- 1037 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
( TÜRK MÜSLÜMANLIĞI )
BİZ GÜNCELLENMEZSEK GÜNCELLEYECEKLER
Peşinen söyleyelim ki bu başlık ırkçılık kaygılarıyla konmamıştır. Bir ihtiyaçtan dolayı konmuştur. Ve bu yeni de değildir.En yakınından Ziya Gökalp’te bu konuya değinmiştir.Demek ki bu ihtiyacın tarihi temelleri ve tarihi gerekçeleri vardı.
Durduk yere bir olgu ortaya çıkmaz.Onun iticileri,tahrik edicileri vardır. Müslümanlığın ırkının olmadığını biliyorum.
Bir olgu önce zihinlerde kimliksiz olarak mücadele eder,halk arasında orasından burasından didiklenerek tartışılır. Daha sonra zihinlerde şekillenmeye başlar ve nihayet kimlik kazanır. Derdi üzüm yemek değilde bağcıyı dövmek isteyenler, bulanık suda balık avlayanlardır. Biz üzüm yemek isteyenlerdeniz.
Arapların, Çinlilerle Talas savaşında, Türklerin Araplara yardım etmesiyle başlayan Türklerin Müslümanlaşması süreci, başlangıçta sufi; kadiri ve nakşi kültürüyle gelişti.
Selçuklu ve Osmanlının belli bir döneminden sonra; bilhassa halifeliğin Osmanlıya geçmesinden sonra, ’ümmet’ kültürü arap kültürünü avantajlı kılmaya başladı. Hatta Osmanlı İranlılarla hep savaştığı halde İran kültürü de Osmanlıyı etkiliyordu. Öyle ki, ilim dili arapça, edebiyat dili farsça olmuştu.Türkçe ortalıkta yoktu.Halkta vardı.Çarşıda pazarda vardı. Tabi bir dil beraberinde kültürünü de taşıyordu. Kültür de beraberinde ait olduğu toplumun geleneklerini ve örflerini taşıyordu.
İslam kaynaklarının birisi de ’örf’tü. Ve islamda helaller,haramlardan sonra çok geniş bir mübahlar alanı vardı . İşte bu alana bizans ve rönesanstan sonraları yunan da dahil bütün kültürler hücum ediyordu. Çünkü mübahlar alanı daha çok örf ve adetlerle ve alakalıydı. Daha sonraki asırlarda da teknolojinin ortaya çıkardığı yeni alışkanlıklarla…
GÜNCELLENME
İslam kesin,değişmezlerini ortaya koyduktan sonra, çok geniş bir alanı sadece bir kültür doldursun diye değil, coğrafyadan ve sosyolojiden kaynaklanan nedenlerle herkes kendi kolaylığına göre ,örfüne göre belirlesin diye bu kolaylığı sağlamıştı. Bu alanın bir kültür tarafından doldurulması ve diğerlerine dayatılması İslamın tabiatına aykırıydı.Eğer bunda bir mahzur olmasaydı zaten ta başından İslam böyle bir boşluk bırakmazdı.Ama İslam çok akılcı bir din, bu boşluğu bırakmış olması sosyoloji kurallarına çok uygundur.
Bu alanın başka bir toplumun örfüyle doldurulmasının can alıcı bir mahzuru vardır.Çünkü her örf kendi toplumu içinde anlamlıdır, sınırlı ve sorumludur.Sınırlarını ve amacını aşamaz. Çünkü o örf asırlar boyunca süzüle süzüle gelmiş ve yeri belirlenmiştir.Ama bu örf,başka bir milletin mübah alanına girerken ta baştan amacını aşarak giriyordu. Yani diyelim bir arap örfü olan entari, Osmanlıya girerken dini bir nitelik kazanıyor, örneğin sünnet olarak giriyordu. Araplarda tabii bir şey olan, bize geçerken nitelik değiştiriyordu. Bu biraz da Türk’lerdeki Peygamber sevgisinden kaynaklanıyordu. Bu boşluğu gören ve Türk’lerin iyi niyetinden faydalanan araplar ve farslar,Osmanlıyı yoğun bir kültür bombardımanına tuttular. Tabi binlerce uydurma hadiste beraberinde taşındı.Türk toplumu bunlardan Nakşi ve kadiri geleneği ve sufi-bektaşi ocaklarıyla korunmaya çalışıyordu ama bir zaman geldi ki bunlarda etkilendi.Bektaşi ocakları İran’dan etkilenerek şiaya kaymaya başladı.Diğerleri de araplara. Ve artık ne Hacı Bektaşlar ne Yunuslar,Mevlanalar ne de Hacı Bayram Veliler yetişmeye başladı.İşte Yeniçeri ocağı da bu şekilde bozuldu.Çünkü o ocak Bektaşi ocağından başka bir şey değildi.Artık olan olmuştu.Bilgi arapça öğreniliyor,şiirler farsça yazılıyordu.Buna son dönemlerde özellikle Fransızca gibi Avrupa dilleri de eklenince Türkçe sadece çarşı pazar dili olmuştu.
Yukardaki olumsuzlukların nedeni "ümmet" kavramının yanlış temeller üzerine oturmasından kaynaklanıyordu. Çünkü bu kültürler "ümmetin birliği" gibi masum görünen ama her an, manüpüle edilebilecek bir kavram adına yapılıyordu. Ümmet, islama inananların bir tanımı iken "ümmetin birliği" kavramı adı altında aslında "örflerin birliği" gibi bir durum ortaya çıkmıştı. İyi de kimsenin buna hakkı yoktu. İslam böyle bir şey istemiyordu ki. Burda bir parentez açalım ve şunu hatırlayalım. Halkımız aslında ne kadar etkilenirse etkilensin yine de bu ayrımın farkında. Bilirsiniz insanlar bazen ümmetçilikle suçlanırlar.Fakat garip gibi görünen ama aslında garip olmayan bir ayraç var burda. Çünkü o suçlayan kişiye "kimin ümmetindensin?" Diye bir soru yönelttiğinizde hiç düşünmeden " Muhammed’in" diye cevap verir.Bir paradoks gibi görünüyor ama öyle değil.Halkımız engin kültürüyle ve sezişiyle, Muhammed’in ümmetinden olmayı inancının gereği sayarken; "Ümmetçilik"le gelen arap kültürüne hayır demiş oluyor.Ve bunu böyle ifade ediyor.Yukarda izah ettiğimiz örflerin ümmetcilik adına girdiğinin ispatıdır, sağlamasıdır ve halkımızın anladığıdır. Ama kültürlerin etkileri hemen bitmiyor,izleri sürüyor. Türk toplumu hala bu konu da zihin özgürlüğüne kavuşamadı. Psikolojisini rahatlatamadı.
Müslüman’ın özgürlük alanı dediğimiz o mübah alanı öyle daraltılmış ki, vicdanında doğru bildiği bir şeyi,günah olur mu endişesiyle söyleyemiyor. Örneğin, İslamın, dinine bakılmaksızın "hak kiminse onundur" kuralı, günümüzde "hangisi müslümansa o haklıdır" kuralına dönüştü. Ama aynı kişiler Hz. Ömer’in adaletini de överek kendileriyle çelişkiye düşmekten de bir türlü kurtulamıyorlardı.
Stratejik konumu çok önemli olan Türkiyemiz üzerinde, bir taraftan araplar vehhabilik, İran şiilik, batılılar ise çok geniş bir yelpazede (global) kültür bombardımanına tutmuşlardır. Kavramlar gerçek anlamlarını yitirmiş, kelimeler boşalmış, herşeyin aslı kaybolmuş, imajlar kültüre hakim olmuştur.
İmajların bir kültüre hakim olması toplumu anlaşmazlıklara sürüklemiş, hukuku zorlamıştır. Kelimeler birer silah olmuştur. Çünkü imaj soyuttur. Kelimeler ve kavramlar somuttur. İçi boşaltılmamış kelimelere ve kavramlara dayanarak bir yargıya varabilirsiniz. Ama eğer kelimeler ve kavramların içi boşalırsa iki tehlike doğar, biri onların yerini imajlar alır. ’ şuyu vukuundan beterdir’ durumu da ortaya çıkar. Kelimeler ve kavramlar lastik gibidir, nereye çekersen o yöne gider. Diğer tehlike de, anlamını yitiren ve tehlikeli imajlara yol açan bu kelime ve kavramlardan kaçış başlar. Ve başka dillerden kelime ve kavramlar kullanılmaya başlar. Bir süre sonra bu modalaşır ve özenti haline gelir. Örneğin; ahlak kelimesine vurgu yapan biri, birtakım çağdaş yaşantı tarzlarına karşı olmak gibi imajla suçlanırım endişesi ile, ingilizceden ’ethics’ -etik- kelimesini kullanır. Lâik kelimesinden korkan biri, ingilizce ’secular’ kelimesini kullanır. Ve bu akış böyle giderken dil fakirleşir. Kendini üretemez. Bu sefer alıntılar hızlanır ve dil diye bir şey kalmaz. Dil kalmayınca diyalog kaybolur. İnsanlar hangi seviyede olursa olsun tartışmayı çatışmaya dönüştürmek için fırsat kollarlar. Yazık ki memleketimiz şimdi bu konumdadır. Çarşı Pazar da bundan etkilenmiştir. Dükkan isimleri tam bir felakettir. Domuz kasabı demek olan şarküteri et satmayan bir dükkanın adı olabiliyor. Hatta o kadar ki, bu gerçek hatırlatılınca dükkan sahibi bunu hiç umursamıyor. Daha da garibi türkçe bir kelimeye yabancı bir imaj verme gayretkeşliği.
Azeri Edebiyatının en tanınmış yazarlarından Anar Resuloğlu " Bizler uzun yıllar Rusya’nın sömürgesi olmamıza rağmen Rus dilinden en fazla 10-12 kelime aldık. Ancak sizde o kadar çok yabancı kelime var ki aynı ruhu, aynı kültürel değerleri paylaşmamıza rağmen birbirimizi anlamamız her geçen gün daha da zorlaşıyor." Bize diyor bu sözleri...
BİZ GÜNCELLENMEZSEK, GÜNCELLEYECEKLER
Aslında ilk güncelleme Atatürk tarafından hazırlatılan Elmalılı Hamdi Yazır’ın kuranın Türkçeye çevirip tefsirini yapmasıyla ilk güncelleme yapılmış oldu.
Sosyal medyada başına bir sarık takan zamanımızla karşılığı olmayan, sorular ve fetvalar islamın Allaha ulaşma yolculuğunu savsaklıyor. Zamanımızın en önemli gerçekliği olan iktisat konusunda bir şey üretemeyenler, insanların en çok ezberinde olan cinsellikle uğraşıyorlar. Entelektüel (arif) donanımdan yoksun ve toplumu asrı sadetteki aslında örnek olması gereken yaşanmışlıkları söylemleriyle ulaşılamaz kılmak ne derece doğrudur? Mehmet Akif, ‘kurandan alıp ilhamı asrın idrakine söyletmeliyiz islamı’ derken tam da bu yaraya parmak basmıyor mu?.
Güncenlenmeden kastedilen mübah alanlarıdır.
Aslında zihinlerimizin tümüyle güncellenmeye ihtiyacı yok mu?
Allaha ulaşmak için O’nun rızasını kazanmak için ibadetler dahil her şeyin bir araç olduğunu anlayamayanlar araçlara takılıp kalanlardır.
Güncelleme tartışmalarını amacından saptırıp güçlü ve yüksek bir makama laf söyleme cesaretini (!) gösteren, dilin şehvetine kapılmışlara veyl olsun.
Selehattin Cansız
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.