- 473 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Gökyüzüne karar vermeden uçulmaz ki!
’Arada kalmak’ nedir? Bakalım bana katılacak mısın arkadaşım: Ben birşeyi (veya herşeyi) boşlukta tutanın ’yersizlik’ olduğunu düşünüyorum. Veyahut da şöyle söylemeli: Arzsız bırakılan yurtsuz da bırakılıyor. Dünya insanın arzıdır. Peki dünyanın arzı neresidir? Böyle bir yer söylemediğimiz için dünya boşlukta duruyor. Birçok seması var. Ama yeri yok.
Ayağının altı gök. Başının üstü gök. Sağı başka gök. Solu başka gök. Ne düşüyor ne çıkıyor. Herşey göğünden yerine doğru düşer. Peki yeri olmayanlar nereye düşer? Yeri olmayanların vuslatı yoktur. Yeri olmayanlar kendi içine düşer. Kendine sarılır. Kendine tutunur. İçine düşmekse aslında boşlukta kalmaktır.
Buradan şuraya geleceğim arkadaşım: İnsan da kendisinde asılıdır. Yani içinde gökleri vardır. Her bir göğün fiziği farklıdır. Yapısı farklıdır. Kıstasları farklıdır. Kanatları farklıdır. Mesela: Nefsin göğü vicdanın çukurudur. Vicdanın göğü nefsin çukurudur. Menfaatine erişmekte helal-haram, hatır-gönül, hak-hukuk gözetmeden ’göklerinin göklerine’ doğru koşan vicdanının gözünde ’diplerin en dibine’ doğru düşer. Firavun, kavminin ulusu, fakat Hz. Musa (a.s.) kıssasının çukurudur.
Öfkesinin nazarında ’aziz’ olan merhametinin nazarında ’sefil’ olur. Bazen de mantığının alkışladığını arzusu kışkışlar. Hayalin yıldızı hakikatle barışmaz. Lakin şu halimizi sakın hor görme arkadaşım. İnsan ancak bu birçok gökle ’insan’ olur. Tıpkı annesinin uzayda asılı kalması gibi içinin boşluğunda asılı kalır.
İmtihana uğrar. Gökler arasında seçim yapması gerekir. Nefsinin semasını mı seçecektir? Yoksa vicdanının göğüne mi uçacaktır? Öfkesinin yıldızlarına mı çıkacaktır? Yoksa merhametin asumanında mı coşacaktır? İçimizde yaşadığımız türlü gelgitler, sancılar, farklı doğruluk tanımları, çelişkiler... Bütün bunlar, işte, tıpkı dünyamız gibi ’semalar sahibi’ olmamızdandır. Herbir sema bizden farklı bir amaç/amel ister.
Bana öyle geliyor ki: İman da tam bu noktada kilit bir öneme sahiptir. Yani iman etmek aslında semanı seçmektir. Semayı seçmek çukurunu da seçmektir. Ashabı, hadis-i şerifte buyrulduğu gibi, yıldızı bilen onların göğüne doğru kanat çırpar. Ululuğu orada bilir. Şeytanı, ayetlerde buyrulduğu gibi, isyanın çukuru bilen ondan Allah’a sığınır. Kuyuyu orada görür.
Kim kimi/kimleri yıldızı sayıyorsa onun semasına göz koyar. (Örneğin: Film yıldızlarını ’yıldızı’ bilen onların göğüne çıkmaya çalışır.) Hayreti gayretini peşinden sürükler. Ancak her yöne aldığı/alacağı mesafenin diğer yönlerde ödettiği bir bedel vardır. Bir göğün yıldızlarına yaklaşan diğer göğün yıldızlarından uzaklaşır. Özetle demek istediğim şu ki: Uçmak isteyen bir karara varmalıdır. Uçmak isteyen bir karara varmalıdır. Uçmak isteyen bir karara varmalıdır. Ve göğünü seçmelidir.
Arkadaşım, ne yalan söyleyeyim, sen de benim gibisin. Hiçbir gökten vazgeçemiyorsun. Her yıldıza göz kırpıyorsun. Her kanadı istiyorsun. Her semaya meylin var. Ayaklarının altı yok ki başının üstü olsun. Solunu seçmemişsin ki sağına dönebilesin. Korkarım şu boşluktan hiç çıkamayacaksın. Öyle ya. Gökyüzünü seçemeyen kanatlarını çırpamaz. Ne diyeyim: Allah, hem sana hem bana, yardım eylesin. Sen de benimle söyle: "Âmin."