- 717 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Müruru Zaman 02
İttifak içindeki kolektif mülkiyetin üretim hareketi, mütekabiliyet esasına göreydi. Oluşan temel hukuk buydu. Oysa özetle söyleyecek olursak, köleci sistemde adalet; adalet kavramına nerden baktığınıza bağlıydı. El; mal, mülk sahipliğinin gözü ile adalete bakıyordu. Bu bakışla El, adaleti mülkün temeli yapmıştı. Bu nedenle de adaletliydi. Oysa köle gözü ile baktığınızda El adaletsiz olmanın daniskasıydı (en güzel örneğiydi).
El, ilk takdiri yaptığında İbrahim’e, Nemrut’a, Sargon’a vs. mal, mülk verip; eski mütekabiliyet esasına göre kendi takdiriyle herkesi grupları kuşatan bir adalet içinde olmadığını fark etmiş olacak ki, yeniden ve ikinci bir kez adil olmanın kaygısı ve telaşı içine girmişti.
Birinci takdire göre El’in ikinci takdiri göz boyama, öfkeli yoksulluğun ve kölelerin islim gazını almaydı. Bu eski ve ilk adalet tarzı olan takdir, sürecin ikinci aşamasında acıyan, merhamet eden, lütfeden, vaat eden, dünyadaki yaşamın karşılığını ahiret yaşamıyla değişen bir adalet içinde olmasıyla El, ikinci bir adalet türüyle kendisini ortama ihale etmiştir. El, mal-mülk vermediklerine acıyıp, merhamet ederek adaletli oluyordu! Bu kez de yoksun kıldığı yoksul nefislere umudun adaleti olmuştur! İlk adaletinde İbrahim’e Nemrut’a mal verişte somut iken, ikinci adaletinde vaat kar ve soyuttur.
Doğada adalet yoktur. Bu doğada adalet var da, doğa adalete uymuyor anlamına söylenmiş bir söz değildir. Ot ineğin karbondioksitini ineğe sormadan kullanıyor. İnek te ota sormadan otluyor; aslan da ineği avlanıyor; su ıslatıyor; rüzgâr kurutuyor; ateş yakıyor; deniz yüzdürüp boğuyor ise buna adalet denmediği gibi adaletsizlik te denmezdi. Verili temel duruma göre başka türlüsü de olası değildi.
Yani doğada anladığımız anlamıyla ne adaletsizlik vardır, ne de adalet vardır. Adalet, köleci sistemle birlikte kolektif sahipliği mülksüz kılmanın mütekabiliyet esasını ortadan kaldırmasıyla ortaya çıkmıştı. Yani yardımlaşan, ortaklaşan, süreçler yanında emeğin belirlediği bir anlamaydı. Emek te sadece üreten toplumsal ilişkilerde vardı.
Emek toplumcu hareketle ortaya konan bir kavramdır. Yani adalet emeği gasp eden toplumlarda ortaya çıkmıştır. Kolektif sahipliği Hamurabi gibi, Firavun gibi, Kisra gibi, İbrahim gibi kişi sahipliği yapan El; yoksulluğu da iman ikrarı üzerinde birleştirdi. Yine birleşilen iman üzerinde İbarhim’lerin, Hamurabilerin sahipliği tescil edildi. Tescil edilen bu sahiplikleri içinde adalet; mülkün temeli olmakla su yüzüne çıkmıştı.
Hamurabilerin, Firavunların El tescilli mülkü vardı. Yoksulların ve kölelerin de keyfi dağıtılan rızk verilme kapsamında, kaza kader imanı üzerinde keyfi dağılımı onaylayan, kutsal imanları vardı. Köleci mülk sahipliğiyle anlaşılmıştır ki, özel mülk sahipliğinden önceki mütekabiliyetçe sistem içinde (karşılıklılığı olan sistem içinde) sistem kararlı ve adaletliymiş.
Köleci sistem işte bu ilk tip zorunlu mütekabiliyet esasına göre olmakla kararlı durum ekseninde değil de kararlı durum çevresinde olmakla adalete doğru olan belirimleriyle adil ve adaletli olmak istiyordu.
Mütekabiliyet esası olan denklik totem meslekli “üretim hareketi” ile “grup sektör hareketi içinde” ittifakı belirlemişti. Kolektif lige göre belirleniyordu. Kamusaldı. Kişi sahipliği yine bir grup içi kolektif üretim olan “üretim ilişkisi içinde” kişinin “yeteneğine göre olan kişi emek ve emek gücü” sahipliğiydi.
Köleci irade; gerçekliğe göre oluşmuş olan ortamın, kolektif ligini bozdu. Ortamın pozitif kolektif ligini kişi egemenli baskı ve basıncın mal sahipliği olan negatif sürece doğru kaydırdı. Bozduğu bu ilk pozitif denge süreçlerini; acıma, merhamet etme, ihsan etme, sadaka, zekât verdirme gibi enstrümanlarıyla negatifliği biraz azaltarak ortamı yine ilk denge süreçlerine doğru az biraz götürmekle adaletli olmak istiyordu. İşte ayakları yerde kesilmiş olan adalet; bu sürece göre idealize edilmeya başlandı.
Duymayı, görmeyi bir anda bir parantez içine alalım. Siz dünyaya gözünüzü açıp ta yine siz yüz yaşına gelene kadar sürecek olan bir ömür içinde olun. Bulunduğunuz yerde mevsimlere bağlı olmadan sürekli ürün veren bir tür meyve ağacı olsun.
Siz; o ağacı ve ağacın meyvesini günlük yaşayışınız içinde sürekli bulunmasına o kadar alışmışsınızdır ki bu alışmayı; siz o ağacı ve meyvesini sanki üzerinde olduğunuz yeryüzü gibi; soluduğunuz hava gibi süreklilik sanıp; olması gereklilik gibi düşünürsünüz. Veya hiçbir şey düşünmezsiniz. Her zaman o ağacın orada ve meyvesinin de üzerinde olduğunu bildikle davranışlarınızı buna göre çevrim edersiniz.
Eğer o ağacı böcekler istila edip kurutursa ya da ağacın tepesine yıldırım düşse yine biliyorsunuz ki az ileride o ağaçtan bir daha var, bir kaç daha vardır. Yani o ağaç sizin için “hep öyle olmakla vardır”. Bu tür süreklilik algısı insanın kendi mana anlayışı içinde salt oluşlar olmakla, insana; o durumun hep öyle olacağı duygusunu verir. Salt oluş hissi veren dış dünyadaki inorganik ömür organik ömürle eşletilir.
Kişi ve kişiler çevresindeki olup bitenlerin, içteki ve dıştaki kendi sabit (salt) algılarına göre birer eşleşmesini yaparlar. Benlik kişinin kendi içindeki sabitesi olan salttır. Bu tür sabit olana göre yapılan belirlemeler sistemin kendi çevrim yinelemesi içinde olan sistem tekrarlarını veya rekürsif eylemlerini ortaya koyarlar. Dünyayı hep öyle sanma fonksiyonelliği kendi kendini (bencilliğe göre oluşu) çağırmak olmakla rekürsiftir (özyinelidir)
Organik ve inorganik süreçler insan ömrü içinde, insanın ömrüne göre eşleşmekle; insan ömrüne göre görece salt olup değişmeyen olaylardan ve görece algılardan oluşan bu üç salt algılı alt yapı insanın “sosyo sistem kurmalarının” temelidirler. Salt oluş duygusu ve salt oluş duygusunun bize olan etkileri, tabudur. Bu tür tabu, tabunun ilkidir. Bunlar da bize, tabuca bir etkidirler. İnsan sosyo toplumun (salt olanın) hem dışında hem de insan sosyo toplumun kesikli sürekliliklerle iç salt algısıdır.
Sizin organik ömrünüz gibi sosyal ve toplumsal yaşamında bir organik ömrü vardır. Sosyo toplumsa ömür sizin ömrünüze göre çok uzundur. Yani sosyo toplum size göre salttır. Sosyo toplumsa yaşam da tıpkı sizin gibi bir organik yaşamdırlar. Organik bağları size göre gevşek, değişken ve kovalenttir.
Sosyo toplumda merkezle sizi bir arada tutan kuvvet; aidiyet duygusu, sosyal bilinç, sosyal korunumla sosyal sağlatma ve en sonda üretim ilişkisi olmakla enerji sağlama ve korunum yasası bileşkesi olan ekseni sosyo toplumsa çekim kuvvetidir.
Siz salt olanda ( sosyo toplumda gevşek, değişken ve kovalent paylaşımla) varsınız, ama salt değilsiniz. Fakat salt içinde olduğunuz an siz saltın geçmişiyle birlikte var olmakla da siz “geçmiş salt” ile yaşam olarak olasısınız. Bu salt içinde biyolojik kalıtım, sosyolojik kalıtım vardır.
Çevrenizdeki anlık değişme yapan havanın ve süreçlerin olması yanında; çevrenizdeki havanın günlük, aylık, yıllık, beş on yıllık, yüz yıllık değişmeleri de olasıdır. Kişi ömrü ile tanık olup olamadığınız olaylara sosyo toplumsa ömürle agâh olursunuz.
Bunun yanı sıra kişi ya da kişiler ömrünün değil de sosyal ömrün (sosyal süreklilik olan hafızanın) salt olan dıştaki inorganik değişmelere tanıklığı vardır. Ve salt olan o coğrafya koşullarına göre bir zaman önce oradaki o dağın, o ırmağın, o denizin olup olmaması türü değişmelere de fosil kanıtlar vardır.
Söz gelimi Antarktika da 280 milyon yıl önce bitki örtüsünün olduğunu gösteren ağaç fosillerin bulunması gibi çok daha uzun erimli değişmeler de; insan davranışını oluşturan bu kararlılığın temelidirler. Hiç çevreniz olmamış saltık lığını yaşamamış olduğunuz alan zamanlar da az çok size eşleşme yaptıran tekrar süreçlerin zihin aktivitesine dönüşürler.
Öyle ya hiç içinde olamayacağın Antarktika koşulları içinde 280 milyon yıl öncesine göre davranış oluşturmanız yaşamsal olmadığı gibi Antarktika’nın 280 milyon yıl sonrasına göre de davranış oluşturman yaşamsal değildir. Yeğlenmez. Zaten şartları oluşmadan da yeğleme ortaya konamaz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.