- 381 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Varlıklı El yoksul El 1
Yazımızı temel konu üzerinde sosyal mantalite anlayışıyla yazmaya devam edersek; El sonsuzluğun ya da yeryüzünün sahibi olmakla ortaya çıkmamıştı. Sınırlıydı. En az, bir totem mesleği bilmenin sahipliği kadarla sınırlıyken; en çok ta bir ittifak büyüklüğünde olan bir sahiplikti.
Sözü de, muktedir ligi de, o sahipliği kadardı. Ne kadar farklı sahiplik veya ittifaklar varsa, o kadarda çok El mana zihniyetli El vardı. Elin zenginliği ve yoksulluğu; kendisine eylem (hareket) alanı açmak içindi. İki karşıtlık arasında El’in gidiş gelişi birbiri olan, geçişli düşünle eylemlere sahne oluyordu.
Mülk dağıtan El, yoksullaşırken, fetih yaptıran El zenginleşiyordu. El, artık El anlayışına (El mantığına-El zihniyetine) göre olan anlayışlarla kişileri düşündürtüp, kendisini kişiler ağzında konuşurken; kişiler de söyleyeceklerini El’e söyletiyorlardı.
Söyleyen de söyleten de aynıydı. Söyleyen sahipliği olan zengin El’di. Söyleten de yoksul olan, fetih isteyen; ganimeti olan; yoksula mülkten değil ganimetten dağıtan, mülkün sadakasından dağıtan, merhamet, yardım isteyen yoksul El’di.
Takdir ederken “bir delille takdir ve irade ettim” diye kesin ve tekil konuşurken; kişi ağzında “Biz gerçekten doğru söylüyoruz. Deliliniz varsa getirin. Yoksa yalancılardan olursunuz” derken yoksul El söylemli kutup olan El tarafından; yetkisi olan, salih izlektiler ağzında söyleniyordu.
Artık El, apiluların, evliyaların, ahlakçıların, vaizlerin vs.nin ağzında kendisi gibi konuşur oluyordu. Apilular da, ahlakçı ve evliyalar vaizler de onun söylediğini söylüyorlardı. Olup bitenin izahı sosyal mantıkla olunca bunun böyle olması normaldi.
Kişi Artık El mantığı ile “dünya malı dünyada kalır” diyordu. Zaten Dünyada kalacak olana böyle demek abesti. Kolektif böyle bir söylem gereği duymuyordu. Pekiyi de bu ve bu gibi sözler neden söyleniyordu? Bu söz “kendilerine mülkten pay verilenler” karşıtlığı ile söyleniyorsa ki öyle olmakla absürt değildi.
Bu sözü mülk sahibi söylüyorsa; size göz tokluğu çiziyordu. Siz mülk sahiplerine karşı bir zikir gibi bir işaret gibi söylüyorsanız; siz sahiplerin mülkünde gözünüzün olmadığını belirtmekle, siz kendinizin iyi bir ittifak mümini olduğunuzu El’e gösteriyordunuz. Yerine göre söz yansıması başka-başka oluyordu
Kişi yine El anlayışıyla “Mal da yalan, mülk te yalan. Var biraz da sen oyalan” diyecekti. Bu sözü siz söylerken başka türlü yansıma veriyordu. El söylerken başka türlü yansıma veriyordu. Sonuçta:
Sahipliği de kendisi olan Utnapiştimler (Nuh); Nemrutlar, İbrahimler; Musalar, Firavunlar; Sargonlar, Apollonlar zenginleştikçe, elindeki mülkünü bunlara veren sanal sahiplik olan El de Yoksullaşıyordu!
Varlıklı El’in oluştuğu mana düşünceli yerde, sahipliği elinde gitmiş olmakla yerinde yokluk, yoksulluk olan bir boşluk devinmesi kalıyordu. El’in elinde giden mülk sahipliği, siz kişilerde sahiplik tasarrufu oluyordu.
El’in kaybettiği siz kişilerde varlık olarak somutlaşırken; kaybedilenin yerinde kalan boşluk devinmesi size bu kez başka türlü yansıma olarak etkiliyordu. Siz varlıklı (zengin) oldukça El yoksullaşıyor. El zengin oldukça siz fakirleşiyordunuz.
Mülkünü dağıtan El’in yerinde; mülkü dağılmış olmakla kalan alan boşluk devinmesi sizle bu boşluk devinmesi arasında alıp vermelerin olduğu transferler alanı olma etkilenmesiydi. Siz El adına fetih yaparak, çevreyi yoksul kılıyordunuz. Sonra da El’in zenginliği kadarla siz varlıklı oluyordunuz. El ilk inşa şeklindeki mantığını bu biçimle yürür kılıyordu.
Eh somut sahiplikler Utnapiştim ile İbrahim ile Firavunla; Osmanlı Sultanıyla; Persya Kisrasıyla; İslam Halifesiyle vs. gerçekleşen bizimkiler de halden bilmez değillerdi ya. Bunlarda büyüdükçe, büyüdükleri kadar fetih toprağına, El adına el koyup; El’i yeniden mülkün sahibi yapıyorlardı. Bu El’in toprağını, El’in mülkünü de yeniden El’e vermekti.
Yani El üzerinde yapılan imani sözleşmeli ittifak dayanakla yapılan fetihlere karşın fetih toprağı ve ganimetin sahibi, yine siz olmuyordunuz. El oluyordu. Bu transferden sonra El adına sizin oluyordu.
Sizin olan da El’indi. Çünkü sizin olanı El vermişti. Fetih yolu ile yaptığınız iş te zaten El’in olanı El’e vermekti. El hem veriyor hem verdiklerinden pişman olup bu kez de fetih yolu ile geri alıyordu. Ve El’in yanında olmanızdan ötürü fetihle alınanı El yeniden size meşruiyetle veriyordu. El’in olanı, El’e vermek için ne yapmak gerekiyordu?
Kolektif yapı içinde, kolektife karşı; İbrahimlerin, Nemrutların sahipliğinin oluşması için mülkü olan bir El gerekliydi. Gerekli olan bu mülkü içinde büyüyen Nemrut ve İbrahim için de çevre topraklarının eş deyişle başka El topraklarının da size ait El’in, El Mülkü ya da El toprağı yapılmasına gerek vardı.
Siz ve sizin El yeryüzünü evreni kapsar denli büyük ve sınırsız değildi. Sahipliğiniz içinde olmayanlar kafadan size verilen sahipliğiniz değildiler. Bilgisayar sahipliği olmayan dönemde bilgisayar sahipliği; Antarktika’nın bilinmediği yerde Antarktika’nın sahipliği size verilmiyordu. Sınırlı yapıyla (sahiplikle) büyüyü veren durumunuz ilk sınırlı sahiplik halinize göre de sınırsız oluyordunuz.
Çünkü bu sistemin muvazaa ve meşruiyeti El mana anlayışına dayanıyordu. Sizin olan El’indi. El de; sahipliğiniz nedenle, siz olacağınıza göre, siz olan da; El’in olan da sizindi. Bu durum kendi içinde bir krebs döngüsü gibiydi. El ancak sahiplikle var olabilirdi. El’in başka türlüsü olanaksızdı. El sahipliğinize verilen isimdi. Sahipliğiniz de El’di.
İlah yaratan değildi. Aksine var olan meslekleri ve kişilerde var olan üretim gücü olan kas enerjili harcama gücünü bir araya getiren bir entegrasyon ile birleştirici koordinasyon düzenleticisiydi. Oysa El gözüne kestirdiği kolektif üretim ilişkisi üzerinde tasarrufla mal mülk sahibi olabilmek için bunları ben yarattım diyordu. Ben yaratma hakkım üzerinde sahiplikle tasarruf ve irade yapıyorum diyordu.
El üreten bir şey değildi. El şalı altında üreten gurup aiti kişiler ve kişiler emek gücü vardı. El şalı bu emek gücünü örten sahiplik şalıyla ancak vardı. Ve görünür oldu. Grubunuz dışında da emek güçleri vardı. Nerede emek gücü var, El şalı oraları da sahiplikle örtecekti.
Kolektif yapıya karşı, nefsinize uyup; meşruiyet siz olup; muvazaalı bir iş mi yaptınız? Siz de bu muvazaa işle mülkü size veren El ile muvazaa (danışan meşruluk) oluyordunuz. Mülk sahibi olan siz de; "mülk, mülkü çeker" diyen tamahla meşruiyetsizce başka Nemrut ve İbrahimlerin toprağına göz mü diktiniz? Kolayı vardı.
Siz kendiniz için bir şey istiyorsanız namerttiniz! Oraları kendiniz için değil zaten mülk El Mülkül El Melik olan El’indi. El hem bir doğum oluşla tasarımdı. Hem de bir gerçekleşmeydi. Kolektife ait olan sahiplikler kişi sahipliği oluşla akıl içinde düzene girmeyen bir bulutsu şeklinde belirip doğarken El tasarıydı. Kolektife ait olan sahiplik sizin sahipliğiniz olduğu an da El, gerçekleşmeydi.
El Mülkül Meliklik, uzanabildiğiniz yere kadardı. Osmanlı Padişahı gidebildiği yeri El Mülkül El toprağı yapmakla Mülkü İslam kılıyordu. Yani fetih olan mülk; İslam’ın temsilcisi olan mananın mülküydü. Bu sahipliğinin dışı da nasıl mülkü Osmanlıya ait değilse, Mülkü İslam’ın da değildi.
Selçuklu tevhitle olan İslam Mülkü, 21 kadar beyliklere bölünmüştü. Bey zaten sahipliği olan El’di. İl, İl Bay; El, El bay (bey) olarak günümüze gelen Türkçe bir kelime olmakla bayım sözü köle dilinde sahibim demekti. Bey, El’in oluşma dönemini yansıtan kavramdı. Beylerin her biri mal mülk sahipliği olan El, El bay olmalarının Türkçe içinde kavranış ihdasıydı.
Tevhit ne kadar parçalanırsa, tevhitte o kadar İl Bay (El) çıkıyordu. Bir tevhide de ne kadar İl baylar katılırsa tevhit yeryüzü ya da evren olmayacak kadarla, o kadar büyük oluyordu. Tevhidi oluşan harf ya da atomlar El sahipliğiydi. El sahipliklerinin (oligarşilerin) birleşmesi de; tevhitti.
Nemrut, Firavun, İbrahim, Süleyman vs. birbiri olmayan nasıl bir El sahipliğinin gerçekleşmesiyse Osmanlı da böylesi bir El’in sahiplik gerçekleşmesiydi. Selçukluya verilen sahiplikten onun değildi. Ve Osmanlı padişahı fetih ettiği topraklar kadarı da “cihan padişahıydı”.
El’in olanı; El’in yanında; El ile birlikte; El için zapt ediyordunuz! El hem zihinsel hem gerçekleşen bir meşruiyetlerinizdi. Korkacak bir şey yoktu. El daima sizinleydi. Çünkü siz El ile birlikte olup, El mülkü için savaşıyordunuz!
Yani siz, El mülkü için olmakla; kendi mülkünüz için; eş deyişle kendi nefsiniz için savaşıyordunuz. Ki Bundan meşru nefsi müdafaa nasıl olurdu? Nefsi (mülkü) müdafaa olan bu mantıkla siz bu kes de sizin El’e ait olmayanlara; bir başka El’ e ait mülk olanlara sahip olmak için, ganimet diye yola çıkıyordunuz.
Fetih arazisini, El mülkü yapıyordunuz. Ve Ganimeti de El sahipliği ediyordunuz. İstila ve yağmayı El mülkü yaparak meşru oluyordunuz. Daha ne olsundu. Dahası El de size bu zapt edişte ele geçirilen taşınır malı, mülkü çoluk, çocuğu, kadını, çalışır durumda olanları köle olukla; ganimet malı oluşla, meşru ediyordu. Savaşı, talanı, cinayeti meşru ediyordu. Aslında El’i yoksul kılmayacaktınız, yoksul kılmanın sonu böylesine felaketti!
El, ilaha karşı olan mana anlayışıdır. Yani kolektif sahipliğe karşı "kolektif te neymiş? Mülkün sahibi benim! Ben mülkümü dilediğim kişiye verdim" diyen ideolojinin ekseni çevrimi olan mana anlayışıydı.
El kolektif ortaklığı bozup; o kolektif oluşun malının, mülkünün sahipliğini üzerine alan tekil oluştu. Bu tekil sahiplik içindeki El mülk ve irade üzerinde ortak tanımazlıktır. Kolektif sahipliği kişi sahipliği yaptı. Ve kolektif sahiplikten yoksun kıldığı mülksüzleri de yoksul kılmanın, köle yapmanın mana anlayışıydı.
El sahipliğini kişiye vermekle yoksullaştı. El kolektif yönden düşünce olan belirimiyle yoksullaşırken somut kişi yanı zengin oluyordu. Zenginliğini kişiye verirken de mana kişi yanıyla yoksul kalıyordu. Aslında yoksul kalan kişi yanı (mana olan kişi olmaktan çıkıp) zengin kişi olmakla beliren gerçekleşmesi de bir somutluktu.
El diye bahsederken organ işlev olan El’den bahsetmiyoruz. Bahsetmiyoruz derken bahsetmiyoruz da ki çoğulluk, yazar anlatısı ve okur anlayış birliğini anlatan zihinsel süreçlerdeki anlayış konsensüsüdür. Okur ve yazarca aynı anlamla bilinir olanı böyle belirtiyoruz.
Mana anlayışı olan El ile işlev organ olan eldeki benzerlik bizim dilin içindeki el kullanımıyla benzerliği tesadüf gibiyse de; mana olan El’in anılması esnasında, işlev organ olan eli de soyut El paralelinde hep akılda tutup, anımsamak; hayli yararlı olacaktır.
Baştan beri oluşan El mantıklı inşa şekline göre şu muvazaalı durum hayli çetin bir öğretidir. İlk başta El; "yerde ve gökte olan mülk benim. Mülkün sahibi benim. Ben Malik El Mülküm " diyordu. Böylece El’in "mülküm" dediği zenginlik; gök ve yer grupları olarak birleşen ittifakı kolektifliğin malıydı.
Bu söylemden de anlaşılıyor ki El, ön ittifaklı dönem içinde koalisyon yapan gruplardan birine gök derken diğerine de yer denmekle bilinen grup ittifakına sesleniyordu. Benim dediği sahiplikte ittifakı kolektiflerin birikim gücü olan mal, mülktü. Herkesle bir sahiplik mana düşüncesi olan El, bunu kendi keyfince yine somut olarak kendisi olan insan kişiye verecekti.
El tarafından keyfi dağıtılan mal mülk sebebiyle “Yeryüzünde kan dökücü, fesat çıkarıcı varlıklar” ortay çıktı. Mal-mülk canın (nefsin) yongası oldu. Canın yongasına olan bağlılık ve sahiplik arttıkça, zulüm ve feryatlar da arttı.
İşte El’in bu ilk zamanlar içinde kolektifin mülkünü keyfince dağıtırken görmediği sorun; mülkü olan insanın mülk olana uyma dediği, nefis dediği mülkle "nefse uyma olayını" şimdi kendi ağzıyla söylüyordu. "Onlar nefislerine uydular. Onlar nefislerini ilahlaştırdılar" diyordu. "Onlar" dediği mal mülk verdikleri kişilerdi. Nefis, hem onlar dedikleriydi. Hem de canın yongası olan mal-mülktü. Nefsiniz çeker. Nefis neyi çeker? Mal mülk sahibi olmayı: Çekenle çekilen dönüşlü durumla aynı şeydir.
El Mal verdiklerine, kutlu kişiler diyordu. Ama buna kendisi de inanmıyordu. Başka zamanda, başka nedenlerle bu kutlu kişilere "onlar nefsine uydu" diyecekti. “ onlar nefsine uymakla kendilerine de zulmettiler” diyecekti. El’in nefsine uydular dediği şey neydi? İlk başlarda "kolektif sahipliğe ait malın mülkün kimi kişiler tarafından iç edilmesiydi". Kolektifinin yıkılmasıydı. Malın mülkün kişi nefsi yerini almasıydı.
Daha sonra "nefsine uydu" dediği kimi durum da; Nemrut’un mal mülk sahipliği nedenle kibrine ve gururuna kapılmakla yaptığı zulümleriydi. Nefsine uyup, kölelere zulmetmesiydi. İbrahim El’in, yani mal mülk sahipliğinin kibirli olmayan; tevazu eden, merhamette bulunan; kişi olmakla El’in sömürüyü promosyonlu yapma yanıydı.
Mülk verdiği Musa’ya karşı yine mülk verdiği Firavunu; "ruhunu şeytana satmakla ruhunu ilahlaştıran kişi" diye suçluyordu.
Yine mal, mülk ve köle verdiği İbrahim’e karşı; yine kendisine mal mülk verdiği Nemrut’u "Nefsini ilahlaştırmakla kendisini El yerine koyan bir ateş ehli" diyordu. Nemrut kendi kendisine cehennemlik olmamıştı ama neyse. Garip değil mi? Nemrut’un kanına giren ve ben bir takdirle onu rızıklandırdım diyen de kendisiydi. Bu durum karşısında Nemrutlara bakarak yerinde bir söylemle “mal bir fitnedir” diyecekti.
Daha sonra bunu böyle yapanın kendisi olduğunu unutan El’in öfke içinde kendi yaptığını unutmuş gibidir. "onlar fitne içinde nefislerini ilahlaştırdılar" diyecekti. Aslında El mülkünü "kendi nefsine uyanların sahipliğine" veriyordu. İlk El böyleydi. İlk El mülkü olup mülkünü keyfince dağıtan kolektif üzerinde zengin bir El’di.
Kutsal imparatorluklar döneminde durum tersine dönecekti. Başta mülk dağıtan El, imparatorluklar döneminde mülkü hele de başka El sahipliğinde olan mülkleri eline geçirecekti. İmparatorluklar döneminde El yoksul El gibi tamahla yoksul El gibi emperyalist tavır içindeki bir çevrimle olacaktı. Yoksul El imparatorlar eliyle tekrar mal mülk sahibi olup malını mülkünü genişletip imparator olarak büyütecekti. Yeni El hem saldırgan, hem emperyalist hem de imparatordu. İnsan El ile savaşıyordu.
Örneğin; kutsal ittifaklı haçlı seferleriyle; Cermen kutsal ittifakı "Kutsal Baba adına savaşlara girip toprak alıp Baba’nın topraklarını büyüteceklerdi. Osmanlı padişahları Mülkü İslam adına fetihlere çıkıp; fetih topraklarını Allah’ın mülkü yapmakla imparatorluklarıyla övüneceklerdi!
Emperyalist sahipliğin her biri tamah içinde yaptığı arzı içinde yeryüzünü "Allah’ın Mülkü yapmakla yola çıkmalarına rağmen, yine de yeryüzünü Allah’ın mülkü yapmak isteyen her bir El adamı diğerine küffar" diyecekti. Bu seferlerde yenilgiye uğrayan padişah "tamam mülkü İslam adına yola çıkıyoruz ama mülkü Osmanlıyı da kaybediyoruz" diyen bir "şafak atışını" da söylemeden edemeyecekti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.