok eder.
Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler."
Atatürk ise Türk kadını için şöyle demiştir.
“ Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakar, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim. ”
__________________________________________
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.