- 1427 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
Arafı İkamet Seçen Kadınlar -Anadolu Kadınları - 4
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Arafı İkamet Seçen Kadınlar -Anadolu Kadınları - 4
Sude Nur Haylazca
İçime doğru kazdığım kuyu gittikçe derinleşiyordu. O vakitlerde farkına varamadığım yavaş yavaş ruhumun girdaplarında kaybolduğumdu. O kaosun içinde ilerlerken bildiğim tek şey çaresiz oluşumdu.
Bu yabancı ülkenin ilk sabahında gökyüyzü kadar dolu ve ağlamaklıydım.
Salonda açılan koltuğun üzerine serilen çarşafı, yorganı katlayıp bir kenara yerleştirdikten sonra etrafı toparladım. Sessizce oturup çocuklarımla ev sakinlerinin uyanmasını bekledik. Tedirgin bekleyişimiz ne kadar sürdü hiç bilmiyorum. Kardeşim kapıyı aniden açıp bize doğru baktığında, irkildim.
- Uyandınız mı, rahat uyuyabildiniz mi, yeriniz iyi miydi.
İçim ezik, her an ağlamaya hazır telaşlı cevap verdim.
- Evet, çok rahattı.
- Üç kişi için yeterli olmayabilir ama, sığabildiniz sanırım. Yorgun görünüyorsun abla, uyumadın mı. Bir kaç kez balkona çıktığını duydum.
- Ben evde de çocuklarla aynı yatakta uyuyorum.Yerim değiştiğinde uyuyamıyorum, buyüzden uyuyamadım. Yatakla ilgisi yok, çok rahattı.
Eli kapı kolunda, başını kapıya doğru eğmiş dalgın ve mahçup bize bakıyordu.
- İyi o zaman. Ben kahvaltıyı hazırlayayım.
Bir bardak su bile içmek istemiyordum bu evde. Diğer yandan, bizi eve bırakmalarını söylersem daha büyük sorunlar yaşamaktan korkuyordum. Diken üzerindeydim. Balkona çıkıp bir sigara daha yaktım. Kahvaltıyı hazırladıktan sonra, eşini de uyandıran kardeşim bizi masaya buyur etti. Hep birlikte kahvaltı sofrasına oturduk. Onların bir lokma ekmeğini yutmak onursuzlukmuş hissini veriyordu. Düğüm düğümdüm...
Beynim zonkluyordu. Düşünme yetimi yitirmiş gibiydim. Koca dünyada bir başınaydım sanki. Etrafımdaki herkes insandan başka her şeye benziyordu. O kadar korkunç ve acımasız geliyordu bütün bu olanlar.
Aklımı yitiriyordum. Nedenler, niçinler beynimi istila etmiş virüsler gibi kemiyordu. Duvarlar üzerime üzerime yürüyordu. Muhtaçtım, evrende bundan daha korkunç bir durum olabilir miydi. Gururum çatır çatır çatırdıyor, ruhum bedenimi terk etmenin yollarını arıyordu. Çocuklar! Onlar olmasa kapıyı çarpıp giderdim, umurumda da olmazdı. Sakin ve sabırlı olmak mecburiyetindeydim.
- Bugün arkadaşımın düğünü var. Hep birlikte gideriz. Bir kerede bütün akrabaları da görmüş olursunuz. İyi olur.
- Siz bilirsiniz, planınız neyse yapın. Bizim için aksatmayın, evde de kalabiliriz.
Gözlerimi kaçırarak karşılık verdim kardeşime. Gözgöze gelsem hüngür hüngür ağlamaya başlayacaktım.
Tedirgin ve huzursuz da olsak öylece evimize geçeceğimiz günü sessizce beklemek zorundaydık...
Düğün salonuna vardığımızda, ikinci derecede kuzenlerimin oturduğu masayı bulup oturduk. Türkiye`den beni tanıyanlar, uzaktan akrabalarım gelip tek tek hoşgeldin dediler. İçlerinde tanıyamadıklarım, hatırlayamadıklarım olmuştu. Annemin teyzesinin torununu hatırlayamadığımda bana ters bir bakış atmıştı. Ben kendi içimdeki cehennem ateşinin derdine düşmüşken insanlar kendi egolarını tatmin etmenin peşindeydiler.
Akrabalarım, yapmacık da olsa sıcak karşılamışlardı bizi. İçlerinden en büyük olan yengemin yanından oturuyordum. Yüksek sesten dolayı birbirimizi duymakta zorlanıyorduk. Birbirimizin kulağına eğilip konuştuğumuz an kardeşimin eşiyle gözgöze gelmiştik. Zehir gibi bakışları beni ürpertmişti. Dün akşam evinde olanları anlatıyor olabileceğimden süpelenmiş olmalıydı. Korkup hemen geri çektim kendimi, yaslandım sandalyeme. Memlekette ne var ne yok, annen baban nasıl vb. sorular soruyordu oysa.
Bir ara Naz yanıma gelip “sen onunla ne konuşuyordun“ diye sert bir şekilde sordu. Durumu izah ettiysem de ne kadar inandığı hakkında hiç bir fikrim yoktu.
Kardeşimin işleri olduğu için takıya yakın düğün salonuna gelmişti. Yanımdaki sandalye boştu, Naz karşımda oturuyordu. Kardeşim gelip yanıma oturduğunda, Naz´ın o akrep zehrini akıtan bakışlarını iliklerime kadar hissettim. Buz kesildim birden. Yerimden kalkerken gelip oturması için ona işaret ettim. Bir şey başarmış gibi yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi ve telaşlı bir şekilde gelip az önce oturduğum yere kurularak oturdu.
- Abla burada oturmak benim hakkım. Öyle değil mi?
- Evet. Tabii ki senin hakkın, dedim gülümseyerek.
Bir kadın neden eşinin ailesini kıskanırdı. Tamamen yabancı olduğum bu duyguyu anlamakta zorlanıyordum. Boşanmış olduğum eşimin ailesini kendi ailem gibi benimseyip sevmiştim. Onca olumsuzluğa rağmen onları kendi kardeşlerim sayıp değer vermiştim.
Naz ara ara oyuna kalkıyor geri masaya gelip oturuyordu. O aralarda bile masadaki hiç kimseyle konuşmamaya özen gösteriyordum.
Üç gece kardeşimin evinde kalmış daha sonra kendi evimize geçmiştik. Belediyede kayıt işlemleri vs. bittikten sonra bana iş aramaya başlamışlardı. Bir an önce işe başlayıp ayaklarımın üzerinde durmak ve borçlarımı ödemek zorundaydım.
Kardeşimin evinde üçüncü günümüzdü, hepbirlikte salonda oturuyorduk.
- Herşey buraya kadar iyi güzel de hesap yapmamız gerekiyor. Ödemen gereken miktar yaklaşık yüzellibin schling. Naz, sen ev için ne kadar harcamıştın.
Naz, çay bardağına kadar herşeyi tek tek sayarken “ütü benden ev hediyesi” demiş daha sonrasında onun parasını da hesaplarken yazdırmıştı. Proveke etmeye mi çalşıyordu yoksa unutuyormuydu ne söylediğini, hiçbir fikrim yoktu.
Her halinden eski olduğu belli olan çay bardaklarını da yeni almış gibi tutarını hesapa eklemeyi ihmal etmemişti. Hiç önemli değildi aslında sadece bu kadar küçük hesaplar peşinden koşması bana komik geliyordu.
- Abla, Naz sizin evi tuttu, döşedi. “Herşeyiyle ben ilgilenmek istiyorum” dedi. Beni hiçbirşeye karıştırmadı.
- Teşekkür ederim. Sağolsun.
İşin aslı öyle değildi. Naz kimseye güvenmiyordu. Kardeşim herşeyi yaparsa hem daha iyisini yapar hem de paranın bir kısmını almayacağından süphe duyduğudan kendisi yapmak istemişti. Tek derdi emin olmaktı. Kötü, aynı zamanda kirası yüksek evi kiralayarak bana olan hıncını çıkartıyordu. Eşyaları kalitesizinden alıp fiyatını yüksek hesaplayarak kendince kara geçtiğini sanıyordu. Ya da içindeki kini soğutuyordu...
Neden niçin yaptığını ben de bilmiyordum. Sadece benim üzerimde yarrattığı etki buydu.
Çalışmaya başlamadan önce dil kursu yapmam gerekiyordu. Almanca kursu veren ve yeni gelenlerden para almayan dernekler vardı. Kardeşim yine de benim ödemem gerektiğini söylediğinde şuan için ödeyecek param olmadığından kursu ertelemiştim. Kursu veren kardeşimin en yakın arkadaşı Mahmut idi.
Kısa sürede içinde bana bir iş buldular. Gelişimin onbeşinci günü Fast Food tarzı bir yerde iş başı yapmıştım. Yarıbuçuk ingilizcemle idare etmeye çalışıyordum. Arap Ali diye hitap ettikleri sempatik, uzun boylu, otuzlu yaşlarda bir arap personel şefimizdi.
Söyledikleri şeylerin çoğunu anlamıyordum. Benim bu durumu yadırgadığım kadar onlar beni yadırgamıyorlardı. Alışmış olmalıydılar yeni gelmiş olan yabancılara. Çalıştığım yer evime oldukça uzak biryerdeydi. Durakların ismini avucumun içine ya da bir kağıda yazıyordum. Kaybolmak korkusunu ilk başlarda çekmedim desem yalan söylemiş olacağım. Hep tedirgin ve panik halinde ordan oraya koşturuyordum. Geç saatlere kadar çalıştığım için otobüsten indikten sonra ürkerek yürüyordum eve.
- Buranın sarhoşları tehlikeli değil abla.
Korktuğumu anladığında kardeşimin söylediği bu söze o zamanlar pek inanasım gelmese de bugün biliyordum doğru olduğunu. Gerçekten de gecenin ikisinde eve döndüğüm çok olmuştu ve sarhoşlar yanımdan sallana sallana yürüyüp gitmişlerdi. Çoğu zaman onların bana doğru yürüdüklerini gördüğümde yolumu değiştirirdim bilinçaltımın tetiklemesiyle tirtir titreyerek küfürler ederdim içimden.
En yakınımdaki kocam içip içip bana dünyayı zindan etmemişmiydi.
Arap Ali, iş aralarında herşeyin yolunda olup olmadığını sorardı. Herseferinde yolunda derdim. Bazen elinde bir dondurmayla yanıma gelir, gülümseyerek uzatırdı. İş yerinde yoğun bir tempoyla çalışsak da personelle aram iyiydi. Çalışmak çok yorucu olsa da severek gidiyordum işime.
Günde en az dokuz en fazla oniki saat çalışıyordum. Arada molalarımız oluyordu. Mutfakta yemeğimizi alıp yukarıda çalışanların sigara, kahve içip, yemek yiyebileceği odaya çıkıyorduk. Kasaya bakanlar aynı zamanda menüleri de hazırlıyordu. Avusturya´lı bayan, yemeğimi verirken sürekli el şakaları yapıyordu. Sıcakkanlı biri olarak algılıyordum ben de. Bir gün iş çıkışımız aynı saate denk gelince durağa birlikte yürüdük. Sürekli bir şeyler anlatıyordu çok azını anlıyordum. Bir saatten fazla sürüyordu yol. O konuşuyor ben başımı sallıyordum. Arada anladığım bir şey olursa kısa cevaplar veriyordum. Kadın bakışlarını üzerimden bir an bile ayırmıyordu. İneceğim durağa geldiğimizde evine gidip bir kahve içmeyi teklif edince, afalladım. Çocuklarımın beklediğini gelemeyeceğimi söylediğimde bir şeyler daha söyledi, anlamadım. Tekrar gülümseyip, iyi geceler dileyerek indim otobüsten. Eve yürürken ne kadar iyi bir kadın diye düşünüyordum içimden. O kadar içten davet etmiştiki evine, akrabalarımdan görmediğim sıcaklıkta hem de...
Daha sonra kadının lezbiyen olduğu tahminini yürütmüştü kardeşim, durumu ona anlattığımda. Şok olmuştum! Ya evine gitmeyi kabul etseydim. Aman Allah`ım! Çok aptalmışım. Kadın siyah uzun saçlarımı eline alıp çok güzel diyordu, ben çalışırken arkadan bir şaplak patlatıyordu. Bense salak salak bunun arkadaşça yapılan şeyler olduğunu sanıyordum. Almanlar böyle şakalar yapmazlarmış, sanırım bunu kimse yapmıyordu. Saflık mıydı benimki, aptallık mı bilmiyordum. Tek bildiğim ucuz atlatmıştım. Beni bekleyen çocuklarım olmasa belki de giderdim. Yakından tanımadığım birinin evine gitme adetim olmasa da gidebilirdim. Çünkü bu yabancı ülkede bana en sıcak davranan insandı. Bir dosta ihtiyacım vardı ve kadındı. Tabii ki onun tek amacı dostluk olsaydı bana iyi gelebilirdi...
Okulların kapanmasına bir ay gibi bir süre kalmasına rağmen çocukların kayıdını yaptırmıştım. Pek de hevesli gitmiyorlardı dil bilmedikleri için. Evimizde televizyon olmadığından okuldan sonra evin içinde gün boyu sıkılarak beni bekliyorlardı. Onlara ulaşacak bir telefonlarının olmaması oldukça canımı sıkıyordu. Bir şey olsa Allah korusun ne onlar bana ne de ben onlara ulaşamayacaktım.
Bir buçuk ay sonra evime daha yakın olan diğer şubeye beni yolladıklarında mutluydum. İşten çıktıktan en fazla yarım saat sonra evde olacaktım. Ben, şehrin mehkezindeki şubede başladıktan sonra kardeşimin karısı da yanımda işe başlamışdı. Bunun iyi olacağını sanıyordum ilk zamanlarda. Tercüme gerektiğinde ondan yardım alabilecektim.
İş yerinde ara ara bana bulaşıyor, laf atıyor sonra yanındakilere Almanca bir şeyler söyleyip beni gösteriyordu. Anlamıyor, susuyordum. Benim bu boyun eğişlerim onu daha acımasız ve cüretkkar yapıyordu. Arkadaşları onu ziyarete geliyor bana tuhaf tutaf bakıp, sevimsizce sırıtıyorlardı. İşteki huzurumu kaçırmayı da başarmıştı.
Birgün; şefimiz akraba olduğumuzu bildiği için benim hakkımdaki düşüncelerini paylaşıyordu Naz`la. Çalışkan olduğumu vs. anlatırken bana bakıyorlardı. Sonra dondurmayı hazırlayıp bana uzattığında Naz pişkin pişkin gülerek,
- Ooo abla iyisin. Seni övüp duruyor. Dondurmayı da elleriyle ikram ediyor.
- Ne varki bunda.
Arap Ali`nin bunu yapmakta art niyet taşımadığını ben biliyordum, o da biliyordu. İşine geldiği gibi algılamak onun en belirgin huyuydu...
...
Arap Ali´nin iş yerinde olmadığı bir gün, daha önce görmediğim bir şef, yanına çağırdı beni. Dönüp arkamda duran Naz`dan tercüme için yardım istediğimde, işi olmadığı halde gelemem deyip arkasını dönüp arkadaşlarıyla sohbetine devam etti. Neden bilmiyorum, herseferinde şaşırtıyordu beni anlamsız tavırlarıyla. Oysa o netti, belli ediyordu rengini. İnanmak istemeyen umudunu kesmeyen bendim.
Muhtaç olan insanları ayakta tutan tek şey iyi niyetli olmalarıydı, olmadık insanlardan umudu kesmemeleri belki de...
İşimi bitirdikten sonra odasına gelmemi söyleyip yukarı çıkan şefin arkasından baktım aval aval... Bir saat kadar sonra büroya gittiğimde karşılıklı oturmuş sohbet ediyorlardı. Naz, bana dönüp ifadesiz bir şekilde konuşmaya başladı.
- Abla, seni işten çıkardılar.
-Ne, neden?
Omuz silkerek cevap verdi.
-Almancan yetersizmiş.
- İşe aldıklarında bunu biliyorlardı. Deneme süresinden sonra sözleşmeyi daha yeni imzalattılar. Sorun yoktu ne oldu.
- Bilmiyorum. İş elbiselerini teslim etmen gerekiyor. Sonra gidebilirsin.
- Peki.
Susmalıydım, susttum...
Yüzündeki o sinsi gülümseme herşeyi anlatıyordu aslında. Bu işe ne kadar ihtiyacım olduğunu en iyi o biliyordu. Bir kadın, diğer bir kadına ancak bu kadar zalim davranabilirdi. Ağlamayacaktım, istediğini ona verip ekmeğine yağ, üstüne de bal sürmeyecektim.
Onun benim varlığımdan rahatsız olup beni işten çıkartacağı aklımın ucundan bile geçmediyse de artık biliyordum. Beni yıldırmak için elinden geleni ardına koymayacaktı....
Çocuklarım işten çıkarıldığımı duyunca en az benim kadar üzüleceklerdi...
-Karıncalar ve yükleri... Beni bana hatırlatan o mucizevii canlılar. Nasılda hafifmiş gibi taşırlardı yüklerini.
Bugün anlıyorum ki ben çocuklarıma aşıktım işte bu yüzden en bitkin halimle bile dağları devirebilirdim.
Hiç uyumadan geçirdiğim gecelerin sabahında kalkıp işe gidebilir miydim anne olmasaydım. Bu kadar susabilir miydim haksızlıklar karşısında.
Dışa vuramadıklarım kırıla kırıla içime dökülüyordu. Belki birgün güneş doğmayacaktı ama ben doğacakmış gibi ipini çekiyordum karanlığın.-
-Annesütünden ayrılan her canlı adım adım hayata karışır. Sertleşir yüz hatları, kaybolur sevimli ve masum görünümleri. Sütün bile yumuşatamadığı acı kahve gibi yudumladığımız yaşamak kahrede ede bizden olur. Vazgeçemediğimiz herşeyden aldığımız tad doyuma ulaştırmayan, acıdan başka ne verirki... Anlık mutluluklar için uzun yollar katediyoruz karanlıkta... Bir kahve molası nefesleniyoruz bazen... Yaşamak yaşlanmak olmasaydı keşke...-
Anneydim ben!
Susmalıydım, sustum...
YORUMLAR
Muhtaç olan insanları ayakta tutan tek şey iyi niyetli olmalarıydı, olmadık insanlardan umudu kesmemeleri belki de...
Bu tanımlama bile tek başına yetiyor sevgili Sude
O kadar güçlü, derin bir psikolojik çözümleme ki
Asla susmayacak bir vicdana sahip olan kalbini
Öyle içten bir gülümsemeyle öyle yalın
ve güzelliğiyle güne sermişsin ki...
Hep sevgimle.
''-Karıncalar ve yükleri... Beni bana hatırlatan o mucizevii canlılar. Nasılda hafifmiş gibi taşırlardı yüklerini.
Bugün anlıyorum ki ben çocuklarıma aşıktım işte bu yüzden en bitkin halimle bile dağları devirebilirdim. ''
Çocuklarına aşık bütün annelere selam olsun.
Çok etkilendim, çok.
Sevgiler.
Bir dönem boyun eğmek zorunda kalsa bile böylesine çocuklarına bağlı, sorumlu, şefkatli, güçlü ve sevecen bir annenin, uzun vadede alt edemeyeceği, kendisini çekemeyenlere inceliğiyle ders vererek altlatamayacağı hiçbir sorun yoktur.
Hüzünlenerek okuduğum gerçekçi yazınıza tebriklerimle.
Sevgilerim ve saygılarımla.