- 997 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
bir şeyi sevmek için ölmek mi gerekir?
Komutan ve yanında, iki asker uzun bir yoldan ağır ağır gelir. Ellerinde bir asker künyesi ve bir mektupla tek katlı evin bahçesinde dururlar. Gözlerinde biriken yaşları silip, evin tahta kapısını çalarlar. Kapıyı, yorgun bir kadın açar. Belli ki kadın, annedir…
Film karelerinde, benzer sahnelerle başkalarının hayatlarına tanık olduk hep. Başka başka ülkeler, kendi yaşadıkları savaşları, ülkesindeki ve dünyadaki insanlara böyle anlattılar. Kendi matemlerini bizlerle paylaştılar. Bizse, kendi ülkemizin hiç görmediği bir sahneymiş gibi, uzaktan baktık o karelere. Ve filmi izlerken, çoğunlukla dünyanın başka yerlerinde ölen gencecik askerler için ağladık.
Halbuki, benim ülkem senelerdir, koyun koyuna yaşadığımız düşmanlarımızın mermileriyle kan görüyor. Güneydoğunun sokaklarında taze kanların kokusu var. Güneydoğunun dağlarında, askerlerle birlikte ellerindeki çubuklarla mayın arayan, okula bile gitmeyen çocuklar var. Biz doğunun beri yakasındakiler, film izler gibi izlemeye devam ediyoruz tabut başında kahrolan, şehidinin toprağını sıkı sıkı avuçlayıp, yeminler eden aileleri. Evladının ölüm haberini bir öğle vakti televizyondan öğrenen annenin acısı, ömür sonuna kadar diner mi?
Hala, aynı hikayeyi okuyup duruyoruz. Simgesel inanışlarla, sınırlanan yaşam alanlarıyla hala Kürtlükten, Türklükten, Alevilikten, Sünnilikten, partizanlıktan, fanatizmden, Ermenilikten, Müslümanlıktan, Hıristiyanlıktan bahsediyoruz.
Peki insanlık? Dünyaya, önce insan olmak için gelmedik mi biz? İnsan olan anneler, şehit oğlunun ardından Kürtçe-Türkçe karışık ağıtlar yakıyor halbuki. Hepimize sorulsa, “Müslüman’ız, Müslümanlığa halel getirmeyiz.” deriz. Ama, Müslümanlığın esası olan, kul hakkını, insanı dinine, şekline, hüviyetine göre ayırt etmemeyi unuturuz. Ya, Ermenilerden nefret ederiz, ya Kürtlerden, ya da bize karşı olan parti taraftarından…
Ama bir arada olduğumuzu, bir arada aynı soruna ağlayabileceğimizi, siyasete alet edilerek, dejenere edilen insanlığımızı unuturuz…
****************
Şehitlerin haberlerini izlerken, en çok onların doğum tarihlerine ağladım. 1986,1987… Annelerinin koynundan çıkmış, hayatı daha anlayamamış, yaşayamamış gencecik canlardı onlar. İnsan, 20 yaşına kadar hayatta ne görür ki…
Vatan sevgisinden ölüyor çocuklarımız. Bir şeyi sevmek için, ölmek mi gerekir?
Ölmeden sevemez miyiz?
Bizim ülkemizde zor. Vatan, ölmeden sevilmez…
Tüm cenaze törenlerinde babaları görüyoruz, aynı gururlu ifadeyle “vatan sağ olsun” diyorlar.
Öyleyse vakit; geride kalan ve geriden gelen evlatlar için ölüm vakti.
Öyle ya, vatan sağ olsun…