UÇURTMA
UÇURTMA
Annem, hafta sonunda beni anneannemlere götürdü. Dayımın oğlu, Emre Ağabeyim de çoğunlukla hafta sonlarında anneannemlere geliyordu.
Emre Ağabey’im, iyi günündeyse bilgisayarda oynadığı oyunlarını yorulmadan izlerim. Ağabeyim ara sıra da oyun oynamama izin verir. Oyun oynarken takıldığımda da yol gösterir. Onun evde olmasından mutlu olurum.
Hafta sonunun gelmesini iple çekiyorum.
Bu gidişimde ağabeyim evde yoktu. Erken gittiğimi düşünerek kulağım kapının kilidinin "tık tık" sesinde..."Aha!.. Ağabeyim geldi" diyecek miyim diye...
Akşamüzeri dedem, yazlıktan geldi. Dedemle anneannem yazlıktan konuşuyorlardı. Ben de çalışma odasında oyun oynuyordum.
Dedem, anneanneme;
-Emre gelmeyecek mi? Şu ana dek gelmeliydi de...
Anneannemin; ”Emre, yarın ikizlerle uçurtma şenliğine gidecekmiş. Bu gece gelmeyecek” dediğini duydum.
"Uçurtma" sözcüğü ile geçen yıl Türkçe kitabında bir resmin altındaki yazı ile tanışmıştım. Görselde üç çocuk ellerinde ip, gökyüzünde iki tane altıgen bir de yarasaya benzeyen nesne, başları onları izler durumdaydı. Uçurtmanın nasıl yapıldığını ve uçurulduğunu merak ettiğimi anımsadım.
Ağabeyimi kıskandım… Oyunumu bıraktım. Salona geçtim. Dedeme;
-Ne!... Ağabeyim uçurtma uçurmaya mı gidecek? Ben de istiyorum, diye mızmızlandım.
Dedem:
-Telefon et. Seni de götürsünler,dedi.
Anneannemin telefonunu sormadan aldım. Ağabeyimin adını buldum. "Ara" göstergesine dokundum. Biraz sonra ağabeyimin:
-Efendim babaanne, sesini duydum.
-Ben İlke Ege... Yarın uçurtma şenliğine gidiyormuşsun? Ben de gelebilir miyim?
Yalvarır ses tonumla sordum. Ağabeyim, arkadaşlarıyla olduğunda beni yanlarında istemez de...
-Gelebilirsin... Gelebilirsin... Ya!... Seni nasıl alacağız?
Ağabeyimin sesi ve yanlarına kabul etmesi beni uçurttu.
-Ağabeyciğim daha sonra seni arayacağım. Dedim telefonu kapadım, dedeme;
-Ben onlarla nasıl buluşacağım? Şenlik alanına nasıl gideceğim? Sorularımı soluk almadan peş peşe dizdim. Yerimde duramıyordum. Uçuyordum.
Dedem;
-Sakin ol!... Düşünelim!... Konuşalım!... Çözelim!...
Ardından dedemin,
-Şenlik neredeymiş?
Sorusuna yanıt veremedim. Durdum.
-Ağabeyime sorayım, dedim.
Hemen telefon ettim. Uçurtma şenliğinin Gölyazı’da olduğunu öğrendim. Dedeme yansıttım.
Dedem;
- Gölyazı’ya nasıl gidiliyor?
Yine durdum. Yine yanıt veremedim. Yine telefona uzandım.
Dedem;
-Dur bakalım. Her sorunun yanıtı ağabeyden öğrenilmez. Sen dördüncü sınıfa gidiyorsun. Araştırarak bilgi edinmesini öğreniyorsun. Bu yöntemle sorunumuzu çözemez miyiz?
Dedem, atlastan Bursa haritasını açmamı istedi. Ben yerimden kıpırdamadım. Yanımdaki telefonda "Geogel Dede’ye Bursa Haritasını sormuştum" bile...
Dedem, anneanneme dönüp;
-Bak hanım, aramızdaki kuşak farkını görüyor musun? Ben atlasa yöneliyorum, o ise internete... Aferin oğluma!...
Beklemediğim anda dedemin beğenisini kazanmam koltuklarımı kabarttı.
Haritayı büyüttüm. Küçülttüm. Sağa kaydırdım. Sola kaydırdım. Yukarı aşağı gezinirken göle doğru uzanmış yarım ada mı, ada mı ayırtına pek varamadığım yerde "Gölyazı İlköğretim" yazısını gördüm. Dedeme göstererek;
-Burada olmalı. Başka bir işaret bulamadım.
Dedem onayladı.
-Bu gölün adını bildiğini sanıyorum, dedi.
Haritanın tümünü gördüğümde şenliğin Uluabat Gölü (Apolyont) kıyısında olduğunu anladım. Dedem, Gölyazı’nın kentimizin turizme yönelik bir mahallesi olduğunu anlattı. Büyük Kent Belediye Toplu Taşıma araçlarının mutlaka gittiğini söyledi. Ama otobüsün hangi saatlerde ve nereden kalktığını bilmediğini belirtti.
Şenliğe gitmeğe odaklıydım. Başka hiç bir şey beni ilgilendirmiyordu. Annemin işi olmasa mutlaka götürürdü. Ondan yana kuşkum yoktu. Zaten beni yarın işi olduğu için getirdi. Babamdan umudum yoktu. Ben ne zaman bir istemde bulunsam, mutlaka işinin olduğunu söyler... Benzer durumlarda dedemin söylediği "isteyenin yüzü bir kara, vermeyeninki iki kara olsun" değimi cana geldi. Babamdan istemde bulunmak için anneannemin telefonuna izin almadan başvurdum.
Babam şu anda televizyon karşısında uyumuştur. Olsun...
-Alo!... Babacığım. Bir isteğim var. Ne olur yokuşa sürme. Yarın Ağabeyim Gölyazı’ya uçurtma şenliğine gidiyor. Ben de gidip uçurtma uçurmak istiyorum. Dedem, otobüslerin yerini ve saatini bilmiyor. Bir de "otobüsler ana baba günü olur, zorluk çekeriz" diyor. Sen götürür müsün?
Babam, tahmin ettiğim gibi okulda işinin olduğunu söyledi. Biraz asıldım ama başaramadım. Telefonu hırsla kapadım.
"Yarın pazar. Herkese tatil... Babamın okulda işi var... Bahane... Her hafta okula gidiyorum diye çıkıyor. Kahvede zaman geçiriyor. Bize gelince de işi oluyor. Babama inanmıyorum. Hep gıcıklık yapıyor."
Oturduğum yerde hindi gibi düşünmeye başladım.
Dedem;
-Otobüslerin kalkış yerlerini bilsek en azından denerdik. Ama bu geç saatte kimden öğrenebiliriz ki... Dedi.
Dedem, bu söylemi ile beni rahatlatıyordu. Bana "senden yanayım" der gibi geldi.
Dedeme;
-İnternetten öğrenemez miyiz?
- Neden olmasın...
Dedemin yanıtındaki ses tonu ve ciddiliği benden yana olduğu, işi yokuşa koşmadığını belli etti. Utandım...
İnternetten ararken "Ah!… Dayı, eve gelmeyeceğin tuttu" diye aklımdan geçiyordu ki. “İşte burada var.” Heyecanla dedeme sarıldım, öptüm... O da beni öptü. Dedem:
-Gördün mü? Öğrenme isteği, düşünmeye yol açıyor. Düşünmek, insanı araştırmaya yöneltiyor. Sonuçta çözüme ulaşılıyor.
Ardından da;
-Kalk yat. Sabah erken kalk. Dedi.
Bu kez dedemin telefonunu aldım. Saati 10.00’a kurdum. Yattım. Bir süre sonra tekrar kalktım. Saatin ayarını 09.00 çektim. Kafamda dolanan tilkiler gitti. Yattım. Yorganı kafama çektim. İkişer ikişer saymaya başladım.
***
Sabah, telefon uyarmadan kalktım. Dayım yatağında uyuyordu. Anneannem, mutfakta kahvaltı hazırlıyordu.
-Günaydın anneanneciğim... Hani dayın gelmeyecek demiştin. Gelmiş ya!...
Koştum dayımın yatağına... Yanına uzandım. Başladım uzun saçlarıyla oynamaya... Gece, uyumak için annemin saçları ile oynadığım gibi... Bu geceki saçla oynama özlemimi giderirken dayımı uyandırmaktı amacım… Dayımı zar zor uyandırdım. Başladı beni yoğurmaya. Bir taraftan dayımla boğuşuyoruz. Diğer yandan da dayıma uçurtma şenliğine gitmek için erken kalktığımı anlatmayı kurguluyordum. "Konuşmanın kapısını nasıl açayım" diye...
Dayımın göğsüne ata biner gibi oturdum. O’nu teslim almış tavrı ile... Suratımı düşürdüm. Gözlerimi gözlerine ışınladım. Dudaklarımı büzdüm. Ağlamaklı görünüme getirdim.
-Emre Ağabey’imle uçurtma şenliğine gitmek istiyorum. Ağabeyimin gittiği arabada yer yokmuş. Dedem de otobüsler gider diyor, ama kalkış yerini bilmiyor. Zorluk çekeceğimizi, buna rağmen deneğe bileceğimizi söylüyor. Ben, mutlaka gitmek istiyorum, dedim.
Dayım, iki koltuk altımdan tuttu, yatağın ayakucuna fırlattı. Oturdu... Yüzüme baktı... Gözleri gülüyordu...
-Götürürüm. Götürürüm ama dönüşünüze karışmam. Yapacak çok işim var,dedi.
"Götürürümü” duyunca birden dayımın boğazına sarıldım. İki yanağını sağlı sollu şapır şupur öptüm. Arkasından ne dedi duymadım bile...
Mutfağa doğru giden dedeme dayımın önerisini aktardım.
Dedem;
-Çok iyi oğlum... Gidelim, dönüşü dönüşte düşünürüz, dedi.
"Oh!..Be!.. Artık uçurtma şenliğine ben de gidiyorum. Kafamda hiç bir kuşku kalmadı." Kahvaltı yapmak ve bir an önce yola koyulmak için hazırlanmaya başladım.
Kahvaltıda: "Uçurtmam yok. Ne uçuracağımı." düşünüyordum ki dedem:
-Bu tür şenliklere katılanlar, kendi yaptıkları uçurtmaları uçurur. Uçurtması olmayanlar da seyirci olur. Takım taraftarı gibi... Tuttuğu yarışmacıya destek verir. Biz de ağabeyinin taraftarı oluruz, değil mi?
-Oluuurrr... Ama belki ağabeyimden alıp, ben de uçururum, dedim.
Umudumu somurtarak belirttim.
-Gidelim... Onlarla buluşalım. Elbet bir şeyler yaparız.
Kahvaltımızı yaptık. Yola koyulduk. Dedem yanımıza hiç bir şey aldırmadı." Şenliklerin turizm amaçlı yapıldığını... Zorunlu giderlerimizi oradan karşılar, çorbada tuzumuz olur" dedi. Fotoğraf çekmek için aypetimi aldırdı.
İzmir yoluna çıkmadan Dayıma;
-Ağabeyimi araya bilir miyim,diye sordum.
- Orada arayıp, şaşırtman daha iyi olmaz mı, dedi.
Dayıma hak verdim. Aypetimde sevdiğim müziği açtım. Kulaklığımı taktım. Bu durumda dedemin söylediği: "Kulağının biri senin, biri de bizim olsun" söylemini anımsadım. Kulaklığın birini uyarılmadan çıkardım.
İzmir yolunda ilerliyoruz. Yaklaşık 20 km. sonra sola yön gösteren tabelada "Gölyazı" altında da "5 km" yazdığını gördüm. Gölyazı yolunda hafif inişli çıkışlı dar asfalt yolda gidiyoruz. Taşıt konvoyu görünümündeyiz. Gölyazı’ya yaklaştıkça hızımız azalıyor. Yer yer "dur kalklarla" ilerliyoruz. Taşıtlar yol kenarında park etmişler. Karşıdan gelenlere yol vermede güçlük çekiyorduk.
Dayım;
-Trafik yoğun. Gölyazı’ya giremeyeceğiz. Park edenlerin durumu bunu gösteriyor. Dönebile-ceğim yerde sizi indireyim. Döneyim,dedi.
Biraz daha ilerledik. Bizi indirdi. Bizim gibi gelenlerin çoğu da iniyordu. İlerlemek taşıtlar için güçtü. Dayımla esenleştik. Dedemle yürüyoruz. Yol boyunca satıcılar sağlı sollu buldukları boşlukta yer tutmuş alış veriş yapıyorlar. Sol ileride ki tepe uçurtma panayırına dönmüştü. Renga renk uçurtmalar gökyüzünü kaplamıştı. Bazıları da yere doğru dalış yapıyordu. Gözüm onlarda... Dedem, elimi elinden bırakmıyordu.
-Satıcılara bak. Uçurtma satan varsa alalım, dedi.
Dünyalar benim oldu.
Zambaktepenin göklerinden gözümü yol boyuna çevirdim. Uçurtma alınacağını beklemiyordum. Dönemeçleri her dönüşümüzde gözüktüğü değin tüm yol boyunu sağlı sollu tarıyorum. "İşte dede şurada uçurtma satılıyor" diyebilmem için... İlerledikçe yaya ve taşıt gidiş gelişi yoğunlaşıyordu. Sağlı sollu evler çoğalıyordu. Satıcı noktaları artıyordu. Uçurtma satana rastlayamıyorduk. Tam dedeme " uçurtma satıcıları yok" demeyi kurguluyordum ki ileride zeytin ağacı gölgesinin altında çocuk ağırlıklı kalabalığın kaynaştığını gördüm. Kalabalığa daha ilgi ile baktım. Bir de ne göreyim. Bir çocuk, elinde uçurtma ile kalabalıktan ayrılıyordu. Benim gördüğümü dedem de görmüş olmalı ki;
- Şu zeytin ağacının altında uçurtma satan var gibi geliyor bana... Ne dersin?
-Aynı şeyi düşünüyoruz dede, dedim.
- O halde daha hızlı ilerleyelim, dedi.
Hızımızı artırdık. Ağacın yanına ulaştık. Yanılmamıştık. Ama satıcıda sarı lacivert uçurtmalar vardı. Sarı kırmızı kalmamıştı. Dedemin bakışından " oh fenerli olacaksın ya " diyeceği içime doğdu.
- Ben bunu uçurmam, dedim.
-O halde istediğini bulamazsak mızmızlanmak yok haa!...
Diyerek;
Dedem tüm kapıları kapadı. Ağabeyime güvenerek dedemin restini gördüm.
- Yok!...
“Yok” dedim ama içim kan ağlamaya da başladı. Kalabalık arasında ilerlemeye devam ettik. İyice mahalle içine girdiğimizi evlerin yıpranmışlığı, sıklığı, satıcı sergilerindeki ürünlerin türleri belli ediyordu. Tarhana, reçel, köy ekmeyi, türlü baharatlar vb. Sağlı sollu dükkanlar, kahveler, sağımızda göl kıyısında çay bahçeleri... Gölde sandallar... Bazılarında "sandalla gölde gezilir" yazılı görseller… Karşıda görülen evlere köprü vardı... Demek ki "Gölyazı" yarım ada değil, ada... Köprünün sol başına yakın yerde üzerinde "ağlayan çınar" tanıtıcı yazısı...
Dün gece internette Gölyazı hakkında bilgi edindim. Bu ağlayan çınar Gölyazının görülmeye değerlerinden biriydi. Çınara "ağlayan" adının verilmesi; gövdesinden su damlalarının damlama-sındanmış. Gölyazı çok eski bir yerleşim yeriymiş. Görülmesi gerekli değerlerinden biri de kilisesiymiş. Gölyazı’nın, Bağımsızlık Savaşımız sonunda halkı ile bugünkü halkı yer değiştirmiş. Tarihte ki "mübadele" olayını yaşamış yerleşim yerimizmiş..
Dedem köprüye yöneldi. Elinden asıldım.
-Uçurtma uçurulan tepe arkamızda kaldı. Neden Zambaktepeye gitmiyoruz,diye sordum.
-İnsan kaynayışına bakarsak o geçe buranın merkezi. Orada uçurtma bulacağımızı umuyorum. Zambaktepe yerinde duruyor. Ha... Biraz önce... Ha biraz sonra... Nasıl olsa oraya gideceğiz. Tepeye uçurtmalı gitmemizi istemez misin?
- İsterimmm, dedim.
Dedeme engel olmadım. "Dedem uçurtmamın olmasını istiyordu. Nasıl engel olurum ki"?...
Köprünün karşısı çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın, erkek giden, gelen ana baba günü gibi... Sanki Bursa’nın tüm halkı burada... Çay bahçeleri tıklım tıklım... İğne atsan yere düşmez. Satış yerleri, dükkanlar da tıklım tıklım. Kalabalık arasında ilerliyoruz. Satış noktalarını, dükkanları özenli bakışlarla arkada bırakıyoruz. Yanımızdan elinde uçurtma paketli çocuklar geçmeye başladı. Dedem;
-Görünüme bakarsan amacımıza ulaşacağız. Doğru yoldayız, dedi.
Yanımızdan köprüye doğru giden ağabeylere dedem, "uçurtmalarını nerden aldıklarını" sordu. Köşeyi dönünce karşımıza çıkacağını öğrendik. Sağa sola bakmadan hızımızı artırdık. Köşeye ulaştığımızda karşıda kalabalığı gördük. Daha da hızlandık. Dedemden elimi kurtardım. O kalabalığa koştum.
Satıcıda çuval çuval uçurtmaların olduğunu gördüm. "Artık benim de uçurtmam olacak" duygusu içimi doldurdu. Tüm olumsuz düşüncelerim uçtu gitti. Dedeme bakındım. Dedem kuyrukta yerini almıştı bile...
Sıra bize geldi. Dedem, satıcıdan "sarı kırmızı" renklerde uçurtma istedi. Kalmadığını duyunca bu kez üzülmedim. Ne renk olursa olsun, uçurtmam olsun kararımdı. Dedem;
-Yeşil beyaz alalım. Bugün Bursasporlu olalım. Bursaspor bizim kentimizin takımı...
-Fark etmez dede... Uçurtmam olsun da!...
Uçurtmayı aldık. İçim kıpır kıpır kaynıyordu. Mutluluktan uçuyordum.
Dedem:
-Bir saatten fazladır yürüyoruz. Yorulduk... Çay bahçelerinde de yer yok ki oturalım. Dinlenelim... Çay içelim, dedi.
-Şu anda Süpermen olup, tepeye konabilir miyim düşüncesindeyim. Ne yorulması dede, dedim.
Dedem benim duygularımı okudu. Köprüye doğru yavaş tempoda ilerlemeye başladı. Gözüm gökyüzündeki uçurtmalarda... Acaba hangisi değin uçura bileceğimi düşlüyordum. Köprüyü geçtik. Köprübaşındaki jandarmaların birine dedem; "Zambaktepe’ye nerden çıkıldığını" sordu. Jandarmanın gösterdiği sokağa doğru yöneldik. Sokağın başındaki bakkaldan su ve bisküvi, kraker ve kek aldı. Yükte hafif, yerken zaman kaybetmeyeceğimiz yiyeceklerimizle yokuşu tepeye doğru tırmanmaya başladık. Sağlı sollu bahçeli evleri geçtik. Tepenin eteğinde dedem;
- Şimdi ağabeylerinin yerini öğrenmenin zamanı... Tepenin neresindeler. Öğrenelim, dedi. Tele-fonunu verdi. Ağabeyimin numarasını buldum. Aradım.
-Efendim dedeciğim.
-Ben. İlke Ege... Şu anda tepeye doğru çıkıyoruz. Siz neredesiniz? Ne... Evde mi?... Hani… Uçurtma şenliğinde olacaktınız.
-Onur Amca’nın işi çıktı. Gelemedik.
-Üzüldüm... Ben sizi şaşırtacaktım. Sizinle yarışacaktım.
-Olsun... Gitmişsin yaa... Tadını çıkar.
-Ağabey...Gökyüzü renge renk uçurtma... Çok neşeli olacak gibi... Siz de olsaydınız daha neşeli olurdu.
-Dedim ya... Tadını çıkarmaya bak. Sana iyi uçurtmalar...dedi.
Telefonu kapadı. Kendimi yalınız duyumsadım. Bir yandan da sevindim. "Ağabeyime o kadar çok anlatı biriktireceğim ki" düşü usumda dolaşırken, dedem;
-Bursa’dan çıktığımızda aramamakla yanlış yaptık, diyerek üzüldüğünü belli etti.
***
Zambaktepeye çıktık. Tepe, geniş, taşlık ve yer yer bodur çalılıktı. Tepenin güneyi ve batısı gölü görüyordu. Kuzeyi ve doğusu ise tarım alanlarını... Evler kuzey batımızda kaldı. Biz göl üzerine doğru uçurtma uçurabileceğimiz insanın az olduğu yeri seçtik. Bir kaç metre doğu yanımızda genç aile uçurtma uçuruyordu. Uçurtmalarını gördüğümde şaşırdım. O kadar yükseklerdeydi ki... Uçurtmanın ipi makaraya bağlı, makara da üçayaklı düzenek üzerindeydi.
Uçurtmamın paketini açtım. Satıcının gösterdiği şekilde bağlantılarını bağladım. Dedem, kendisi kurulum yapıyormuş gibi beni izliyordu. İpin bağlanışını eliyle kontrol etti. Düğümü kuvvetlendirdi. İpin sarılı olduğu elliği elime taktım. Dedem, uçurtmayı yükseğe kaldırdı, bana;
-Uçurtma, ip istedikçe yavaş yavaş elini çevirerek ver. Diğer avuç içinde de ip kaysın. İpi ayarında veremezsen inişe geçer, düşer. Ayarında verirsen yükselir. Bir de uçuş yönüne göre özenli olmalısın. Senin yönlendirmen değil, rüzgarın estiği yönle uyumlu olman, önemli olacaktır.
Dedi ve uçurtmayı bıraktı. Uçurtmam bir süre yükseldi. "Oluyor... Uçuyor... Derken birden alabora oldu. Ayar tutturamadım. On metre ilerideki çalıların üzerine kondu. Dedem:
-İpi sakın çekme!... Uçurtmayı yırttırırsın. Yavaş yavaş sararak uçurtmanın yanına git. Kuyruğunu koparttırmadan çalıdan kurtar. Yeni denemelerde de düşerken sakın ürkme. Çabukça ipi sararak yakınına inişini sağlamalısın. Haydi... Al... Gel, dedi..
Dedemin anlattıklarını yaptım. Yeniden havalandırdık. Bu kez öncekinden biraz daha yükseğe çıktı. Yükselirken avuç içim yandı. Yine alabora... Ardından inişe geçiş... "Küt" sesiyle ilerdeki taşların üzerine indi. İnerken bende hızlı hızlı ipi sarmasam bir o kadar daha uzağa düşerdi. Yine ipini sara sara gittim. Aldım. Geldim. Yeniden havalandırdık. Uçmuyor. Yanımıza iniyor. Orasına burasına bakıp, havalandırıyoruz. Bir türlü yükselmiyor. Dedem bağlıyor, bir şeyler yapıyor, sonuç olumsuz.
Dedem:
-Ucuz uçurtma bu kadar uçuyor. Öğrendik.
Diyerek "pes etti." Taşın üzerine oturdu. Ben de yanına oturdum. Yakınımızdaki amcanın uçurtmasına odaklandım. Biz uğraşırken daha da yükselmiş. Uçurtmaya hayran hayran bakıyorum. Dedem:
-Torbayı uzatır mısın? Suyumuz ısınmıştır ama bunun üzerine bir bardak soğuk su içmiş olalım. Sen de iç. Şansızlığının üstüne iyi gelir. Serinlersin. Yiyeceklerden atıştırabilirsin.
- İştah kalır mı dedeciğim? Amma ilk iki denememizde uçurduk ya... O da yeter. Evde kalsaydık bunları da yapamayacaktım ya...
-Gezen tilki gibi "biz karlıyız" diyorsun. Haklısın. Senin aracılığınla Gölyazı’yı, ağlayan çınarı gördüm. Sakin, temiz havada bu güzel günü yaşıyoruz, dedi.
Torbayı dedeme verdim. Suyumuzu içtik. Kek ve krakerlerimden yemeye başladım. Bir gözümle yan tarafta ki amcayı izliyordum. Amca makarayı hızlı hızlı çeviriyordu. Abla da uçurtmanın ipini çekiyordu. Yere yatırdığı ipi ayağının altına alıyordu. Ne yaptıklarını ve nasıl yaptıklarını daha yakından izlemek için yanlarına gittim.
- Sizi yakından izleyebilir miyim? Benim uçurtmam yırtıldı da…dedim.
Yanlarında kalmama izin verdiler. Amca bir taraftan uçurtmayı indiriyordu. Bir taraftan da okulum, sınıfım, okuldaki başarım, anne babamın ne iş yaptığı, ilerde ne olmak istediğim hakkında sorular soruyordu. Yanıtlıyordum. Abla, ipi çekmede zorlanıyordu. “İzin verirse yardım edebileceğimi, uçurtma uçurtmanın çok eğlenceli olduğunu söyledim.” İpi ben çektim. Abla yere yatırdı… Amca makarayı daha hızlı sardı. Yorucu uğraş sonunda uçurtmayı yere indirdik. Belli etmedim ama avuçlarımın içi yandı.
Erdem Amca, yardımıma teşekkür etti. Güçlü, kuvvetli ve becerikliliğimi övdü. Benim yaşımdaki her çocuğun benim gibi olamayacağımdan söz etti. İçimden; “öğleyimdir, bir de bunları dedem, annem, babam görebilseler” diye geçirdim.
Dedem seslendi. “Eminim onları rahatsız ettiğimi düşündü de ünlüyor.” Dedem bu tür yaklaşımlarımda aşırı duyarlıdır. “Tanımadığımız, bilmediğimiz insanlarla çok samimi olmamamı öğütler de…”
Yanına gittim.
-Yeterince eğlendik. İstersen biraz da gezelim,dedi.
İlerdeki kalabalığın olduğu alanı gösterdi. Uçurtma parçalarını yanıma aldım. Çöp, atık yeri görürsek atarım diye… Kalabalığa doğru yürüyoruz. Dedem;
-Uçurtma uçurmada doyuma eremedin. Karşımıza satıcı çıktığında yenisini almamı ister misin?
Demesi yok mu?
Önce şaka yapıyor sandım. Durdum!… Gözlerine baktım. En doğruyu gözlerin belirttiğini büyükler söylerler. Dedemin gözlerinde benimle gırgır geçen bir belirti yoktu.
-Dede… Başına taş mı düştü ne… Bu gün beni hep şaşırtıyorsun. Uçurtma yerine beni uçurdu-ğunun farkında mısın?
-O da ne demek… Bu gün senin günün… Seni mutlu etmek için gelmedik mi? Olanaklarımız sınırınca amacımıza ulaşalım istiyorum. Dedeler bunun içindir. Anılarının bir sayfasında kalıcı bir iz bırakmak istiyorum.
-Hani… Seni kızdırdığım anlarda diyorsun ya “seni torununa şikayet edeceğim” ben, bundan beni sevmediğini düşünüyordum. Kızıyordum. Yanıldığımı duyumsatıyorsun.
-Evet!… Torununa senin hakkında yakınacağım. “Yakınmak” olumsuzluklar üzerine olmaz. İyi yönlerle de olur. Sen de gelecekte beni olumlu olumsuz yönlerimle anımsayacaksın. Doğrusu da budur. Bu günün olumlu anacağın bir gün olmasını istemem “başıma taş düşmekse; evet başıma taş düştü.” Var mı diyeceğin, gülümseme ile sordu?
Sorusuna yanıt verecektim ki yanından geçtiğimiz kamyonette uçurtma satıldığını gördük. Dedem, satıcıdan "sağlam, iyi uçurtma" istedi. Satıcı çuvallar içinde ederlerini söyleyerek üç tür uçurt-ma gösterdi. Dedem en pahalısını işaret etti.
Aldı.
Bana verdi. Sevinçle uçurtma paketini incelerken; “inşallah torunum, uçurtma uçurma doyumu-nu yaşar” dedi. Satıcı da “pişman olmayacaksınız amca…” dedi.
Geri döndük. Önceki yere yakın bir yerde durduk. Uçurtmayı hazırladım. Dedem yine inceledi. “Bunun bağlantıları ile önceki çok farklı. Bu kez başaracaksın. Uçurtma uçurmaya doyacaksın” dedi. İpi uzattı. İp sarılı elliği elime geçirdim. Rüzgarın yönünde uçurtmayı yükseğe kaldırdı dedem. Bir taraftan da ilk denemedeki anlattıklarını anımsattı. Uçurtmayı bıraktı.
Uçurtmam ip istedikçe verdim. Rüzgara göre yönlendirdim. Yükselmeye başladı. Göl üzerine doğru çıkıyordu. O, sorunsuz yükseldikçe sanki ben uçuyordum. Gözümü ondan ayırmıyordum. Dedemin “ yönlendirme sesine” dönüp bakmıyordum. Bir ara ilgim başka yöne kaydı. Uçurtmamın istediği oranda ip mi veremedim, yönlendiremedim mi anlayamadım, havada dönmeğe başladı. Tüm çabama rağmen inişini önleyemedim. İpin elimde kayışı, elimi yakışı arttı. Dedemin yardımı da para etmedi. İlerdeki çocuklara zarar vermeden yere kondurduk.
Acele etmeden… Yavaş yavaş, ipi sara sara uçurtmama doğru gidiyordum. Taşlardan, çalılardan zorlanarak ipi kurtardım. Sardım… Uçurtmama ulaştım. Özenle elime aldım. Dedemin yanına döndüm. Ben dinlenirken; dedem bağlantılarını inceledi. Sorun olmadığını söylediğinde rahatladım. Yeniden havalandırmak için harekete geçtim. Elimin yanmaması için elime mendil bağladık. “Bu bize deneme olsun da bir daha gelirsek eldivensiz gelmeyelim” dedi.
Çalıların gölgesi yanımıza değin uzanmıştı. Güneş altında değiliz. Kaçıncı uçuruşumdu bilmiyorum. Dedem;
-Artık zaman iyice ilerledi. Uçurtma uçurtmanın tadını yaşadın. Senin yüzün güldükçe bende mutlu oluyordum. Ama her eğlenmenin bir sonu vardır değil mi?
- Yani... Dönüş zamanı geldi mi diyorsun, diye sordum.
-Bayılıyorum… Leb demeden leblebiyi anlayan zeki çocuklara,dedi
Ayakta durmak, kollarım havada olmak, sağa sola yalpa yapmak aslında yordu. Ama direniyor, belli etmiyordum. ”Dedem, yeter artık yoruldun diyecek diye…” Korktuğum oldu sonunda. Bu kez dedeme direnmedim. Genellikle böyle sonlanan durumlarda direnir, bir daha bir daha diyerek süreyi uzatmak hoşuma gider. Nedense… Uçurtmayı indirmeye başladım. Dedemde yardım etti. İndirdik. Kontrol ettik. Bazı açılan yerlerine rağmen yine kullanılır durumdaydı. Parçalarını ayırdık. Paketine yerleştirdik.
Dedeme:
-Mahallede de uçururum dedim.
Dedem;
-Bak bu olmaz… Çünkü böyle uygun alan yok. Caddedeki elektrik telleri engel olur. Ama yazlıkta olabilir. Gerçi orada da düzenli esen rüzgarı yok. Yazlıkta rüzgarın yönü ve hızı her an değişiyor. Yine de dener, yaşayarak görürüz. Anlaştık mı, dedi.
-Tamam dedeciğim. Anlaştık.
-Öğle ise şimdi dönme anı… Otobüslerde yoğunluk olur. Erken sıraya girersek sıkıntısız döneriz.
Tepedeki kalabalıkta kaynaşma var. Ama dönüş hareketliliği görünümü vermiyor. Buna rağmen biz çıktığımız yolla inmeye başladık. Caddeye indik ki cadde kaynıyor. Kimi küme küme oturuyor. Çoğunluğu köy çıkışına doğru akıyor. Dedem yine elimden tuttu.
-Şu akan sele bırakalım kendimizi… Bu akıntı bizi otobüslere götürür, dedi.
Gelirken uçurtma satıcısı bulmak için sağa sola bakarak ilerliyorduk. Şimdi de otobüs durağı bulmak için sağı solu gözleyerek ilerliyoruz. Rastladığımız durak yerleri oturanlarla dolmuş. Dedem;
-Biz tilki isek onlarda kuyruğu… Erken dönmeyi düşünenler durakları işgal etmişler bile… Yalnız köye doğru gelen otobüs, otomobil yok. Gidenler de oldukça yavaş gidiyor. Bizim hızımız onlardan çok… Bu işte bir şaşılası durum var… Burada beklemektense köy çıkışına doğru ilerleyelim, dedi.
Yürümeye devam ediyorduk. İnsan ve taşıt aralarından kimi hızlı kimi yavaş, bazı yerlerde yol vermek için selama duruyorduk. Dedem, karşılaştığımız zabıta memuruna otobüsün hareket saatlerini sordu. O da;
-Saati maati kalmadı amca... Otobüsler köye giremiyorlar. İlerde dönebildiği yerden dönüyor. Siz ilerleyin. Görürsünüz,diye yardımcı oldu.
Yürüdük yürüdük… Dönemeçleri geçtik. Aha şurada… Aha burada… Derken dayımın bizi bıraktığı yeri de geçtik. Sonunda Belediye otobüslerinin dönüş yerine vardık. Kuyruk upuzun. Sıraya girdik. İkinci otobüse zar zor bindik. Yaklaşık bir saatten fazla süre sonra eve geldik. Altı yedi saattir ayakta olmam hoşafımı çıkarmış. “Ne iyi ki dedem o eğlenceden sökmüş. Yoksa eve ne zaman gelirdik. Kim bilir?” Anneannemin pişirdiği kesme çorbasına aç kurt gibi saldırdım. Karnım doyunca ağırlık çöktü. Anneannemin; “yediklerin içtiklerin senin olsun, gördüklerini, yaşadıklarını anlat” isteğine yanıt verecek durumda değildim. Ancak;
-Çok güzel bir gün yaşadık. Yarın anlatsam… Şimdi uyumak istiyorum. İzninle…
Anneannemin yanıtını beklemeden odama geçtim. Üstümle başımla yatağıma uzandım.
08.07.2015
Himmet ERSOY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.