- 12035 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
OSMANLI HANEDANI VE ŞİİR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Selçuklu Devleti’nin mirasını sahiplenmek isteyen her beylik yalnızca bu amaca yönelik siyasi faaliyetler yürütmekle kalmamış aynı zamanda beylik merkezlerini bilim, kültür ve sanat merkezi haline getirmeye çalışmışlardır. N.S. Banarlı’nın ifade ettiği gibi; ilim ve sanat adamlarına saygı göstermek, onları himaye ve iltifat yoluyla teşvik etmek ve bu yolla kendi ülkelerini ilimde ve sanatta diğer ülkelerden üstün hale getirmek, beylikler arası siyasi rekabetin doğurduğu bir sonuç olduğu kadar eski ve milli bir devlet geleneğidir. Bu geleneği devam ettiren beylik hükümdarları saraylarını ve saray çevrelerini birer edebi muhit haline getirmişler ve devrin divan şairleri bu muhit içerisinde toplanmış, şöhret kazanmış ve yükselmişlerdir.
Anadolu’da siyasi birliği kurarken ilmi ve edebi birliği de gerçekleştiren Osmanlı Devleti’nin sarayı ve çevresi ilmin, güzel sanatların ve edebiyatın gelişmesinde önemli rol oynamış, burada okunan şiirler ve diğer edebi ürünler padişah tarafından ya takdir edilip mükafatlandırılarak ya da tenkit edilerek gündemde tutulmuştur. Padişah saraylarının yanı sıra sancak beyliklerinde şehzade sarayları ve devlet büyüklerinin konakları bilginlerin, şairlerin ve sanat sahiplerinin bağlandıkları ve yararlandıkları yerler olmuş ve en başta edebiyat, bu çevre içerisinde gelişme göstermiştir.
Devrin en büyük alimlerinin, en güçlü şairlerinin ve musikişinaslarının yer aldığı bu yapı içerisinde Osmanlı hanedan mensuplarının da sanatın bir ya da birçok şubesi ile doğrudan ilgilendikleri görülür. Özellikle şiir sahasında Osmanlı hanedanı diğer hanedanlarla mukayese kabul etmeyecek şekilde faaliyette bulunmuştur. Osmanlı hanedan mensupları arasında şiir yazanlar şunlardır:
I.Mehmed
II.Murad
II.Mehmed (Avni)
II.Bayezid (Adli)
Şehzade Mustafa
Şehzade Mahmud
Şehzade Korkud (Harimi)
Şehzade Cem
I.Selim
I.Süleyman (Muhibbi)
Şehzade Mehmed
II.Selim
Şehzade Mustafa (Muhlisi)
Şehzade Cihangir (Zarifi)
Şehzade Bayezid (Şahi)
III.Murad
Şehzade Orhan
III.Mehmed
Şehzade Mustafa
I.Ahmed (Bahti)
Şehzade Mehmed -I.Ahmed’in oğlu- (Şair)
II.Osman (Farisi)
IV.Murad
IV.Mehmed
II.Ahmed
II.Mustafa (Meftuni-İkbali)
III:Ahmed (Necib)
I.Mahmud (Sebkati)
III.Mustafa (Cihangir)
III.Selim (İlhami)
II.Mahmud (Adli)
Adile Sultan
Abdulaziz
IIAbdulhamid
V.Murad
V.Mehmed
II.Abdulmecid
Osmanlı hanedanının şairlik konusunda diğer hanedanlarla mukayese edilemeyeceğini açıkça ortaya koyan bu tablo diğer sanatlar söz konusu olduğu zaman da fazla bir değişkenlik göstermez. Mesela hanedan mensuplarının en az şairler kadarı hat sanatıyla ilgilenmiştir. Sekiz hanedan mensubu musikişinas ve bestekardır. Ayrıca resim, kuyumculuk, nakkaşlık, marangozluk gibi alanlarla ilgilenen hanedan mensupları da vardır.
Osmanlı hanedan mensuplarının şiir ve diğer sanat dallarıyla meşgul olmaları en başta almış oldukları eğitim ve yetiştikleri çevre ile ilişkilidir. Hanedan mensupları şiiri ve şiirle ilgili bilim dallarını (ilm-i aruz, karz-ı şi’r, belagat …) öğrenmiş ve yüksek bir kültür ile şairliğe yönelmişlerdir. Osmanlı eğitim sistemine göre yetiştirilen Kırım hanedan mensupları da bu şekilde şiirle meşgul olmuşlardır. Bu alanda Enderun Mektebi’nin verdiği eğitim dikkat çekicidir. Nitekim bu mektepte okutulan dersler arasında şiir, inşa ve musiki dersleri bulunmaktadır. Aynı zamanda sarayın içerisinde bulunan ve nadide eserlerden oluşan kütüphane, öğrencilerin çalışma alanlarında derinleşmelerine geniş ölçüde imkan sağlamıştır.
Osmanlı şehzadelerinin tahsil hayatının 5-6 yaşlarından itibaren başladığı bilinmektedir. Bu yaşlarından yaşamlarının sonuna kadar devam eden bir eğitim süreci söz konusudur; ancak bu durum şehzadelerin kafes hayatına başladıkları döneme kadar geçerlidir. Şehzadelerin sancağa çıkarılma geleneklerine son verilip saraya hapsoldukları dönemden itibaren eğitimci konumu ziyadesiyle cariyelerin eline geçmiştir.
Osmanlı hanedan mensuplarının şiire yönelişlerinde psikolojik unsurların etkisinden söz eden araştırmacılar da vardır. Bu durum oldukça geri planı oluşturmakla birlikte hanedan mensuplarının şair olmalarını değil şairlik karakterlerini etkilemiştir. Bütün yaşamları sıkıntı içinde geçen Cem Sultan’ın ve Kanuni’nin oğlu Şehzade Bayezid’in hasb-i hal tarzı şiirleri bu duruma örnek gösterilebilir. Bu şiirler, şairlerinin kişisel sıkıntılarını konu almaktadır. Özellikle Şehzade Bayezid, bütünüyle kendi macerasını nakletmiş, İran’a kaçışını ve orada çektiği sıkıntıları şiirine taşımıştır. Saltanatı elinde bulunduranlar ise daha farklı kişisel konuları ele almış; özellikle klasik dönem padişahları yaptıkları işleri şiirle dile getirmişlerdir.
Şair Osmanlı Padişahları:
Osmanlı padişahları, devletin kuruluş yıllarında sanat ve edebiyat ile yeterince ilgilenme fırsatı bulamamışlardır. Anadolu’daki mevcut siyasi dağınıklık, beylikler arası mücadeleler, himaye ve iltifat yoluyla sanat ve edebiyat çevrelerini teşvik edecek kudretli beylerin azlığı edebi hayatı olumsuz yönde etkilemiş, bu nedenle yüzyılın şairleri genel olarak divan tertip edememişlerdir.
Osmanlı padişahlarının şairlerle ilk ciddi temasının Yıldırım Bayezid ile başladığı bilinmektedir. Bursalı Niyazi, divanını Yıldırım Bayezid’e ithaf etmiştir. Şeyhoğlu, Hurşid ü Ferahşad adlı mesnevisini bu padişaha sunmuştur. Ahmedi, Hamzavi ve Ahmedi Dai gibi şairler Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir Süleyman’a bağlanmışlardır.
Kaynaklarda II.Murad’a kadar gelen padişahların şiir yazdığı bilgisine rastlamak mümkündür ancak kayıtlı örneklerin üslubundan ve muhtevasından anlaşıldığı kadarıyla söz konusu şiirler sonradan padişahlara mâl edilmiştir. Bu çerçevede elde kayıtlı şiir örneklerinin bizzat kendisine ait olduğu kesinlik taşıyan ilk şair Osmanlı padişahı II.Murad’tır.
Alim, şair, hattat ve müzisyen olan II.Murad Osmanlı rönesansının kurucusudur. Şiirlerinden ve hat örneklerinden ciddi bir sanat ve edebiyat eğitimi aldığı anlaşılmaktadır. Özellikle hocaları İbn Arabşah ve Ahmed-i Dai, II.Murad’ın şairlik yönünü etkilemişlerdir. II.Murad’ın, Anadolu’da milli edebiyatın yaygınlaşmasında önemli rol oynayan Hacı Bayram Veli ile de yakın ilişkisi olmuştur. II.Murad’ın saltanat yıllarında şiir olağanüstü derecede önem kazanmıştır. Şairlere yıllık bir tahsisat bağlama geleneği bu dönemden başlayarak Kanuni Sultan Süleyman devrine kadar devam etmiştir. Bu devirde şiir, inşa ve musiki birçok yeni dersle birlikte Enderun Mektebi ders cetveline ilave edilmiştir. II.Murad adına yazılmış olan 37 eserden 21’inin mesnevi olması bu padişahın şiirle ilgisinin boyutlarını göstermesi bakımından önemlidir. II.Murad, Muradi mahlasıyla şiirler yazmıştır.
II. Murad’ın oğlu Mehmed (Fatih) devrin en şöhretli alimlerinden dersler alarak yetişmiştir. Hemen her alanda ciddi bir eğitim gören II.Mehmed matematik, balistik, felsefe ve edebiyatta alim olup Arapça, Farsça, Latince, İbranice, Sırpça dillerini de öğrenmiştir.Şair hanedan mensupları arasında adının dışında mahlas kullanan ve bir divan oluşturacak kadar şiir yazan ilk kişi Fatih’tir. Şiirlerinde Avni mahlasını kullanmıştır. Yüzyılın iki büyük edebi şahsiyeti olan Sinan Paşa ve Ahmed Paşa, Fatih’in edebiyat hocaları olarak dikkati çekerler. Özellikle Ahmed Paşa neredeyse kendisinden sonra gelen bütün ciddi şairleri etkilemiştir. Fatih, hocası Ahmed Paşa’dan olduğu kadar Şirazlı Hafız’ın ve Şeyh Sadi’nin şairlik karakterlerinden de etkilenmiştir. Fatih’in tasavvufa olan eğilimi şiirlerinde önemli derecede hissedilir.
Fatih’ten sonra Osmanlı tahtına oturan II.Bayezid, şairliğinin yanı sıra hattat, bestekar, müzehhib ve yay imalcisidir. Şiirlerinde Adli mahlasını kullanmıştır. Osmanlı hattatlarının üstadı Şeyh Hamdullah, II.Bayezid’in hocasıdır. II.Bayezid’in, o devirde bütün Avrupa kütüphanelerinden daha geniş bir kütüphaneye sahip olan Müeyyedzade Abdurrahman Çelebi ile yakın dostluğu bilinmektedir. Söz konusu kütüphane daha sonra dağılmış ve kitapların çoğu çeşitli yollarla Avrupa’ya taşınmıştır. II.Bayezid otuzdan fazla şaire maaş bağlamış, her yıl Molla Cami ve Devvani’ye caizeler göndermeyi adet edinmiştir. İtalya’ya, Türkistan’a ve Arabistan’a entelektüel bakımdan ilgi göstermiştir. II.Bayezid vasat düzeyde bir şairdir. Daha çok Ahmed Paşa’nın etkisinde Türkçe ve Farsça şiirler yazmıştır. Yazdığı şiirlerin bazıları Necati, Cafer Çelebi, Vasfi ve Müeyyedzade gibi şairler tarafından tanzir edilmiştir
II.Bayezid’in oğlu Selim (Yavuz), şair Osmanlı padişahlarından olup aynı zamanda dedesinden ve babasından sonra Osmanoğulları’nın en bilgin kişisidir. Selimi mahlasıyla şiirler yazmış ve Farsça divan tertip etmiştir. Osmanlı hanedanının en büyük şairidir. Muallim Naci’ye göre Anadolu’da Farsça şiir yazan şairler arasında en kabiliyetli olandır. Şehzadeliğinden itibaren sarayını şairlerin cazibe merkezi haline getirmiştir. Zati, Lami, Ahi Çelebi gibi şairlere ulufe vermiş; yabancı şairlerden Kazvini ve Şemsi’ye iltifatlarda bulunarak himayesi altına almıştır. Ünlü tarihçi ve padişah hocası Saadettin Efendi, Selimname adlı eserinde Yavuz Sultan Selim’in geceleri genellikle kitapla meşgul olduğunu ve hazine-i amirede bulunan değerli kitapları okuduğunu kaydetmektedir. Sultan Selim, Ali Şir Nevai’ye nazire söyleyen şairlerdendir. İran edebiyatını çok iyi bilen Yavuz Sultan Selim, özellikle Hafız, Sadi, Selman ve Cami gibi şairlerden etkilenmiştir.
Yavuz Sultan Selim’den sonra Osmanlı tahtına batılıların Muhteşem ve Osmanlılar’ın Kanuni adını verdikleri Sultan Süleyman oturmuştur. S.N.Fisher’e göre hiçbir hükümdar onun kadar ciddi bir eğitim alarak yetişmemiştir. Kanuni Sultan Süleyman, şiirlerinde Muhibbi mahlasını kullanmıştır. Divanında ustaca yazılmış şiirlerinin dışında birçok şiirin varlığı, cülusundan önce çok şiir yazdığını göstermektedir. Kanuni’nin divanı bütün divanlar arasında en hacimli olandır. Sultan Süleyman’ın büyüklüğünü kabullenen tarihçiler onun devrinin on büyük sadrazamı olduğunu ve on mümtaz vasıflı defterdar ve nişancısı yanında on büyük alim ile on büyük şair bulunduğunu belirtmektedirler. Gerçek bir şiir zevkine malik olan Kanuni, Baki gibi büyük bir kabiliyeti bulup ona mevki vermesini padişahlığının en zevkli birkaç hadisesinden biri olarak görmüş ve kendi şiirlerini, nazireler yazması için Baki’ye göndermiştir. Kanuni, biri Farsça üçü Türkçe olmak üzere dört divan oluşturacak kadar şiir yazmıştır. Türk şairlerinden Ahmed Paşa, Necati, Baki, Fuzuli ve Hayali’den; İran şairlerinden Sadi, Hafız, Cami, Selman, Nizami ve Attar’dan; Arap şairlerden ise en fazla Hassan’dan etklenmiştir. Etkilendiği ve özendiği İran sanatkarlarının isimlerini şiirlerinde zikretmiştir. Kanuni, sahip olduğu şiir bilgisi sayesinde konuşur gibi bir rahatlıkla şiirler yazmıştır. İran’a sığınan oğlu Bayezid ile manzum mektuplaşmalarında aynı vezin ve söyleyişle oğluna verdiği cevaplar bu bakımdan dikkat çekicidir.
Kanuni’den sonra tahtın sahibi olan II.Selim, E.J.Wilkinson Gibb’e göre sultan şairlerin en zarifidir ve yazdığı az sayıdaki şiiri zamanının sanatkarane şiirleri tarzındadır. Selimi mahlasıyla şiirler yazan II.Selim, sancakbeyliği dönemimde oldukça geniş bir edebi çevre edinmiştir. Saltanat yıllarında da şair ve sanatkarları yakınında bulundurmaya özen göstermiştir. II.Selim’in eğitimle ve çevreden gelen tesirlerle edindiği şiir bilgisi şu beyitte kendini gösterir:
Biz bülbül-ü muhrik dem-i gülzar-ı firakuz
Ateş kesilir geçse saba gülşenimizden
İ.H.Uzunçarşılı’ya göre bu beyit bir divan değer kuvvettedir. N.S.Banarlı’ya göre bu beyit II.Selim’in şairlik derecesi hakkında yeterli fikri verecek güzelliktedir. Yahya Kemal bu beyiti Selimiye Camii ile eş tutmuş ve tazmin etmiştir.
II.Selim’in oğlu III.Murad da şair Osmanlı padişahlarındandır. Aynı zamanda hattat ve müellif olan III.Murad, Türkçe, Arapça ve Farsça üç divan sahibidir. Hattatlık kabiliyetini Müniri divanını istinsah ederek göstermiştir. III.Murad, Osmanoğulları arasında Şehzade Korkud’tan sonra en çok ilmi eser veren ve Kanuni’den sonra en çok şiir kazan kişidir. Şairlik karakteri üzerinde tasavvufun ciddi etkisi söz konusudur. Dini ve tasavvufi bilgisinin ve tarikat çevreleri ile kurduğu yakın ilişkinin etkisiyle dua ve yakarış içeren pek çok gazel yazmıştır. Şiirlerinde Muradi mahlasını kullanmıştır.
III.Murad’tan sonra Osmanlı tahtına Safiye Sultan’dan olma III.Mehmed geçmiştir. Safiye Sultan’ın oğlu olması münasebetiyle büyük bir ilgi ve özen görmüş olan III.Mehmed, şehzadeliği döneminde iç karışıklıklar nedeniyle iyi bir edebi muhit oluşturamamıştır. Onun saltanat yıllarında yaşanan siyasi ve iktisadi sarsıntıların etkisi sanat ve edebiyat dünyasını da etkilemiş ve bu dönemde edebiyat bir hayli gerilemiştir. Şiirlerinde Adli mahlasını kullanan III.Mehmed’ten günümüze ancak iki şiir gelebilmiştir.
III.Mehmed’in oğlu ve ondördüncü Osmanlı padişahı olan I.Ahmed, Bahti mahlasıyla bir divançe oluşturacak kadar şiir yazmıştır. İyi bir eğitim almamasına rağmen doğuştan gelen yeteneği, kendinden önceki padişahların şair oluşu ve kendinin de bu geleneği devam ettirme arzusu I.Ahmed’i şiirle meşgul olmaya sürüklemiştir.
Amcası I.Mustafa’dan sonra onaltıncı padişah olarak tahta çıkan II.Osman (Genç Osman)14 yaşına kadar Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca dillerini öğrenmiştir. Şairliğin yanı sıra hat sanatıyla da meşgul olmuştur. Atlara duyduğu sevgi nedeniyle Farisi mahlasını seçmiştir. 80 kadar şiir yazmış olan II.Osman, divan sahibi padişahlardandır. Şiirlerinde, divan edebiyatında sıkça görülen mazmunlara ve kıssalara rastlanır. Şiirde en başarılı görülen yönü dilinin sadeliğidir.
II.Osman’dan sonra tahta geçen kardeşi IV.Murad, şiirle uğraşan Osmanlı padişahlarındandır. Şairliğinin yanı sıra hattat ve bestekardır. Aynı makamda (Hüseyni) altı peşrev bestelemiştir. Şiirlerinde Muradi mahlasını kullanmıştır. Yazdığı şiirler, mecmualarda, tezkirelerde ve çeşitli tarih kitaplarında kalmıştır. Şiirlerinin içeriğini siyasi, sosyal ve günlük olaylar oluşturmaktadır. Kendisi de bu gibi olayları şiirlerinin yazılış sebebi olarak gösterir.
IV.Murad’tan sonra gelen Osmanlı padişahlarından on ikisi daha şiirle meşgul olmuştur. Bunlardan avcılığıyla şöhret bulan IV.Mehmed, Vefai mahlasıyla az sayıda şiir yazmıştır. Divanı yoktur.
II.Ahmed şair ve hattat padişahlardandır.
II.Mustafa, İkbali ve Meftuni mahlaslarıyla şiir yazmıştır.
Yirmiüçüncü Osmanlı padişahı olan III.Ahmed, adının dışında Necib mahlasıyla şiirler yazmıştır. Aynı zamanda iyi bir hattattır. Lale Devri padişahı olan III.Ahmed’in, gayet sade bir dille yazdığı şiirlerinde tasavvuf unsuru ön plandadır.
Şair padişahlardan I.Mahmud, Sebkati mahlasıyla az sayıda şiir yazmıştır.
Yirmialtıncı Osmanlı padişahı olan III.Mustafa, Cihangir mahlasıyla şiirler yazmıştır. Şiirlerinde dindarlığı göze çarpar. Devrin siyasi ve sosyal sıkıntıları şiirlerinin içeriğini oluşturmuştur.
Adının dışında İlhami mahlasını kullanarak şiirler yazan yirmisekizinci Osmanlı padişahı III.Selim, her yönden sanatkarane bir kişiliğe sahiptir. Türk musikisinin dahi bestekarlarından olup yeni makamlar icad etmiştir. Evcara, Suz-i dilara makamları bunlardandır. Devrinin ve bütün eski edebiyatın en önemli şairlerinden olan Şeyh Galib’i himaye etmiştir. III.Selim’in divanında divan edebiyatının hemen her türlü nazım şekline rastlamak mümkündür. III.Selim, düşüncelerini basit ve fakat samimi bir söyleyişle dile getirmiştir. Şiirlerinde ince bir serzeniş ve mahzun bir eda sezilmektedir.
Otuzuncu Osmanlı padişahı olan II.Mahmud, Adli mahlasıyla şiirler yazmıştır. Şiirleri daha çok şarkı, tahmis ve gazel tarzındadır. Aynı zamanda bestekar ve hattattır.
Otuzikinci Osmanlı padişahı olan Sultan Abdulaziz’in şair olduğu konusunda şüpheler mevcuttur ancak iyi bir bestekar olduğu bilinmektedir. Zuhuri Danışman, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi adlı eserinde bu padişaha ait olduğu iddiasıyla bir şiiri ortaya koymaktadır.
II.Abdulhamid ve V.Murad birkaç şiir yazacak kadar şairliğe yönelmişlerdir.
V.Mehmed ise Reşad mahlasıyla Çanakkale şehitleri için bir manzume yazmıştır.
Osmanlı hanedan mensuplarının şairlik kabiliyetleri yalnızca ilhama dayalı değildir ve aldıkları ciddi eğitimin şairlik kabiliyetlerinin gelişmesinde ve şair kişiliklerinin şekillenmesinde önemli rol oynadığı muhakkaktır. Padişahların yakın çevresinde bulunan şairlerden gelen tesirler bir başka etken olarak dikkati çekmektedir. Bunların yanı sıra Orta ve Yeniçağ’da şiirin entelektüel kimliği tamamlayıcı bir özellik olarak görülmesi padişahların şiirle meşgul olmalarını adeta zorunluluk haline getirmiştir.
YORUMLAR
gösteriyor ki ilrleyen ve ileri toplumlar sanata hakettiği değeri vererek kendilerini ve sanatcıyı onurlandırmışlar. osmanlı yükselirken sanat da yükselmiş. şimdi oturup düşünelim biz sanata ve sanatcıya ne kadar değer veriyoruz...
yavuz sultan selimin o güzel şiirini paylaşmak istedim
Sanma şahım /herkesi sen / sadıkane / yar olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyar olur
Sadıkane / belki ol / alemde bir / dildar olur
Yar olur / ağyar olur / dildar olur / serdar olur "
yazıdan aldığım ilhamla araştırma yaparken şu küçük hikayeye rastladım izniniz olursa onuda paylaşmak isterim...
Cihan padisahi Yavuz Sultan Selim, Sam yakinina otagini kurdurarak burada üç ay kadar kalmis. Bir Türkmen kizi da, zaman zaman padisahin çadirina gelerek, otagin temizlik islerini yapar, hünkâr çadirini tertibe ve düzene sokarak siradan gündelik islerle mesgul olurmus… Yine bir sabah temizlik için geldiginde, Sultan Selimi görmüs. Türkmen güzelinin gönlü sultana, su gibi anîden akiermis gönlünü kaptimis ona.- Hani kalbin, her an bir halden baska bir hale geçmek, gibi anlamlari da vardir ya- Zamanla kalbinin içini, ince bir sizi sarmis genç kizin ve baslamis kalbi için için göynümeye. Bir gün, gözü, hünkâr çadirinin diregine ilismis. Diregin üst kismina askin gücü ona, söyle bir satir yazma cesareti vermis: 'Seven insan neylesin” Yavuz Sultan Selim, otagina yatmaya gelince, birden direkteki yaziyi fark etmis,” Bu da ne ola ki” diyerek uzun bir muhakemeden sonra, bir vehim ve bin endise derken… Almis eline kalemi söyle bir satir da o düsmüs ayni direkteki dizenin altina. ' 'Hemen derdin söylesin.” Türkmen kizi, ertesi gün gelip baktiginda otagin diregine, sevincinden aglamis, o küçücük kalbi heyecandan gögsüne sigmaz olmus, yer de onun olmus âdeta gök de… Fakat koskoca cihan sultanina ilân-i askta bulunmanin, atesle oynamak, ates girdabina bilerek atlamak gibi ölümcül bir tehlikesi de varmis. “Varsin olsun bu ask, buna deger diye düsünmüs.” Aldigi mesaji heyecanla hemen cevaplandirmaktan kendini alamamis ama yine de içinde bir korku kurdu varmis ki genç güzelin, yüregini her gün dis dis, burgu burgu kemiren... Askin gücü, zoru ve korkuyu nefes nefes yasayan o gencecik yüregin imdadina yetismis derhâl. Bir satır daha yazmis ayni direge “Ya korkarsa neylesin” Yavuz sultan selim, aksam, çadira döndügünde, not düstügü direkteki satir gelmis aklina. Bakmis ve okumus ki askin heyecanin ve korkunun karistigi, tezat dolu sözcüklerin bulustugu satirlar, bir mizrak gibi durmakta karsisinda. Hemen o satirin altina bir misra daha eklemis, aska yenik düsen koca padisah: 'Hiç korkmasin söylesin.” Bir askin bulusan, karmasik ve bulanik duygulari söyle dizilmis diregin üzerine: “ Seven insan neylesin Hemen derdin söylesin Ya korkarsa neylesin Hiç korkmasin söylesin” Sabahin olmasini sabirla beklemis padisah. Seher vakti sirdasi Hasancan’i çagirtmis, derhâl bir emir vererek: ” Biz dahi merak edip onu görmek isteriz tîz elden bu kizi huzura getirin.” Emir derhâl yerine getirilmis ki Ahu gözlü, endami hos, alimli, nazenin, ceylân gibi bir Türkmen güzeli… Hünkârin emriyle derhâl bir dügün alayi tertip edilmis. Eglenceler, yemeler içmeler… Dügünün son gecesi, sirlarla dolu bu askin bilmecesi kader-i ilâhî tarafindan çözülmüs, Çözülen bu kara baht çikinindan yayilan aci haber, saskina çevirmis herkesi, yer gök âdeta üzüntüye, mateme bogulmus. Ahu gözlü Türkmen dilberinin ”Selim” diye çarpan saf ve küçük yüregi, bu büyük cihan sultanin askindaki sirri kaldiramamis ve birden duruvermis. O çadirin diregi, bu olayin canli fakat ketum sahidi olmus asirlardir. Bu dünya hayatinda vuslat nasip olmadigi gibi o gencecik yürege, buna fani alemde bir çare de bulunamamis. Bu hazin gönül çarpilmasinin ve gönül yangininin sonunda derler ki: “ Koca hünkâr, aglamis” ve Türkmen kizina yaptirdigi mezarin mermer tasina, su dörtlügü kazdirarak, dünyaya, askin gücünün karsisindaki çaresizligini en güçlü ordulari yenen koca hünkâr yukarıdaki şiiri yazar “ Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek Sîrler pençe-i kahrimdan olurken lerzân Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek.” Bilmem ki gözlerime felek nasil bir büyü yapti ki Gözümü kan içinde birakti, askimi artirdi Benim pençemin(gücümün) korkusundan arslanlar(bile) titrerken Felek beni bir ahu gözlüye esir etti. İlginç olan Babası Şir pençe kelimesinin ilk ortaya çıktığı yer babası Ahmet'i seferde yendikten sonra Ahmet'in ilenci vardır. Bu ilenç içinde geçer şir pençe terimi ne makus kaderdir ki. İmparatorluğu 3 katına çıkaran cihan padişahı bu ilencin tamamen oluştuğu bir biçimde acılar içinde hayata veda eder."
alıntı
fürade tarafından 10/15/2008 6:35:37 PM zamanında düzenlenmiştir.
Uzun zaman harcayarak ve emek vererek hazırladığınız bu güzel eğitici,öğretici ve bilgilendirici yazınızdan dolayı sizi kutluyorum.Teşekkürlerimi sunuyorum.
Yararlandım.Bilgilendim.
Evet şair ruhlu bir millet olmamızı birazda atalarımıza borçluyuz.
Bu güzel yazınıza ufak bir katkı olarakta Yavuz Sultan Selim'in Şah İsmail'e yazdığı varsayılan şu muhteşem dörtlüğünü ekleyeyim.
Sanma şahım /herkesi sen / sadıkane / yar olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyar olur
Sadıkane / belki ol / alemde bir / dildar olur
Yar olur / ağyar olur / dildar olur / serdar olur "
Aslında Yavuz bütün olanları şiirinde Şaha anlatmış ancak Şah anlamamıştır. Herkesin dost olmayacağını bir gün böyle kişilerin karşısına serdar olarakta çıkabileceğini söylemiştir. Güven üzerine yazılan son derece güzel bir beyit.
Yavuz Sultan Selim Han'a ait bir beyit. Dizelerin ilk kelimeleri yukarıdan aşağıya okunduğunda aynı dizeyi verir.Bu tarzda yazılan ilk beyit olduğu söylenmektedir. Divan edebiyatında bu özelliğe vezni aher denir.
SAYGILARIMLA
arıbeyi tarafından 10/15/2008 2:47:48 PM zamanında düzenlenmiştir.
güzel bir bilgi sunumu teşekürler..
Bu titiz ve değerli paylaşım için teşekürler.
Şiir den yola çıkarak hanedanların nasıl bir kültür ve bilgi seviyesine sahip olduklarını açıklaması bakımından fikir verecektir bu özet.Hanedanların çoğunun bir nevi tırnak içinde "zülcenaheyn" olduklarını gösterir olması bakımından da önemli tabi tüm bunlar.(Sanat, Edebiyat,Siyaset,Dil)
Ama yine de insan Hölderling in şu sözünü (dizesini) düşünmeden edemiyor tuhaf bir şekilde
"Şairler yoksunluk zamanında neye yarar?"
özellikle de III.Selim'i ve Kanuni Sultan Süleyman ın oğlu Bayezid'i hatırlarken.
ans tarafından 10/14/2008 4:53:49 PM zamanında düzenlenmiştir.