- 328 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Müruru Zaman 13
Bu nedenle monark kişi mana da olsa mana eşleşmesi olmakla yerine geçtiği nesnel oluştan ötürü kendi dışındaki zorunlu yasallığa kısmen de olsa uymayı “ daha iyisini getirmek” diye taahhüt etti. Kendi dışındaki El olanlara karşı denklikle ya da eziklikle taat, itaat, ibadet ve kurbetin masiyeti içinde oldu. El’in kendi mutlaklığı dışında, eş deyişle kendisinin mutlak olamaması dışındaki yasaya bağlılığın ortaya çıkmasıyla; El eksenli mutlak monarşi; oligarşi eksenli yapı içinde meşruti monarşiye dönüştü.
Meşruti neydi? Ne, neye göre meşrutiydi? Takdir ve irade ortaklığı tanımayan El’in, başka El’lere olan tevhit girişmesi gereği monark El’in kendi tekil yapısı içinde ortaklaşmadığı iradesini şimdi oligarşi içindeki El’ler tevhidi ile ortaklaşıyordu. El’in değişmezlik ilkesi müruru zaman içinde ilk kez oligarşi tevhidi girişmesiyle değişmişti. El mutlak oluştan, meşruti (şartlı gerektirme) oluşa indirgenmişti. Değişme; birleşmeni olan, sentezin ve kesim etkili özel bağıntılı alanın özelliğiydi.
Meşruiyet, takdir ve irade eden tekil bir monarşin El’in yanında ve bir oligarşi içindeki diğer El’lerin eş iradeleriyle takdir ve dilek içinde bulunmalarıydı. Monarşinin kırılmasıydı. Kendi iradesine mutlak diyen El’in; karşı meşruti olmakla, meşruti ilik bir El’in El’ler karşısındaki yetki (irade) kullanmalarıydı. Bir sahipliği olan zümrelerin, kendi sahipliklerini tanıyan süreci yönetme işiyle oluşan El’ler topluluğu oligarşiydi.
Böylece köleci sistem kendi uygulamalı deneyimleri içindeki öngörülemezler; kısmen öngörülenler haline getiriyorlardı. Özel mülk sahipliği deney sel yaşanma oldukça aksaklıkları ortaya çıkıyor; tepki direnişleriyle karşılaşıyordu. El de kendi özel mal sahipliğini sürekli kılınabilmek için zulüm yapıyordu. Zulüm mutlak sahipliğin taatçı, itaatçı, ibadeti olan tutum dizaynı içinde, öngörülemez olmanın bir gerçekliğiydi. Ezen ezilen süreçleri yaşanmadıkça niyet etmedeki niyet bozukları görülmüyordu.
El’in amacı kendi nefsine niyetti. Nefsi oluşu hülle süreçler içinde çevrim yapmakla akıllar karışıyordu. Bu niyetle El, kolektifin olan malı mülk ve kolektif gücü kendisinin malı mülkü kıldı. Böylece kendisinin özel mülk sahipliğini ihdas edip, meşru kıldı. İşte bu niyet akıl almaz denli ön görülemez süreçlere tufan olmakla öngörülemeyen zulümler ortamı kasıp kavurdu.
Genel akış içinde tüm olay ve olgular, gerçeklikler ve süreçler sürekli değildi. Süreç kesikli olmakla, nicelikten niteliğe; nitelikten de niceliğe geçmekle sürekli oluyordu. Kolektif sistem yeni bir nitelik değişimiyle köleci sisteme geçmişti. Nitelik olan yeni, yeni olan üzerinde ve yeni olan içinde kendisini niceleyecekti. Bir nitelik değişmesi olan köleci sistem; ezen-ezilen; zengin- fakir niceleyişleri vermekle, deneyim ve birikimler elde ediyordu.
Bu nedenle ilk mutlak monarşi; kendi kabuğu içindeydi. Kabuk yalıtım yapmakla, ortamdan koruyucu zırh olarak iyiydi. Ama mutlak monarşi kabuk zırhıyla büyüyemiyordu. Bu tür niceli birikimleriyle El iradesine ortak iradeler sentezi tanımakla büyümenin ve meşruti monarşiye geçmenin yolunu açmıştı. Yine de oligarşi içinde de tekelci monarşi oluşacaktı. Yani bu durumda mutlaklık kısmen de olsa monark olanların kendi dışlarındaki zorunlu yasaya bağlılığıyla kıl payı da olsa delinmişti. Şimdi bu kıl payı ile açılan delik giderek biçimlenen bir fil gövdesi oluşla belirecekti.
Artık yeni olan oligarşin nitelik bir öncesinin üzerineyse de, tıpa tıp bir öncesinin (mutlak oluşun) aynısı değildi. Yani köleci sistem zorunlu olarak El takdirine göre değil “kolektif sisteme göre ürettiriyordu”. Ama El; üretilenleri paylaştırırken, kendi iradesini öne alıyordu. Sesi burada ortaya çıkıyordu. Tarlayı nasıl ekip dikeceğiniz ya da en iyi bitki ve hayvan verimi nasıl alınır bunlar hakkında ne bir iradesi vardı ne de çıt çıkarıyordu.
Ama paylaştırma işine sıra geldi mi, benim iradem de iradem diyordu. Benim takdirim, benim iradem üzerine söz olmaz deyip; bağırarak; parmak sallayarak, korkutarak, zulüm ederek aslan payı alıyordu. Paylaşma yaptırırken zorunlu olan ürettirme sürecini kendisine referans almıyordu. Üretilenleri keyfi paylaştırma yapmakla sahiplik gücünü özellikle paylaştırma olacak süreçlerde irade-takdir kullanmaya, hükmetmeye, otorite kurmaya dek sözlerin söylenmesine hükmediyordu.
Nitelikten niceliğe geçiş yasasına göre; ya da nicelikten niteliğe geçiş yasasının kesikli sürekli oluşuna göre, zulüm etme sürekli olamazdı. Bu mutlak monarşinin öngöremediği ya da görmezden geldiği bir süreçti. Mutlak monarşi daha nefsani olduğu ilk aşama içinde sahipliğin muktedirliğini görmüştü. Bu tutkuyla, mutlak sahipliği ve mutlak sahipliğin öngöremediği zulmünü ortaya koymuştu.
Kolektif zorunluluk, ilk aşaması içinde doğada birlikte sağlatma işiydi. İkinci aşamada da kolektif bir üretim ilişkisiydi. Yaptığı üretim de kendi yaşamının kaynağı olan ve kendi yaşantısı içinde harcanmakla tüketmiş olduğu düzenli enerjisini, yerine koymaktı. Artık bir önceki gibi avcılık toplayıcılık yapması yerine; harcadığı enerjisini karşılayacak enerji ve enerji nesnelerini üretme işi sizi doğaya karşı özgür kılıyordu.
Üretim mutlak bir kolektif oluştu. Üretim grup uhdesinde çıkmış “üretim hareketi” ile gruplar arası girişme ve giriştirme süreçleri olmuştu. Bu girişme içinde gruplar karşılıklı “grup üretimli mütekabiliyet esasına” göre farklı kullanım ya da farklı tüketim değerleri olan nesneleri üreterek gruplar arası tüketime de sunma işiydi. Bu ne ticaretti. Ne kâr yapmaydı. Ne arzdı. Ne talepti. Ne finansmandı. Ne teşvik pirimi yağmasıydı. Ne de ihaleydi. Bunlar bu haliyle kolektif üretimin enstrümanları değildi.
Köleci sistem de aynı şekilde kolektif bağıntı üzerinde sizlere ürettiriyordu. Ama kolektif sahiplik ve kolektif güç yerine geçen kişi; “onu takdirle ben verdim. Ben vermeseydim haliniz nice olurdu”. Diyerek ürünleri sahiplik hakkı olukla sizden alıyordu. Köleci efendi (monark) her ihtiyacınızı değil, yarın yeniden çalışacak kadar olan; enerji verecek kadar olan besinlerle karnınızı doyuruyordu.
Eğriliği gözetmeden nefsine seslenen vaatler içinde yapılan düşünme tartışmalarına kapılan çoğunluk vardı. Bu çoğunluk kışkırtıcı El mutlaklığının; yarın yeniden çalışacak kadar beslenmeyi size sağlattıktan sonra asıl niyetinin, artı ürün veren kişisi emek gücü ile kolektif emek gücü sömürüsüne koyulacak olmasını görememiştiler. Kölenin yarın yeniden çalışacak kadar doyacak olması irade değil doğrudan lütuftu! Üstelik bu eylem lütuf adı altında gizlense bile mutlak El iradesine üstün geliyordu. El iradesine üstün gelen bir durum karşısında El’in mutlak irade yoktu.
Daha açık söylersek malın mülkün sahibi benim. Ben irademle dilediğim gibi rızkları takdir ettim. Ve dilediğim kişiye rızkı verdim diyen El; size düşünmeyi yasaklıyorum demekle kölelerin kafasındaki düşünceleri kovma iradesini gösterememekle de mutlak irade sahibi olmayan bir şarlatan olduğunu göstermişti. Ama çoğunluk bir kez yakayı toplatmıştı. Ve çoğunluk bir kes, paçayı kaptırmıştı. Oysa El’in benim iradem var dediği gerçekliğin içinde El’in iradesi üstünde zorunlu bağıntılar ve girişmeler vardı.
Kişisi emek yarın yeniden çalışma başlayacağınız kadar depolanacak bir enerji verici besinle doyacağınız kadar besini üretmekle sınırlanıyordu. Oysa emek gücü yarın yeniden çalışacak kadarı olandan çok çok daha fazlasını üretip gerekirse bir yıl yiyeninize yetecek kadar olan yiyeceğinizi üretmekle size birikebilir bir artık ürün veriyordu.
İşte bu artık ürün (tüketeceğinizden fazlası olan ürünü elde eden emek gücü) tahıl üreten sizlere; karşı grupların; kundura, dokuma, kazma, saban vs. sizin de tüketeceğiniz ürünleri üretmesi karşılığında emek gücünüzle çalışmanıza olanak veriyordu. Emek gücü gruplar arası üretim hareketi içinde takaslara konu oluyordu. İşte monarklar takaslara konu olan emek gücünüze sahiplenmeyi görüp, öğrendi.
Görüp öğrendiği durumla, kişisi sahipliği yansımasını görüp öğrendiği bu niyetine çevrim ekseni yaptı. Sahiplikteki amaç; “çalışmadan, çalışan üzerinde asalak bir yaşamla; mutlu bir hayat sürmekti”. Değilse çalışıp üretmeyeceğiniz dağın taşın sahibi olmakta, bunun iradesi bende demenin de size hiç bir anlamı yoktu. Ama çalıştıracağınız kölelere, onların kendileri için çalışma alanı, avlanma alanı bırakmadan, dağın taşın sahibi olursanız; iş başkaydı.
Sahipliği olmayan köleler. Kendisini mutlak takdirin koşullu öğrenmesi altında davranan akdi içinde gören köleler. Ve kendisi için çalışma yapacak alanı kalmayan köleler; harcadığı enerjiyi mutlaka yerine koyacaklardı. Harcanan enerjiyi yerine koyma çalışması yapmak için de mutlak sahipliği olan irade ve mülk sahibi El’e geleceklerdi. Bu geliş ne gelişti.
Aç olanların gelişiydi. Yokluğun gelişiydi. Teslimiyetin gelişiydi. Kul ya da köle olmaya hazır uyumun yaklaşması içindeki sözler eşliğinde zikir çekerek gelecekti. Kurbetle (El’i anarak) geleceklerdi. Taatle (yaklaşma içinde) geleceklerdi. Ve kurbet ve taati tekrar eden bir itaat ibadeti içinde El’e geleceklerdi. El de aciz kıldığı bu güçsüz kölelere karşı; güzel bir takdir içinde olacaktı. İhtiyaçlının, ihtiyacına hitaben El, otoriter söz söyleme hakkını kullanacaktı. Bundan tabii ne vardı ki?
Mutlak sahiplik yaptığı zulümle kendi sahipliğini artırıyordu. Ama artan işkenceli zulümler içinde ölen kölelerle de sömürülecek olan köle emek gücünü azaltıyordu. Emek sömürüsünün azalması demek; mutlak iradeli olanın lüksünün tükenmesi ve mutlak olmasının da elden çıkması demekti.
El bu diyalektikti niceleyişler içinde yeni öngörüler ediniyordu. Bu öngörüler hemen zülüm yapma yerine köleleri köleliğe güzel öğütle, güzel ahlakla, doğru sözle ve iyilikle çağırmayı keşfetmiş olmasıydı. Güzel öğütün. Güzel ahlakın. En güzel yaratılışla olma, nasihatinin yetmediği yerde El nusha karşı (doğru ve güzel söze karşı) kötek atmayı (dayağı-zulmü) yeğleyecekti. Mutlak monarşi, kendisini sürekli kılmak ve sahipliğini koruyup sürdürmek için, zulümleri şart koşuyordu. Köle, efendisi için de olsa; aç, susuz, kırbaç altında, sıcakta, soğukta çalışmak istemiyordu. Bu başlı başına bir zulümdü. Mutlak monarşi henüz taat ve itaat ile yaptıracağı zulmünü ön görememişti.
Mutlak güç; kölenin emek karşılığını, köleye karın tokluğu oluşla vermeyi iradesiyle değil zorunlulukla olan ortam içinde akıl etmişti. Mutlak güç El bunun yanında kölenin emek gücü içinde yaptığı çalışmasına sahip çıkmayı da akıl etmişti. Üstelik bunun icbarla bir zulüm olduğunu öğrenmişti. Şimdi gerilimler içinde olup direnmeler; haklı-haksız durumları tartışmaları vardı. Taat, itaat tazim ve ibadetleri vardı İşte kolektif oluş tüm bu durumların çok gerisinde kalan bir hafıza olmakla unutuldu. El sahipliğini esas alan meşruiyet zulüm üzerinde çatışmaya başlayacaktı.
Efendiye taat ve itaatte bulunmayan işkenceyi, aç bırakılmayı, öldürülmeyi hak eder mi etmez mi? Tartışılıyordu. Yani efendilik ve kölelik hazmedilmiş. Bunda bir sakınca duyulmuyordu! Kölenin efendiye saygısızlığı taat, itaat, ibadet, kurbiyet üzerinde ince nakış gibi çalışılarak yasa, yol, şeriat, düzenlemesi yapılıyordu.
El, kendisinin mutlaklık otoritesi adına irade gücüyle yapamadığını, zulümle yapıyordu. Efendinin ölüm dâhil uyguladığı yöntemlerle, köleye baskın olması gerekiyordu. Diğer yandan da lüksünün sönmemesi için, zenginlik ve yaşam kaynaklarının elinde gitmemesi için de efendinin kölesini, bir şekilde elinde tutması gerekiyordu. Bu yaman çelişkiydi.
İki arada bir derede olan efendi bu çelişki nedenle “gözdağı vermeyi akıl etmişti”. Hepsini değil de yeri geldikçe kölelerden bir ikisini ağır işkencede geçirip öldürmekle diğerlerini yüzde yüz olmasa da bayağı bir korkuturdu. El için efendinin elindeki olanaklarını elinde tutabilmesi için yapacağı zalimliği bir yoldu! Yine zulüm, efendinin zalimliği gibi vahşice bir yoldu. Efendi böylece kendisine taat ve itaat ortaya koyabilirdi. Sahipliğini elinde tutmak için efendinin çıkmamış canında uygulayacağı çareler tükenmezdi.
Ama mutlak olanın yarın da sürmesi için ya da mutlak takdirin sürekli olması için zulüm kadar kölenin de var olması gerektiği dayatması, diğer yandan zulmetmeyi yasaklama, öngörüsünü de yansıtacaktı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.