- 810 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-DOGMATİZM NEDİR? NE DEĞİLDİR?-
İnsanlığın karşılaştığı problemleri anlamak ve doğru tanımlamak için ilgilenmemiz ve incelememiz gereken temel bir unsur “Dogmatizm” kavramı olmalı. Elbette ilgili ögeyi dünyadan ve Türkiye’den örnekler dairesinde değerlendirirken hiçbir ideolojik, siyasal ya da dinsel kulvarla sınırlandırmamak gerekir.
Nedir dogma? Vikisözlük; sorgulanmadan benimsenen fikir, eleştiriye kapalılık, Değişmez ilkeler, tartışılmaz şey gibi ögeleri önümüze getirmektedir. Yine dogmatizm "İleri sürülen düşünce ve ilkeleri araştırmadan, kanıt aramadan, incelemeden, eleştirmeden, tartışmadan doğru ve mutlak hakikat sayan anlayış" olarak tanımlanabilmektedir. Bu tanım dinsel ya da din dışı inanç, düşünce ve değerlerin mutlak surette dogmatik sayılamayacağını ancak belirli kıstaslar ve ilkeler dairesinde dogma kapsamında değerlendirilebileceğini düşündürüyor.
Çok defa şu örnekten yola çıkarım. Dünyanın en bağnaz insanını belirlemek, fert bağlamında somutlaştırmak mümkün olsa o kişiye göre de kendisi geniş düşünen bir insan olacaktır. Bir insan iğne deliğinden dünyaya ve evrene bakıyor olsa çerçevesi bundan ibarettir ve kendince meşrudur. “İnsan bilmediğinin düşmanıdır” sözü bize her zaman ışık tutabilir. Ya da eski çağ filozoflarından Platon(Eflatun)’un “Mağara Metaforu” metnini tetkik edebiliriz. Yine insanların kültür içerisinde doğup yetiştiği apaçıktır. Hatta kendisini devrimci olarak tanımlayan bir insanda bazı koşullandırmaları aşamayabilir. Burada da Yunus Emre’nin “İlim bilmektir, kendini bilmektir, sen kendini bilmezsen, ya nice okumaktır” sözü bize çığır açacak niteliktedir. Bunun gibi en hakiki inkılabın insanın kendisini değiştirmesi ve dönüştürmesi olduğu uzun boylu tartışmayı gerektirmeyecektir.
“Filozoflar dünyayı yalnızca türlü biçimlerde yorumlamakla yetindiler, oysa asıl sorun onu değiştirmektir” sözü Marx’ındır. Öyleyse ben yokum diyenlere “Bozuk bir saatte günde iki defa doğruyu gösterir” sözünün hükmünü hatırlatmak isterim. Burada öz esastır. Yoksa iki defa rakamı da değil. Demek istediğim, Marx’ın arz ettiğim sözünü ölçen herhangi ideolojik eğilimli bir insan müsterih olmalıdır. Söz sağlamdır. Bakın önyargı nelere mâl oluyor. Bir dönem “Kim Milyoner Olmak İster” başlıklı yarışmada bu sözü kimin söylediği soru olarak çıkar. Hatırlayanlar da olacaktır. Yarışmacı Marx’a ait olduğunu sanmıyorum demektedir. Kenan Işık neden diye sorduğunda yarışmacı bu sözün felsefi nitelikte olduğunu, oysa Marx’ın bildiği kadarıyla ekonomist olduğunu belirtir. Kenan Işık gülümseyerek filozof cephesi yok mudur diye sorar. Yarışmacı ısrarla Marx’a ait olamayacağını belirttikten sonra farklı bir şıkkı telaffuz etmek suretiyle yanlış cevap vermektedir. Ben yarışmacının zannederken psikolojik düzlemde yanıldığını düşünüyorum. Vatandaşımız sözün felsefi nitelikte olduğunu söylerken kanımca sözden etkilenmektedir. Bu kadar albenisi olan bir sözün Marx’a ait olabileceğinden de şüphe duymaktadır. İşte bu önyargı ve psikolojik eğilim kişiyi negatife düşürebilmektedir.
Bu durumda zannetmenin yanıltıcı bir yaklaşım biçimi olduğunu vurgulamalıyız. Özellikle olumsuz imaj ve izlenimlerde çok dikkatli olmak gerektiğini söyleyebiliriz. Hani “Sui misal emsal teşkil etmez” sözü üzerinden hareket etmek mümkündür. Yine Sui zan ibaresi akla gelebilir. Tersi hüsnü zandır ki pozitif bir yükleme yapar. Mesela insanlar hakkında olumlu düşünmenin müspet bir davranış olması kadar dönüştürücü gücü üzerinde de durulabilir. Yani salt ahlaki iyi değil sosyolojik yasaları da tetiklemesi mümkündür.
Hz. Muhammet(S.A.V) Bedir savaşından sonra on tane okuma yazma bilmeyen Müslümana okuma yazma öğreten esirin azat edileceğini bildirir. Bu söyleyişin salt ahlaksal ya da eğitici dairede ele alınabileceği gibi sosyolojik ölçekte hangi etkileşimlere yol açabileceği üzerinde de durulabilir, durulmalı da. Düşünsenize o yıllarda birçok savaş esirinin on kişiyi okuryazar kılması halinde serbest bırakılabildiğini hesaba katalım, hatta Hz. Peygamber sonrası genişleyen İslam devletinde de böyle bir sözün uygulandığı durumları göz önüne alalım, göreceğimiz tablo nasıldır? Hiç kuşkusuz Hz. Peygamber ve İslam anlayışı kölelere iyi davranmayı da sevap sayar. Kölelere iyi davranmakta, azat eylemekte sevap mertebesinde kabul görecektir. Ancak demem odur ki, bireysel düzlemde ahlaki ve eğitici tedbirlerin kümülatif sonuçlarını nasıl almalıyız? Elbette eski çağlara doğru gidildikçe dünyanın her yerinde kölelik düzeni bizleri karşılar. Görünen o ki, Hz. Peygamber ve Müslümanlık tarihsel realiteye iki şekilde yaklaşmaktadır. Birincil gaye rehabilite etmek, uzun vadede ise dönüştürmek. Köleliğin hâkim olduğu ve kölelerin zulüm gördüğü bir devirde kölelere iyi davranılması hatta aileden biri gibi gözetilmesi düşünce ve tatbikatınında hatırı sayılır düzeyde sonuçları göz ardı edilmemelidir. Şu kadar ki, Ahmet Cevdet Paşanın “Müslümanlıkta köle almak köle olmaktır” sözündeki mükemmeliyette yabana atılmamalıdır.
Fakat müşkül şu ki, genel çerçevede İslamın ilk dönemlerindeki muhteviyat İslam kültür ve medeniyetinin çözülüş dönemlerinde taassuba dönüşmektedir. Bugün de İslam dünyasında ağırlıklı dinsel algılama biçimleri Hz. Peygamber zamanından çok çözülüş dönemi anlayış biçimleriyle ilişkilidir. Şüphesiz batı sömürgeciliği de sömürgeleştirdiği toplumlarda bu tarz algılama tarzını desteklemektedir.
Halbuki İslam tarihinin sonraki yüzyıllarında meydana gelen bürokratik kemikleşme ve kurumsal katılaşmayı değil de ilk islami devreye ve evreye mukayesede üstünlük tanımak gerekmez mi? Ne yazık ki günümüzde İslam Dünyasının dinsel değerlendirmelerinde çözülüş dönemi siyasi, hukuki ve toplumsal kıstasları öne alınmaktadır. Üstte belirttiğim kurumsallaşma ve hiyerarşik engelin aşılması zorlaşmaktadır.
Vaktiyle okuduğum “Seyyid Kutub Mezhepsiz mi” başlıklı bir kitabı hatırlıyorum. Seyyid Kutub 1966’da idam edilen Mısırlı din bilginidir. Sözünü ettiğim kitapta sosyalist olmakla suçlanmaktadır. Neden? Mal cemiyetindir dediği için. Pekâlâ, Hz. Peygamber de “toprağın sahibi ona emeğini katandır, onu işleyendir” dediğinde sosyalist midir? Diğer taraftan Sahabilerden Ebu Zer Muaviye’ye karşı, “Allah’ın malının insanların-halkın malı demek olduğunu hatırlatıyor; bu konuda onu uyararak, Allah’ın malının açgözlü bir zümrenin malı demek olmadığını söylüyor. Özel bir zümrenin, ayrıcalıklıların değil, toplumun malıdır. Çünkü toplumsal konularda Allah ve insanlık aynı tarafta, aynı safta ve aynı cephededir.” Demektedir.
Yine Seyyid Kutub, Amerika ve batı dünyasına şiddetle karşı hatta düşmandır. "Batılılardan nefret ediyorum, Amerika’dan nefret ediyorum; ama daha çok Amerika’nın vicdanına sığınan müslümanlardan nefret ediyorum."demesi aklıma gelir. Soğuk savaş dönemi konjonktüründe rüzgârların nasıl Seyyid Kutub aleyhine döneceğini düşünsenize. Halbuki Mısırlı din bilgini Nasır yönetimi tarafından idam edilmektedir. Nasır rejimi de batı dünyasına karşı, 3’üncü Dünyacı ve Sovyet Rusya ile de iyi ilişkiler içerisinde değil midir? Anlayacağınız Siyonizm birkez daha islam âlemini ve bizleri ters köşeye yatırmaktadır. Hani derim ki, görünüşte Seyyid Kutubu idam eden zihniyet bir tür sosyalist anlayıştır. Yani bir sosyalist başka bir sosyalisti idam etti öyle mi? Peki ya perde arkası şablon nedir? O öyle bir şablondur ki, derinine nüfuz etmeyenleri şapa oturtmaktadır. Diğer yandan görüşlerinden vazgeçerse affedileceği kendisine sunulur. Ne ki, kabul etmeyecektir. Hangi fikriyatta olursa olsun dünya üzerindeki en yüksek davranış değil midir bu?
Hiç şüphe duymadan söylemeliyim ki, İngiliz edebiyatının ustalarından Thomas More ve Seyyid Kutub ölüm ve idam edilmek karşısında aynı derece dik durmaktadırlar. Thomas More’da kral 8’inci Henri’ye diklenir. Aynı zamanda sosyalist olan More; krala, Katolikliğe muhalefet ettiği için karşı çıkar ve başbakanlıktan istifa eder. 8’inci Henri yaklaşımından vazgeçip, özür dileyip görevinin başına dönmesini ister. Kabul etmemesi sonucunda idam edilecektir. Bu yüzden sonraları Vatikan tarafından kendisine aziz –Saint- payesi verilir. “Ekonomik Doktrinler Tarihi” adlı eserinde Henri Dennis ne gariptir şu Katolik Kilisesi, azizleri arasında özel mülkiyeti savunan Akinolu Thomas olduğu gibi kolektif mülkiyeti savunan Thomas More’da bulunmaktadır, diyecektir. Şunu da belirtmeliyiz ki, gerçek özgür insanlar onlardır. Thomas More ve Seyyid Kutub, vs. Ölmek ve yaşamak onlar için aynıdır. Demem o ki, dünyevi duyguların tutsağı olmadıkları anlaşılmaktadır.
Bu açıdan baktığımda dogmatizm ve bağnazlık ya da taassup gibi kavramları ele alırken asırlara meydan okuyabilmiş insanları sakın gözden uzak tutmayalım, sakın!
L.T.
YORUMLAR
En çarpıcı olan Hz. Muhammed bence. Aslında dogmatik bir bakış açısından uzaklaşınca kendi döneminde yaptıklarını düşünürsek çok rahat bir devrimci olduğunu söyleyebilirim. Sosyalizm bir öğretidir. Mesele içini nasıl doldurduğumuzdur. Diğer tüm inanmalarda da ''insan'' odaklı bakış açısı her zaman doğruyu gösterir.Doğaya ve var oluşa yapılan tüm saldırılar dogmatik birer yansımadır. Sorgulamak başka bir şeydir,ayrı tutuyorum.
Sevgilerimle...
levent taner
daha ne ister ki bu gönül
katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
saygı ve selamlarımla...