- 554 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Soyu kesik olan kimdir?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bilenler bilir. Mürşidim meyveye benzeterek bu ümmetin evliya ve asfiyasını sıklıkla yâdediyor. Hatta onları, Aleyhissalatuvesselamın davasının zamana yayılmış, yaşamış, nefes almış, konuşmuş, öğretmiş, hissetmiş, ahlak edinmiş, akletmiş ve istikametli hayatları ile getirdiği hakikatin doğruluğunu isbat etmiş delilleri olarak anıyor. Ben de, yine bu pencereden bakarak, Kevser sûresini (bir yönüyle daha) anlamak noktasında (İktidar Hayrettedir yazımda) dedim ki:
"Bu nedenle, ben derim ki, yeniden elde edilmek istenen ’kültürel iktidarın’ lazımlarından birisi de şu hayrettir. Neye hayret ettiğinizin cevabı iktidarın kimde olduğunu da belirler. Görünürde ne kadar savletli olursanız olun. Geçicidir. Eğer bu gücü (veya hakikati diyelim) sizden sonrakilere ’hayret’ olarak aktaramıyorsanız soyunuz kesiktir. Kevser sûresi, bu noktada, kimin ’ebter’ olduğunu tam bir isabetle teşhis eder. Hayret edilecek ahlak, ehl-i şirkte değil, Allah Resulü aleyhissalatuvesselamdadır. Akması kesilmeyen kevser ondadır. Dersi hiç bitmeyen istikamet ondadır. O halde devam edecek olan hakikat de odur. Onundur. Zaman da bu hükmü isbatlamıştır."
Evet. Zaman bu hükmü isbatlamıştır. Hatta, bu noktadan bakıldığında, Yunus sûresinin 38. ayetindeki meydan okuma daha incelikli bir şekilde anlaşılır: "Yoksa onu (Muhammed kendisi) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi siz de onun benzeri bir sûre getirin ve Allah’tan başka, çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın."
Bu meydan okumanın cevabı körkütük bir sessizliktir. Çünkü kâfirler, ne ilk nüzul ettiği çağda, ne de daha sonrasında Kur’an’ın bir benzerini getirememişlerdir. Kanaatimce: Kur’an’ın ’tarihselliği’ (yani dönemine özgü olduğu) yönündeki iddialar da en çok böylesi ayetlerin çelikten pençesiyle yara alır. Zira sekülerizmin zamanla gelişen(!) şeyler üzerinden dogmatik şekilde iman ettiği ’şartların değişmişliği’ veya ’eskidenliği’ bu ayetlerle yanlışlanmıştır.
Kur’an’ın benzeri getirilemeyecektir. Bunun tarihselliği falan yoktur. Yerine birşey koyabilmek, öncekini eskitebilmek, zamanın değişmişliğinden dem vurabilmek, bütün bunlar da aslında ’benzerini getirmek’ çabalarıdır. Ne önce ne de sonra. Ne şimdi ne de gelecekte. Ne Ebu Cehiller bunu başarabilecektir ne de Marxlar. O halde Kur’an’ın indiği şartlarla bugünün şartları arasında bir değişiklik yoktur. Bütün zamanın insanları acizliklerinde eşittir.
Hatta şu da var: Bu acizlikte bir artma veya azalmadan sözedilecekse Yunus sûresinin 38. ayeti bize acizliğin ’azalma’ değil ’artma’ yönünde geliştiğini söyler. Öyle ya! Aleyhissalatuvesselam bu dini ilk tebliğ ettiği günlerde mübarek ağaç henüz bir tohumdur. Ondan bütün dünyayı saran, bağrından onlarca devlet ve medeniyet çıkaran, eserleriyle küre-i arzı süsleyen, yetiştirdikleriyle insanlığa ışık tutan bir İslamiyet ağacı yeşermemiştir. Tohumun tohumu taklit etmesi bir derece kolaydır. Bazı tohumlar vardır ki, ehli olmayanlar, toprağa atılıncaya kadar onları karıştırabilirler. Birisinin tohumunu diğerinin sanabilirler. Fakat toprak sâdıktır. Her yalanı ortaya çıkarır. Menekşe diye atılan eğer başka bir çiçeğinse, toprağı yalancı çıkaramaz, ondan menekşe çıkar. Elma diye ekilen fidan başka bir ağacınsa, toprak aldatılamaz, bağrından elma ağacını yeşertir.
Zaman da işte böyle bir topraktır. Ona atılan da yeşerdikçe üzerine söylenmiş yalanları ortaya çıkarır. Aleyhissalatuvesselamın getirdiği Kur’an’ın, daha yeşerip 14-15 asırlık bu devasa ağacı bağrından taşırmadan evvel taklid edilememesi, ileride asla taklid edilemeyeceğine sapasağlam bir delili olur. Çünkü tohumken taklidi becerilemeyen ağaçken asla taklid edilemez. Taklitçiler taklidde giderek acze düşerler. Zaman onların ancak aczlerini arttırır.
Kur’an’ın benzerini getirmek İslam’ın da benzerini getirmektir. Bağrından milyarlarca müslüman; milyonlarca evliya, asfiya, meşayih, ârifan; onlarca devlet, medeniyet, âdil sultan çıkaran bir dinin benzerini getirmek, giderek insanlığın daha fazla acze düştüğü bir meseledir. Kevser sûresindeki ’kevser’in bir ucu da buna bakar. Yani: Müseyleme, belagatıyla o kevsere erişmekte ne kadar acizse, modern zaman ideologları da demagojileriyle o kadar acizdir.
Evet. Belki onun, kâfirlerin övünç vesilesi saydığı türden, erkek evlatlarla yeşerip büyüyen bir soyu olmamıştır. Ancak getirdiği hakikatle dünyayı saran öyle bir manevî soyun sahibidir ki, onun karşısında diğer bütün soylar, ideolojiler, sahte dinler, medeniyetler Musa aleyhisselamın asâsı karşısında sahte yılanları yutulan büyücülere dönerler. Herbirinin insanlığa getirdiği felaketler dizisi, saadet vaadlerindeki yalancılıkları, bağırlarından çıkan zulm u zakkum meyvelerin acılığı, bu ayetin ve Kevser ayetlerinin haber verdiği şekilde İslam’ın hak olduğunun delili olur. Allahu’l-alem.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.