- 345 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Muvazaa 4
Oligarşi tevhidi; El mantığı ile kamucu sahipliği kimi kişilerin sahipliği yapmıştı, Sahipliği olan kişiler iradesini de üretim ilişkisinin yerine geçirmişti. Bu irade ile nesnellik kaybolmuştu. Mısır büyüyorsa El istediği içindi. Güneş doğuyor; yağmur yağıyor; ya da yağmur yağmıyorsa ve siz tarlayı sürüp bakım yapıyorsanız bunlar sırf El istediği için böyle olan şeylerdi! El, nesnel temel düzlemin yerini almıştı.
Öğretme yerine inandırma başlamıştı. O Nemrut ya da İbrahim oluyorsa oligarşin tevhitle olan güç, öyle istiyordu. Üretim ilişkisini ele geçirmekle nefsine uyan (kişi benciliğine uyan) kişiler; bu sahiplik gücünü kolektif üretim hareketi üzerindeki illüzyonlarıyla tekrar kolektif oluşla (ortaklık oluşla üretim yapıyordu, Ortağım yok diyen El ortaklaşma (emeğe, köleye muhtaçlık) üzerinde üretiyordu.
Nesnellik içinde üretime dönüşenler güya El iradesi olmakla gerçekleşen El buyruğu gibi anlaşılıyordu. Üreten ilişkiler ittifaklı “ilahi birlik” yerine şimdi köleyi sömüren oligarşin birliği olan ortaklık tevhitleri ortaya konuyordu.
Burada “bir takdirle malı mülkü ben verdim. Kaderleri ben tayin ettim” diyen El ile kolektif nefse karşı da “İnsan kendi nefsine uydu da” cennette kovuldu diyen El söylemlerinin içinde çelişkiler aranmaz. Çelişki arasanız, siz konuyu anlamıyorsunuz demektir. El mantıki olanı; ya da çelişmez olanı veya gerçek olan bir şeyi ortaya koymuyordu. El sadece sizi inandırıyordu. Size dil döküyordu.
“Bak, Güneş’in doğması onun emriyle olur” dediği kendi iradesi olmayan görüngü olan gerçeğin paralelinde de size; “ biz rızk ve mülk sahipliğini de takdir ettik” der. Böylece Güneş’in hayatınız üzerindeki hakiki etkisi mal sahipliği takdiri üzerinden geçişen olmakla inanmanıza baskı ve basınç illüzyonu oluyordu.
El öğretmiyordu. Söylediklerini nedenli ile söylemiyordu. Laf aramızda nedenleri o da bilmiyordu. Ama gerçeği belirterek; “onu ben öyle istedim”; “o şey bizim emrimizle o öyledir” demekle neden algısı üzerine El’in iradesini oturmaktadır. Neden ile Elin iradesi aynı olmaktadır. Bu da illüzyondur.
Böylece El, “nedenle öğrenme” koşullanması yerine geçen inanma (illüzyon) olmakla, muazzam bir yanılsama illüzyondu. Gerçek üzerinde sizi şaşırtıp, inanmayı ortaya koyuyordu. Temel referans olan kolektif gerçeklik karşısında El, efendi köle sahipli olan ilişkiye sizi inandırıyordu.
İlah; grup sahiplikleri olan grupların üreten ilişkiler ortaklaşmasıydı. Oligarşi El’lerin mülk sahipliği üzerinde olmakla, El’ler tevhidiyle oligarşi içindeki kişiler ortaklaşmasıydı. Kolektif karşısında; “El’inizin ortakları yoktur” diye haykıran El; nesnel yasalar nedenle ve kolektif yasalar nedenle dönüp dolaşıp El birliği olan El’ler tevhidi içinde oligarşin ortaklığa geliyordu. Tek olup birleşmek gibi otaklıktan, ortak oluştan kaçış yoktu. Ama inanıcılar ortak tanımaz El’i, El’in kendi çevrimi üzerinde yaptığı ortak tanır lığını tevhit diye anladılar.
Ön ittifaklar içinde; grupların kendi dış üretim hareketleri vardı. Üretim hareketi sonucunda ortaya koydukları kolektif ürünler, yine grupların kendi iç üretim ilişkileri üzerinde, gruplarına dağılıyordu. Bu durum kolektif sağlamalardı. Kolektif sağlatmalar şimdi oligarşi tevhidi (ortaklaşması) içinde ortaya konan ürünlerin; üretim ilişkileri düzleminde gruplara ve grupların kişilerine dağılması yerine geçen “kişi sahipliğine” aktarılıyordu.
Ne bilinmezlikse (ne hikmetse) El üretmeyen, üreten kolektif sahipliklerin dolaysıyla da kişisi sahipliğe geçişleri olmayan başlangıç zamanları içindeki; yazı da, yaban da var olan koyunların, ineğin, mülkün ormanların vs. sahibi olmayı aklına getirmemişti! El bu zamanlarda böyle bir savla ortaya çıkıp ihsasını kurmamıştı.
Yine ne bilinmez oluşun akıl erilmez ligiyle (ne hikmetse); totem grupların koyun üretmek, inek beslemek, buğday yetiştirmek gibi birer totem meslekleri de varken yine El hiç ortalıkta yoktur. Ve bu süreçler boyunca El sahiplik gücüyle bilinme ihtiyacı bile duymaz!
Yine ne hikmetse El, ön ittifaklı kolektif üretim hareketinin “artı ürün “ veren zenginlik kaynaklarının biriktirilmesinden sonra bu ortaklığı bozup; kendisine ortak tanımaz oluşla kendisini ortaya çıkarmıştı.
El kolektif ortaklığa karşıydı. Çünkü kolektif ortaklık ortada iken kendisi ortada olamıyordu. El efendi olanların; sahipliği olanların, ortaklığına karşı değildi. Tüm süreç sahiplerin ortak olması ve sahiplerin ortaklıktan ayrılması olan köleci süreç mücadeleleriyle geçecekti.
Kolektiften kopuşla geçen süreçte, El anlayışlı ortak tanımazlığın ortaya koyduğu tedirginlikler, cinayetler, hırsızlıklar, darplar, savaşlar, suç ve cezalar vs. vardı. Tüm bu olup bitenler karşısında El; çelişkilerin sanki kendi takdiri içinde oluşan yansımalar değilmiş gibi aynı söylemlerini bu kes de bu yeni durumları açıklamaya neden gibi söylemektedir.
El, kolektif yapı karşısında; kolektif yapıyı bozmak ve kişi benci nefisleri ortaya çıkarmak için kişisi sahipliğini ortaya koydu. Yasak meyve ya da yasak ürün anlayışı bir bilinç durumundan başka bir bilinç durumuna geçen alışmadaki açı sapmasıdır.
Kolektif sahiplikten, kimi kişilerin kişisi sahipliği olmasını söyleyen bir anlama içine geçiyordunuz. Kolektif yasaya göre kolektif sahiplikler, kişi eline geçmemesi gereken kişisi tasarrufa kapalı olan anlayıştı. Bu nedenle herkesin olan; kolektif olan şeyler; kişisi tasarrufa kapalı olmakla yasak ürün; ya da yasak meyveydi. İleri süreç koşulları içinde siz yasak ürünü bin bir tür yasaklar içinde oluşlarıyla söyleyecektiniz.
Örneğin; sahipliği olan kişilerin malı, mülkü size yasaktı. Kişi mülkü size yasak ürün olup haramdı. Ve büyük günahtı. El kolektifin yasak ürününü kendi kişisine veriyordu. Buna;” iyilik te (malı mülkü verip dağıtmak ta) benden; kötülük te benden (mal mülk vermeyip sizi köle kılmak ta benden) diyordu.
Siz kolektif olanın cennetinden çıkmış bu kez de ileri süreçler içinde kişisel tasarruf olanın cehennemine düşmüştünüz. Bu kez de ben verdim dediği şeyle cennetten çıkıp cehenneme düşmenin faturasını size yüklüyordu. “Onlar yasak meyveyi yemekle, nefislerine zarar verdiler” diyordu.
“Nefislerine uydular” sözünü bu kes de ileri tarihte ileri süreçlerin anlam durumuna göre söylüyordu. El, köleliğe boyun eğeceklerde taşkınlık beklemiyordu. El ne nedenselliği biliyordu. Ne de geleceği biliyordu. Zaten ihsas amacı da bilmek değildi.
El’in ihsas ve ihdas amacı mülkün sahibi olup; sahibi olduğu mülkü istediğine vermek; istemediğine de vermemekti. Her şeyi bilir olma sıfatı çok sonradan El’in üzerine giydirilmişti. El’e giydirilen bilir olma sıfatının kişi üzerindeki baskı ve basıncı da El’in sahiplik sıfat şiddetini artıran bir kişi öğrenmesi olacaktı.
El’in sahiplik basıncı kişilerde boyun eğiş olmakla amaçlanmıştı. Bu boyun eğiş içindeki kişiler bu boyun eğişe rağmen giderek taşkınlıklar yapmaya başladı. Çünkü kişiler kolektifin sahipliği olan yasak meyveyi yitirmeleriyle ve sahiplerin de yasak meyveyi yemeleriyle kişiler iyiyi kötüyü bilmeye başladı.
El ummadığı durum içinde gördüğü bu taşkınlığı da yine kişilere yükleyecekti. Taşkın kişiler için “nefislerine uyup, kendilerine yazık edenler” diye açıklıyordu. Taşkınlıklar El’i de akıllı kılıyordu. Taşkınlıklar nedenle El her şeye gücünün yetmediğini gördü.
Bu kez hem tehdide başvurdu. Hem de yeniden vaat vermeye öğüt etmeye sarıldı. Buna uyarı sakındırma dese de güç yetmezliğin nasihat etmesiydi. El zaten her şeye gücü yeter olmakla; her şeye sahiplikle de ortaya çıkmamıştı.
Görüp, biliyordu ki El, kendisinden önceki kolektif yapılar El’in gücü yeten bir irade durum değildi. Kolektif El’in gücü ile olmamıştı. El’in gücü, El’in kendi sahipliği kadardı. El’in gücü sahiplik alanında geçerliydi.
El, ne her yerin sahibiydi; ne de her şeyin sahibi değildi. İlk başlarda hiç böyle bir iddiası da olmamıştı. Örneğin: “ Ben göklerde ve yerde olan mülkün sahibi olanım - EL’i -“ diyordu. Bu El’in sahiplik tasarrufunun sınırlı olmasıydı.
Gök ve yer; yukarı denen gök topraklarda oturan Akad ve aşağı topraklar olmakla yer denen arazide oturan Sümer ittifakıydı. Bu nedenle El’in mülk sahipliği de gök olan Akad ve yer olan Sümer ittifakıyla sınırlıydı. El’in sahipliği bu ittifakın ne daha fazlasıydı ne daha azıydı. Mısır; Amon-Ra olan El ittifak lığının mülküydü. Persya da Mazdeki yapılı ittifaklarla Ahura Mazda’dan denen başka bir El mülküydü.
Gök’te ve Yer’deki mülkün sahipliği de baki değildi. Mülk El’den El’e geçiyordu. Eğer Akad ve Sümer ittifakı kendilerini yıkan; mülkünü de Elam’ın El ’ine kaptıran Elam ittifakı gibi maden ocağı işleten bir mesleği bilmiyorlarsa; Gök’te ve Yer’de olan mülkün sahibi olan El yine her şeyin sahibi değildi.
El; Gök te ve Yer de artık sürece hem sahipler hem köleler nazarında ikili bakıyordu. Hem iyiler (mülk verilmekle iyiliğe uğrayanlar) ve hem de kötüler ( mülk verilmekle mülkten uzak) nazarında sürece kakıyordu. Bu ikili bakış içinde “kendilerine yazık edenler” Nemrut gibi zalimler olduğu gibi cennette kovulmaya neden olan El size de uğrar türü piyango vaatlere kanan nefsani oluşlardı da.
Artık ezen ve ezilen sınıflar arasında bir yandan sömürüye yardım eden; bir yandan da ezilen öfkeye sabır ettiren, ezilen öfkeyi şunla bunla yatıştıran asalak sınıf ortaya çıkmıştı. Bu ikilem içinde asalak olmakla lümpen dediğimiz din adamlarına “ nefislerine yazık edenlerdendi “ söylemi ile anlatacakları ve yorumlayacakları çok konu çıkmıştı.
Başlarda El kendi toprağını verdiği insanlara “El’in adamı” diyordu. Şimdi de El; din adamı olan vaizlere El adamı (insanı) diyordu.
El, İleriyi hesaplamamıştı. Mal yüzünden ilk kan dökülünce şaşkına döndü. Koyun uysallığında olan köleler, Uysal köleler El takdirli yaşam içinde katır gibi inatçı olmayı da öğrenmişti. El, şimdide Ortaya konan nemrut zalimliği ile Spartaküs dirençli köle fenalıkları karşısında sürece ikili bakıyordu.
Kolektif karşısında kendisinden başka irade tanımayan El, şimdi “nefis” diyerek kölelerin de iradesine dikkat ediyordu. Daha dün göğsünü şişire şişire “Mülkün sahibi benim. Ben El Mülküm. Ben El Melik. Ben El Malikim. Ben mülkümü istediğim gibi istediğim kişilere verdim. Veya ben mülkü istemediğim kişilere de vermedim diyen El; köprülerin altında çok su geçmesiyle ağız değişecekti.
Burada neden diye sorulmaz. Çünkü neden dediğiniz yere El’in iradesi oturup; neden yerine El’in iradesi oluşmaktadır. Neden değildi ama nedenmiş gibi davranıyordu. El’in bu ağız değiştirmesi içinde; mülk sahiplerinden doğan zulmü de üretim aracı yokluğundan ve çalışma alanı yokluğundan doğan sağlayamama hırsızlığını, sağlatamama olan cinayetlerin işlenmesini “benden değil” diyordu.
Bu durumlarda nefis gibi; takdir bende derken k olan kazaya da benden değil gibi aynı cümleleri tekrarlamakla aynı cümleler bu yeni duruma göre yeni anam kazanıyordu. Aynı söylemler duruma göre oluşan anlamla, aynı cümlelerin başka bir mana inandırmasına yorum olacaktılar.
Kendisinin bile yadsıyamayacağı sebebiyetinin, nedence gerçekleri karşısında, kendine göre söylem yapacağı durumla nefis sözcüğünü çok kullanacaktı. Neden sel oluşlarda bilgi gidecek, her şey nefis oluş ve tahrik oluşla anlatılacaktı. Kendisi kolektif ortaklığı bozmaya vesile neden olmuştu.
Bunu unutacaktı. Kimi insanlar takdirle mal sahibi olmuştu. Kişi sahipli nefsi süreç mal sahiplerinin ortaklaşmayı bozmaları olmuştu. Bozulan ortaklığın iç ortamı cehenneme (ortak sız lığa) dönmüştü. Mülksüz köle kişiler cehennemde kendi öncesine baktığında, kendi öncesindeki kolektif oluşa cennet diyordu.
Ezilenler şimdiki köleci duruma, cennetten kovulmanın hak edişi diyordu. Bu duruma göre mal sahibi efendiler yasak ürünü (kolektife ait malı) yemekle aslında günümüze kadar cennette kalmışlardı. Yasak meyveyi kaybetmenin suçluluğu ezilenler üzerinde kalmıştı. Bu nedenle cehenneme tevekkül ediyorlardı. Kolektif sistemde çıkmak için tekil takdirlere vesile olan nefis, şimdi de köleci sistem çalkantıları içinde şeytana uyan nefis olmuştu. Şeytani nefis; El mülkünü size de verebilir. Sizi de mülk sahibi yapabilir” diyen vaatçe kananlardı. Artık yeni nefis cennette kovulmaya gerekçe olan olmakla aldanan, nefisti. Onlar "nefsine uydu". Aldatan nefisler cennetteydi ama bu illüzyondu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.