BİR ŞEY OLMAZ AMCAYA EVRİLİŞ
"BİR ŞEY OLMAZ AMCAYA" EVRİLİŞ
Her insan gibi zaman zaman sağlık sorunu ile karşılaştığım olur. Bu durumda devlet kurumlarında çözüm ararım. Sağaltım evine gidiş gelişlerde beni rahatsız eden uygulamalar olmuyor mu? Elbette oluyor.
Bekleme alanlarındaki oturmalıklarda yatıp uyuyanları görüyorum. Geçeneklerde yüksek sesle masal anlatanlara tanık oluyorum. Sırada, hatırlıların ötelemesine karşı geliyorum. Merdiven başlarında "susss işareti" ile nasıl davranacağımı öğreten kepli hemşirenin yokluğuna üzülüyorum. Acil önünde sigara içenleri kapıdan uzak tutmak için yapılan sesli ceza duyurularına; "cezanı kes be kardeşim ne bağırıp, duruyorsun" diye iç sesimle kızıyorum.
Yüzde doksan beşlere varan okur yazarlık oranlarına ulaştığımızla övünen yetkililerin yalanını somut olarak görerek halimize acıyorum. Evet!.. Okumayı, yazmayı öğrettik amma insanımızı okur yazar yapamadığımıza yanıyorum. Hâlâ sesli uyarılarla uyarılıyoruz.
Sesli çağrılar... Kapı önü yığınaklar gibi...Geri dönüşleri gözlemleyip sık sık uğrar oldum sağaltım evine. Uğrayacağım da... Gidişler sıklaştı...
Çünkü; Oktay Akbal’ın söylemiyle "kendi yalızlığıma" doğru gidiyorum yıl yıl... Gözlem değişmedi.
Sayıcıdan, oturduğum yerde sıramı gözlüyordum. Sevinirdim.
Buluşum günümü duvardaki cihaz aracılığı ile aldım. Mutlu oldum.
Aygıtların izleri duvarı kirletir oldu. İçim acıttı.
Bir de o kuyruklarda yaymaca ve karalama sohbetleri yok mu?
Vay be!... Dedirtiyor insana...
İnsanlarda bir "hoca" hastalığı almış başını gidiyor. Hocanın asistanları yarın nasıl hocalaşacak düşünen yok...
İki yıl önce genel bir tarama istemim; kısa aralıklarla ameliyathane beklemelerinde sıraya girmeye yöneltti. "Günü birlikçi" oldum.
Bir arkadaşımın yaşama noktayı koyup alt kapıdan ayrıldığını narkoz tarama kuyruğunda öğrendim. Arkadaşımın son yolcu topluluğu içinde olamadığıma mı kendime mi üzüldüm, ayıramadım.
O gün bu gündür gidip geliyorum ameliyat haneye...Her kontrole girişte tanığı olduğum değişimlere şaşırmadım. Yüzler, eller, sesler tanıdık gelmezliğine...
Aynı işlemde bazen canım yanıyor, bazen de o kapılardan geçmemişim gibi geliyordu. Canım yandığında; "bunlar olacak. öğrenmeye katkımız oluyor" der, dayanır, yakarmadan; "olur bunlar" dedim.
Artık bu ayrıcalıklı gözlemler, sıkıntılar azalacak yerde taşınmazlaşmaya yüz tuttu. Ürküntü yaratır oldu. Şöyle ki:
Başlarda ameliyathaneye hasta hazırlamada ki özen, gittikçe düşüşe geçti. Bekleme odasında görevli bulunurdu. Hasta neleri nasıl giyeceğinde bilgilendirilirdi. Gerekirse yardım edilirdi. Soyunma yerleri temiz ve kilitlenebilirdi.
Sekizinci kontrolümde görevli yeri boş...
Bekleme salonuna götüren görevli, dosyalar eşliğinde sıraladı. Giysileri dosyalarla eşleştirdi, sıraya dizdi. Kayboldu.
Soyunma dolaplarında anahtarların azalışı gözüme batar oldu. Kapakları açınca bir önce kontrolden ya da uygulamalı muayeneden gelenin çıkardığı giysiler, yüzümü astırdı.
Terlik yok!...
Anahtar bulana Nobel verilir.
Yanında kimsen yoksa; çantan, paran v.b. varsa... Yandın. Tanrıya emanet etmekten başka umarın yok!...
Duvarlarda "gel beni oku" der gibi göz kırparak yanına çağıran levhaları okuyorsun. "Hasta hakları, vizyonumuz, ilkelerimiz." Okuduklarını gördüklerinle eşleştiriyorsun, arıyorsun. "Hani nerde?"diye...
Hazırlık giysileriyle, terlik, bone, galoş verilirdi. Bu kez bana düşmedi.
Görevli yüksek sesle; "üzerinizde metal bir şey kalmasın. Takma dişleriniz var ise çıkarın" v.b. uyarılar yapardı.
Uyaran olmadı.
Bir taraftan tanık olunan eksikler, bir taraftan ne ile karşılaşacağın hakkında akıl karıştıran düşüncelerle boğuşurken ne değin deneyimli olursan ol yürek oynaması dorukta...
İlk girenlerin çıkanlara sordukları sorular, alınan yanıtlar...
Sözün özü akıl baştan uçuk!... Akıl, başta olamaz da.. Hastasın!...
Sıran geldi. Dosyanı aldın. Sedyede götürüldüğün yolu ve kapıları tekerlekli sandalyede geçer oldun. Şifreli birinci kapıdan girince gözünde gözlüğün olduğunu anladın... Görevlinin duyacağı sesle;
"Ey vah!.. Gözlüğüm gözümde kaldı" ahlayışına;
"Bir şey olmaz amcaaa" duyumunla rahatlayamadın.
Geçenekten aktınız... Yeni kapı açıldı. Karşında parlak ışıklar. Daha ileride kapı aralığında elleri göğsü üzerinde kenetli, somurtuk mu?.. Yorgun mu?... "Sende mi" diyen... Celladın gibi göründü.
Parlak ışıklar altında tavanı görür oldun. Ağzında takma dişlerinin olduğunu fark ediyorsun; "Dişlerimi de çıkarmayı unutmuşum" seslemine;
İlk kez duyduğun bir ses;
" Bir şey olmaz amca" rahatlatıcı söylemine, ürktün.
Aklın karıştı. Dün "şu şu yanınızda kalmasından bir şey olmaz amcaya eviriliş " kurdeşen etti.
Sağ ve solundaki askılardan sarkıtılan serumları, kan torbasını gözün kovalarken; "alerjin var mı? Kan sulandırıcı kullanıyor musun? sorularının ardından "başlıyoruz" ve ardından da "soğuk bir şey dökülüyor" uyarısı beklerken; sıcak demir üzerine soğuk su dökülünce yayılan "coos" sesini duyumsamış gibi irkilip, geriliyorsun;
"Kasmayın kendinizi!.." uyarımı ve içinde ki hareketler, ağrılar, acılar sonrasında "temiz" sesi sana her şeyi unutturuyor.
Çıkış hazırlıkları, çözmeler arasında "altı ay sonra yine geliniz" söylemiyle tekerlekli sandalyeye alındın. Uçar gibi götürülürken;
"Evet!... Bir şey olmadı. Ya olsaydı?"
Sorusuna takıldın. Ardı sıra da "altı ay sonra güven verici ortamla mı, iyice korkutucu ortamla mı karşılaşırım. Yoksa yeni sağaltım yeri mi ararım" düşünceleriyle giyindim. Altı ay sonrası buluşum için poliklinik yoluna ezile, büzüle, kıvrana yol aldın.
Dokuzuncu kontrol buluşum günü isteminde "altı aylık randevular açılmadı. Beşinci ayda telefon ediniz" söylemi; sana "olumsuzluk başladı" dedirtti..
"Bakalım nelere tanık olacağım" düşüyle evine yöneliyor ayaklarını sürte sürte....
17.08.2017
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.