KÖRPENİN ŞÖLENİ
KÖRPENİN ŞÖLENİ
-Neneeee!.. diye,
Elinde güğümlerle sudan yaylaya doğru çıkmakta olan nenesine; yaylanın ardından inerken seslendi.
Nene, başını kaldırdı. Sesin geldiği tarafa baktı. Özgür, coşkulu coşkulu devam etti.
-Selvi Nene selam söyledi. Perşembe günü yayla çıkacakmış, Pozikgilin sırttan korucu bağırmış.
Bilbilan’a çıkış haberini alan şaşortun eli ayağına dolaşır.
Çocuklar, coşku dolup taşar.
Yayla çıkışı, köydekileri de devingenleştirir. Otlaktan öküz, mezradan ağarti gelecek. Kızak, kağnı hazırlanacak. Bilbilan’ a gidecekler yıkanacak. Balta ve hızar bilenecek,...
Bu, aradan çıkmalı. Köyde yaz işleri uç verdi. Gün döndü. Yaz gidiyordu...
Nene; "Nerde ise bir hafta var. Yetiştiririm. Yarın evden de gelen olur" düşüncesiyle tasaya izin vermedi.
Özgür, bu yaz da babaannesi ile olacak. Malisukan’a gelirken sözü edildi. "Acaba Bilbilan’a kızakla mı giderim, mallarla mı?" ikilemi aklına düştü. "Belki de nenemin atını çekerim"de tutundu..
"Hangisi olursa olsun.. Conattan gelecek arkadaşlarımla oyun oynamaya çok zamanım olacak ya!... Belki Derehanlarına da kaçarım.." düşleri karmaşasında körpeyi ağıldaki yerlerine doldurdu. Çiçgarı kapadı.
Otlaktan mal, davar geldi. Ninesi sağdı. Dana ve kuzular emdi. Yaylaya geçtiler. Ortalık zifiri karanlık. Yıldızların ışığı yetmez. Ay sabaha kalık. Ocakta yanan ateşin aydınlığında çorba içildi. Günün yorgunluğu yatağa çekti onları...
Sabah, Bilbilan yorgunluğu ile güne başlandı. Kuşluğa geldiklerinde ağabeyi, annesi gelmişti.
Baba, otlaktan öküzleri getirdiği günün akşamı kızaklarla çıka geldi. Köye gidecek ağartı, fazla kap kacağı, yatak yorganı yükledi, gitti. Akşama gelip, sabahı yola çıkmak için..
Bilbilan yolu uzundur. Kuzu, oğlak, danalar ayağıyla... Hele de yüklü kızağı çeken öküzler ayağıyla yol uzadıkça uzar...
Sabahın köründe yola düşüldü. İnişli çıkışlı, düz akışlı yola kızaklar katar katar dizildi. Yükünün fazlalığıyla mı? Yağsız mı? Kara’ ın kağnı meşeyi inletiyor. Kurkan’ta doğru .
Yeni uykuya yatmış yabanıllar tedirgin...
Mallar bir gurup. Her yayladan bir iki kişi başlarında. Davar bir arada.. Köpekler de bonusu...
Danalar, kuzular, oğlaklar analarıyla... Bağrışırlar... Kuntlar ... Şölendeler gibi...
"Bu hal ne ki?... Niçin anamlayım? Oh be!.. Canım isteğince meme emiyorum. Anam beni yalıyor" diyorlar mıdır?
Evet!...Coşkunluğun başka anlamı olur mu?
Günün curcunasına anlam veremezler. Bu ilk yolculuklarında...
Dur diyen yok!.. Yürü ha yürü!... Bir tek yoldan çıkmanın dışında...
Davar aldı başını gidiyor.
Şu... Ekili arazilerden bir çıksalar. Bir Göraşet ve Karsniya’yı geride koysalar. Kokmuştan sonra Aşakki Dağda mola verileceğini herkes bilir.
Kızak, kağnı kafilesi ve şaşortlarla ara açılıyordu gittikçe. Özgür, ileri bakıp davarı görüyordu. Geri dönünce de karaltı halinde kızak katarını...
Buzağı ve ineklerin coşkunlukları Karsniya sırtına tırmanarak yolu tüketiyordu. Biraz sonra Killik’e girildi. Ulu ağaçların arasında malların bağırışları kat kat katlanarak çevreyi inletiyordu. Malisukandaki ağaçlar bunların yanında cüce kaldı.
Zağlıhev Deresi geçildi. Kokmuşun yanındaki ulu köknar kendini gösterdi. Davar yayılmış otluyordu. Yem yeşil Isparta halısında...
Dereyi geçen hayvan, otluğa daldı. Otun tazeliği mi çekiyordu ki yol boyu sesleri durmayanlar analı yavrulu bir birini unuttu.
Yalınca "harttt... hurttt.. harttt... hurttt.." sesleri duyulur oldu.
Yol buyunca ki coşku bu ota gelişin önsezisi miydi?
Kokmuş, fokur fokur kaynayan çukur. Eğilince bayıltıcı bir koku.. Uyuzu iyi ettiği anlatılır. Tepesindeki köknar, renga renk çaputlu...
Geceleme yeri, Aşakki Dağın yayla evleri göründü. Hayvan otlaya otlaya yaylaya ulaştı.. Şaşort ve kızaklar ancak geldi.
Yaylalığa ilerledikçe ayaklar kayboluyordu. Ot dizlere mi çıkacak ne? Cincarlı, suyundan içmeden geçenin peşinden; "sana küstüm" diye fısıldadığını duyumsatıyordu.
Güneş, Karçal Tepesinin ardına girdi girecek... Kızaklar yaylalıkta... Yayla evinde park eden kızaktan kopan güğüm, kendini Cincarlı’nın oluğunun altında buldu.
İnsan ve hayvan sesleri bir birini kovalıyordu.
Ohooo, mööö, meee, hoşt, hav hav, meee, meee, mööö,.....
Yorgun ve yıpranık yaylalar cana geldi. Surat asmaz, katlanır, gençliğinde ki iki aylık beraberliklerin saygınlığına....
Pınarlar’dan gelip, Velindüzünde konaklayanlara boş kalan yaylalar, sitemlerini Karavat’a doğru esen püfür püfür yelle iletiyordu...
Kağnı ve kızakların yükü dağılmadı... Sabah yola devam...
Özgür’lerin yayla Pınarlardan gelenlerle en cana geleni....Nenesi, Tutiya ve Sultan yengeleri özlem giderdi. Yenildi, içildi... Kilimler, hasırlar küme küme serildi. Kadınlar bir taraf, erkekler bir taraf...Üstüne cecim , kilim çeken uykuya daldı. Gençlere; çimen bürülü yayla başı kaldı. Gün boyu yol yüründü. Herkes yorgun... Sabah tırmanışa devam...
Cancah yokuşunda Soğuk Pınarın suyundan içildi. Kemerli düzlüğüne çıkıldı. Düzlük geçildi, ardından da yokuşu tırmanıldı. Tepeye çıkan:
Ohhooo!... dedi. Soluklandı.
Önünde Karagöller Boğazı yayılıdır enine boyuna. Boğazdan zirveye çıkış, en zor anlardır.
Eğripınar ve Düzdağdan Karagöller Sırtı boyunca pus yayılıyordu. Kurdeşen olundu. "Tepeye varıncaya dek gider" umuduna sığınıldı. Ağır ağır yol alındı. Kafile sıkılaştı. Arkadaki kızak öndekini görür oldu. Dikmeleri tutturmada sıkıntı herkesçe yaşanmasın diye...
Dikmeler görüldü mü "yaylalığa vardım" sayar kızakçı, arabacı. Yorgunluk uçar gider.
Boğaz boyunca Şavşat Suyunu besleyen çaylar, derecikler geçildi. Yol iz yok. Çimene gizlenen kayalar arasında dönemeçler yaratılarak yol alındı yılan gibi... Bazı çökeklerde kurtlanmış kürtün ezildi.
"Hart... hurt... , haşır..., huşur..." sesleri yayıldı.
Tırmanışta pus içine aldı kafileyi katar katar. Zirveye yaklaşıldıkça dumanlaştı. Kafile daha da sıkılaştı. "Davar ve mal kümelerinin dumana kalmadığı umarı ile avunuldu. Bir de iyi ki Çavuş’un Tunbulay’ı kafileyi sürüklüyordu peşine"...
Bilinir ki; Tunbulay, Dikmeleri şaşırmaz.
Kulaktan kulağa Çavuşa ulaştı "Dohro’nun kızağının koposu kırıldı" haberi... "Zamanı mıydı beee şeytan" ilenciyle; Ohooo!... dedi. Ara açılmasına izin vermedi.
En çok da fırtınadan korkulur Karagöller Boğazında...
Anlatılır:
"Yaylaya çıkışın birinde boğazda tüm canlar, eşyalar sırıl sıklam... Yaylaya ulaşıp yakacağı olmayanlar bedervaları yakar. Kurur... Kurutur... Kendine gelir. Dikmeleri tutturamayıp yiten... Yaban yaylara düşen... Ertesi gün yayla yolunu bulan..... "diye.
Dikmeler, Yanlızçam Dağlarının Karagöller Sırtının zirvesinin güneye doğru inişidir. Ardahan ile sınır. Rakım 3000 m... Yaylalık, zirvenin eteklerince uzanan platoda yer alır. Çevre köylerin yaylalarıyla... Hatta "Kara Çadırlılar ve Hemşinliler ile Şavşat köylerinin yaylaları" da var.
Ot bol..
Hava serin ve temiz...
Sular buz...
Yer yer çegillik
Alan geniş...
Dikmeler, yaylalığı işaret eder. Art arda sıralı, dumanlı havada da bir birini gören ışıksız fenerler. Adam boyu taş yığını... Başında şapkasıyla...
Dikmeden dikmeye ve yer yer otlanmamış nahır izi Ziyaret’e ulaştırır. Ziyaretin sağından solundan geçilerek yaylalığa inilir..
Ziyaret, prizma görünümlü; kaya ve etrafındaki irili ufaklı yassı taşlar kümesi. Akıldan geçen beklentilere ulaşımda katkı sunan değerde görülen bir yığın.
Umutlar suya düşmedi. Tunbulay ilk dikmenin sağından geçer oldu dumanda. İç rahatlığı ile "ohhooo dedi" Çavuş. İnişe geçmedi. Arkaya iç rahatlığını ileti.
Duman yoksa inişe girilir.
Dikmeler bir bir geçildi. Ziyarete inildi. Duman yok oldu. Etekte yaylalar görülür görülmez yol izi kollara ayrıldı
Öğleden sonra önce davar, ardından mal, İkindi sonrasına doğru da kağnı ve kızaklar Ziyaretin solundan inmeye başladı. Önce gelenlerin gözü Ziyaret inişindedir "Bizimkiler mi sallandı" diye.
İnişte sol taraf Yukarı Samskar, sağ taraf Aşağı Samskar’ın yayla evleridir...
"Bu yıl Çavsangilin yaylada konaklayacağız. Yaylamız yok. Yayla, yaylalığın alt sırasında ve en sağındadır bilir Özgür."
Yaylalıkta mal ve davar kaynaşmaktadır..
Güneş ferinin tükendiği anlarda kızaklar da ulaştı. Mal ve davar yayla etrafında hart..., hurt..., hart..., hurt... otluyordu. Kızaklardan çözülen öküzler de otlama sesine ses kattı.
Yaylaya bakım yapıldı. Yerleşildi. Körpelik ve danalığın kapısı muhkemlendi. Ağıl duvarı onarıldı. Hartama eksikleri tamamlandı. Ocağın üzeri açık kaldı. Mallar ağıla, körpe körpeliğe, buzağılar, kodikler dana dama kondu. Şölen bitti!..
Yaylanın dört tarafı taş örgüdür. Tavanı bederva kaplı. Dikdörtgen örgünün bir tarafı tas tabak, kap kaşıklık. Bir tarafı yüklük. Başka bir tarafında da yatacak peyke. Kapı arkası yakacak cahası .Yan duvarın paraleli hayvanların örtmesi. Çoğu açıkta geceler konumda... Ocak, girişin solundadır. Duman yayla içinde de yayılır. Bir taraftan ekmek, aş yapılır. Ya da ağarti üretilir. Soğukta da ısınılır.
Tuvalet yok. Gerek duyulunca ya danalık, körpelik ya da çevredeki kaya dipleri veya çegilliğe koşulur.
Yorgunluk yatağa çeker... Güneş doğmadan Karagözoğlu meşesine oduna gidilecek.
Hızar ve balta omuzda baba ve ağabey Karagözoğlu yoluna düştü. Karda yıkılan, kırılan, devrilen ağaçları temizlemek...İzinle... Ayakta ağaç kesimine izin yok!... Yakalandığında da cezası ağır. Affı yok.
Karagözoğlu, Ardahan şosesinin altında, Kutul’un güneyinde Heva (Geçit) Köyü alanı. Çadır Tepenin güney eteklerinden kuzey batıya doğru uzanan Karanlıkmeşe Ormanının devamı. Dik vadi... Yaylacıların balta, hızar ve insan sesleri ile inler vadi.
Ertesi gün öğlene doğru Özgür, boyunduruğa koşulu iki çift öküzle yol aldı Karagözoğluna... Kutulu geçti. Ormanlığa girdi girecek. Ağabeyi karşıladı sözleştikleri gibi.... Tomrukların yanına indiler dik aşağı. Babası tomruklara toros açmakta...
Zincir takıldı torosa. Hooo dendi öküzlere yokuş yukarı. Birer birer tomruklar düzlüğe çıkarıldı. Dönüm dönüm... Zorlana zorlana... İnleye inleye... Gece ormanda geçti. Odun çıkarım tamamlandı.
Son seferde çıkana yoldaki tomruk eklendi. Yolak düz ve çimendir. Karaçadır yaylaları geçildi. Yaylalığın yokuş dibinde tomruğun biri bırakıldı. Diğeri yaylaya ulaştırıldı. Dönüldü, bırakılanlar taşındı yaylaya. Sefer sefer....
Tomruklar boy boy kesildi yarıldı, istif edildi.
Yaylada yaşlı nine ve çocuk kalacak, diye...
Bazen köydeki evlerin çatı örtüsü için “bedervalık” tomruk getirilir. Biçilir, köye kaçırılır. Korka korka....
Güneş oldu mu sıcak, olmadı mı oldukça serindir.
Çimenler, halı..
Sular dup duru. Boncuklu ayrı bir duru. Taş yuvarlağından akar bacak kalınlığında.
El dondurmak için. Külekleri kumla kuşalamak için...
Kinzotamal’dan otlak kiralandı. Nahır için nahırcı tutuldu. Çobanlar gün doğmadan sığırları topladı, otlattı. Kuşluğa getirdi, sağdırdı, tekrar otlağa götürdü.
Davarı çok olan otlatır. Koyunu az olanlar da sırayla... Mandalara yaylalığın önündeki coçlar kaldı.
Körpenin, danaların, kodiklerin iki günlük özgürlüğü bitti. Anneyi emme sonlanır gün gün. Tokluluğa, çebiçliğe, düveliğe, tosunluğa ve gedekliğe gidiş başladı.
Özgür, çocukluğun doruğundadır. Nahır ve davar otlağa gidince kuzu ve dana otlatıyor, onlara göz kulak oluyor. Sevmediği de danaların büvelekleşmesidir. Kuyruğunu diken başını alıp, kaçar. Bulduğu kaya gölgesine ya da koma sığınırdı... Başladığı oyun bozulurdu. Yine de oldukça mutludur. Kızlı oğlanlı oyundaş bolluğunda....
Dumansız havalarda, ikindileğin ziyaretten aşağı atlı, yaya inişleri göze batar. "Köyden gelen var" algısı coşturur göreni.
"Kime geliyor?" Kaygısı sarardı...
Bilinir gelenin yükü meyvedir. Köyde; kiraz, dut, erik yetişti. Meyve özlemi Özgür’ü ”niye köyde değilim” diye yakarttırırdı.
Gelen akraba ve yakın komşu ise ona da tadımlık düşerdi. Atlı ise bir sepet... Gözler kopmaz inenden.
Yaylalığın altında, Ardahan yolu üzerindedir Derehanları... Hanlar, alış veriş yeridir. Haftada bir de hayvan pazarı kurulur.
Özgür’e;
"Gel bana!... Gel bana" der her baktıkça...
Gizli de olsa gidemez. Karaçadırlılardan...
Karaçadırlıların hırsızlık ve çocukları kaçırma öyküleri anlatılır, korkuları pekiştirilir. Güneş altında yayla duvarı oturaklarında...
18.11.2017
Himmet ERSOY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.