13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1225
Okunma
Üzgünüm aşkım diyerek vadalaşmıştım senle… Kokun hala düşüncelerimin tüm kıvrımlarında geziniyor… Hücrelerim senin bana bağışladığın yaşam güzelliklerinin resimleriyle dolu… Büyüklüğünde büyüdüğüm sihir! Seni çok özledim… Bekleyişlerimin kuytulardaki sesi senin saklı aydınlığında yolunu buluyor…
Gücümün tükendiğini hissettiğim anlar dostlarım boğaziçindeki ihtişamın tamamlayıcısı olan martıların çığlıklarını dinletiyorlar… Teller arası mucizeden martılar bana şarkı söylüyorlar… Kanayan yüreğimi o yaşam dolu gagalarından çıkan tını ile onarmaya çalışıyorlar… Hatta bir tanesinin sesi bana çok tanıdık geldi... Çığlığı diğerlerinin çığlığından daha tiz ve keskindi… Sen söylemiştin martıların çığlıklarında hüzünlü şarkılar saklıdır o yüzden her birinin çığlığı farklı farklıdır demiştin… O martıyı tanıdım senden giderken yüreğime eşlik eden, en son sınıra kadar benimle birlikte uçan martıydı… Ama senin gibi oda bir yere kadar gelebildi benimle...
Boğaziçi köprüsü; yaşım, yangınım, duygum… Onunla aynı yılda doğmuş aynı yangınla kavrulmuşuz… O seni kıtalarla birleştirdi, sen beni savaşlarımın en zor muharebelerinde en keskin kılıçlarla kuşattın… Yanındayım, arkandayım, içindeyim, düşlerindeyim dedin… Hüzünlerimin en ince kıvrımlarına saldın, tarihinden getirdiğin Çırağan’da sakladığın en değerli hazinelerindeki kokuyu… Bu armağanın şiirimin ve geleceğimin en güzel ayrıntısı oldu…
Bazen Boğaziçi köprüsünün ayaklarında küçük küçük ıslaklıklar görülüyormuş… Yağmur yağmadığı halde bu küçük damlacıkların nereden geldiğine bir anlam veremiyormuş insanlar… Onlar bilmiyor ki geceleri senin düş gemine binip yanına geldiğimi…! Onlar bilmiyorlar ki gecenin kapıları kapanınca aydınlığa, ayaklarının ucuna oturup sarı yalnızlıklarımda çoğalttığım damlacıkları sana armağan ettiğimi…!
İstanbul’ un her yerinde yalnızlık ses verebilir yüreklere… Ama istiklal…! İstiklal, yalnızlığın can çekiştiği insan sağanağı, renk sağanağı, yaşam sağanağındadır… Belki de sarı yalnızlıklarda her köşeye sıkıştığımda İstiklal’ine sığınmam susan yüreğimi caddenin renkli ritmine atmam ondandır…
Kız kulesinin hikâyesini ilk anlattığında gözlerimden boşalan yaşlar şimdi kendim için akıyor… Hero ile Leandros’ un aşkına her gece şahitlik yapan Kız Kulesi şimdi sana olan hasretimi, her gece büyük bir özlemle sana gelen beni öykü olarak anlatıyor onun ışığında yaşamı anlamlandırmaya gelen yüreklere… Onlar boğazın sularında yüreklerini sonsuzluğun maviliğinde birleştirirken, ben bozkırın kahverengi dağlarındaki buğulu bakış oldum…
Bana verdiğin ve Topkapı’nın surlarına bıraktığın yüreğime bağdaş kuran düş çiçeklerini sana geldiğim her gece kokluyorum… Dinmiş lodoslar sözünü tutmadı… Bana ne senin, ne de düş çiçeklerinin kokusunu getiriyorlar…
Biliyor musun! ?
Kadıköy iskelesinde gözleri denizin enginliğinde sevişen iki sevdalının kopyaladığım bakışlarında saklıyorum seni… Martılar kuru yük gemilerine kafa tutarcasına kanat çırparken, onlar iskelenin düş tadında ama gerçek yaşam imgelerinin banktaki sessiz ve en gerçek izleriydi…
Senin gökyüzünden, senin Yeditepeli bağrından yüreğimi kopardıkları vakitten itibaren sesimin tınısı renklerimin anlamı değişti… Bozkırın sarı yalnızlığındaki şiir oldum… Şiir içinde sarı yalnızlık oldum…
Kısacası aşkım, sensizliğin içinde seni büyütüp geçmişin kırıntılarıyla besliyorum kuytulara sinmiş umudumu…
Sakla beni;
Surlarının tarih kokan duvarlarında…
Özle beni;
Eminönü’ ün de uçuşan güvercinlerin gözlerinde…
Duy beni;
Tuzla sahilinde kayalıkların arasındaki dalgaların oynaşmasında…
Öp beni;
Hüznü kucakladığım boğaz içinin mavi ıslaklığında…
Gidiyorum aşkım… Yine gelebilmek için gidiyorum… Gidebilmek; gelmeyi başaracak cesur yüreklerin yaşam savaşındaki ilk galibiyeti, sessizlikler içindeki ilk sesidir…
Aşkım, umudum, İstanbul’ um……
Beyaz Ağıt/Mehtap Altan