- 422 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YORGUNLUĞUN YOKUŞU...
Yorgun savaşçının izini sürüyorum bir geçidin izdihamından uzak aslında aklın kıyısında ölen dünümü anıyorum bir nebze de olsa aradığımın bilinç dışı uyumsuzluğu ile sırlar paylaştığım.
Leş gibi çöplüğü lenduha düşlerin ve izmarit yüklü aklın kayışının boşandığı o dik yokuş.
Dilsiz hücrelerim bölünüyor ölüme ayarlı bir düşten de alacaklıyım.
İçimin ikramı bir acıdan yana düşen başımın omzuma değmesine izin vermediğim şüphe götürmez hem de kuyuya düşmemden saniyeler önce.
İri gözlerini kırpıştırıyor kâinat.
Etekleri dökümlü içi de hayli yüklü ve yaşı geçkin bir kadın edasıyla adımı soruyor ansızın.
Asfaltsız yolların gazabına uğrayan eski model arabanın dikiz aynasında kesişiyor gözlerimiz. Utangaç bir eda ile sürmesini istiyorum direksiyonda ehli keyif bir şövalye mizacı ile oturan suratsız adamdan. Yok işte: ne suratı var ne de olmayan suratının asık olduğuna şahidim yine de biliyorum iri bir düşün kepçesinde düşkün mizaçların sunduğu bir özveriymişçesine.
Zaman çok kaygan. Zemin de.
Zemin yorgunluğun yokuşunda zaman gibi yaygaracı aslında önsezilerimi öldürmek üzere rast geldiğim mizansenin kayıtsızlığında ben hicap ediyorum yokluğumun varlığına rast gelmek adına bir kayıt daha girdiğim bilgisayar ekranının aksanında hoş bir sözcük ve resim arama telaşıyla.
Uyku bölmeleri var cümle aralarına koymaya doyamadığım.
Yazıyorum uyumadığımda.
Uyuyorum yazmadığımda.
Ne yazıyorum ne de uyuyorum aslında hiçliğimi bir metafor olarak görüp varlık katsayıma yeni bir çentik atmak adına içime püskürttüğüm lavından yanan yüreğimi soğutmaya çalışırken ve şaşkın bakışlara da aldırmadan.
Gerginliğim had safhada ne de olsa mercek altındayım.
Gözümde olmayan boyadan sorumlu değilim madem hafif bir pembelik basıyor yanaklarımdan akan yaşın tüm resmi mahvettiği.
Peyda olan ne bir öfke ne de zaruri bir acı sadece gel-geç aklımın oyunu.
Dağınık odalarında biriken hayalleri süpürüyorum ve kafamı oyan ağrıyı sonlandırmak adına açıyorum perdelerini gözlerimin belki de kapamam gereken sadece odanın perdesi iken izdiham bürüyen sokağa takılıyor gözlerim.
Muzip bir şarkı takılıyor ansızın sonramı geçiyorum alt yazısı yine yazmadan duramadığım akşamüstü kapıma gelen bir yolcuyu misafir ediyorum.
Ben de bir yolcuyum ve içimdeki laterna da pek bir özümsüyor muzip tınısını gergin aksanı ile yürek dile gelirken belki de kalkması gereken naaşı tüm yorgunluğu ile bana musallat olan sonrası da belirsiz bir sessizliğin izdüşümü yine perde perde yükselen iç sesimin duyum ötesi verdiği rahatsızlığı düşünce gücümle ötelediğim.
Israrcı olanlara ise yok tek sözüm.
Fiil kiplerine özenen şahıs zamirlerine kırgın bile değilim.
İçimin aksanına konan tombik bir serçeye serzenişte bulunuyorum ne zamanki pencereye bisküvi kırıntısı koymasam gagasıyla vuruyor cama sonrasını boca ettiğim bir yükümlülük benimki: hani yemek koymasam doğanın gazabına uğrayacağım korkusu ve kaygısıyla yaşarken aslında kötülük yapıyorum tabiat anaya ne de olsa serçe ırkının asla şişmanlama gibi bir şikâyeti olmadı ben onları evlat edinene kadar.
Döktüğüm kırıntılara basınca attığım çığlıkla korkup kaçıyor minik serçe belli ki çarpılmamak adına gayretle süpürdüğüm kırıntıların da ihlali ben her arada kalkıp filmi başa aldığım.
Sahiplendiğimi savuruyorum gökyüzüne.
Gökyüzü de karşılık veriyor akabinde.
Yağan rahmeti kucaklıyorum oysaki pencere kapalı. İyi de yağmur içeri nasıl girdi?
Rüyalarımın alt yazısında hep tezat kelimeler konuşlu ve ikilemleri hece hece bölüyorum sonra da heceleri övüyorum sözüm ona kelime garantisi vermişim.
Kayıtsızlığıma son verip yeniden girişiyorum işe.
İşim ise kendimle.
Kendimden uzaklaşmak adına baş koyduğum satırları boyuyorum fosforlu kalemle.
Gün ışırken güneş giriyor içine odanın oysaki perdeleri henüz açmadım.
Bir rüyadan nasiplenirken gerçekleri de ihlal ediyorum. Zıt tabanlı mizaçların uyum içinde yaşamaya ant içtiği düzenekte ben kendimle bile barışık olmayı becerememişken.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.