- 2703 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SON OSMANLI PADİŞAHI TALİHSİZ DEDEM SULTAN VAHİDETTİN CENNETMEKAN HAN'IM....
Sultan Vahidettin Han büyük dedem yakın tarihimizde en çok itham edilen haksız yere hain olarak damgalanmış bir padişahımızdır.Onun çektiği acı ve ıstırabı hiç bir kimse çekmemiştir.Onun bu vatanı düşmanın işgalinden kurtarabilmek için izlediği ince siyaseti anlayamayanlar onun hakkında mayasında Türklükten bir zerre bile olanın söyleyemeyeceği alçakca tezviratlara kalkışmışlardır.
Kanında Türklükten bir damla bir zerre bulunmayan Osmanlıya kin besleyen Rum ve Bizans kalıntıları cennetmekan Osmanlı Sultanlarımı her zaman hedef tahtasına oturtmuşlar medyalarında ve televizyon dizilerinde Fatih Sultan Mehmed Han,Yavuz Sultan Selim Han,Kanuni Sultan Süleyman Han ve başta da Sultan Abdulhamid dedem ile talihsiz bir zaman ve mekanda bu vatanı korumaya vazifelendirilmiş Sultan Vahidettin Han dedemi bu asil milletin gözünden düşürmeye çabalamışlardır.Buna bir taşla iki değil on kuş vurmak derler.
Bu başarılı algı operasyonları netice vermiş elli yıldan fazla bir zaman ders kitaplarında,merasimlerde kötülenmişler,birine Kızıl Sultan diğerine İngiliz gemisiyle kaçtı -Hain Sultan- damgası vurulmaya çalışılmıştır.
(Yapılan onca tezvirat ve karalamalar bu asil milletin gönlünde yer tutmamış Ayasofya’yı müslümanlara kapatan, Bizan’sın bakiyesine kiliselerinde özgürce ibadeti layık gören,yahudilerin ve dönmelerin at koşturduğu Türkiyemizde yapılan onca yalana talana darbeye direnen halkımız hepsini seçimlerden alınan neticelerle yerin dibine sokmuştur.)
Sultan Mehmet Vahidettin Han dedem resmi -yalancı- tarihe göre,Kurtuluş Savaşına mani olan,Mustafa Kemal Paşa için idam fermanı hazırlatan,İngilizlere karşı olan Kuva-yi Milliye güçlerine engel olan,Mustafa Kemal Paşaya idam fermanını imzalayan,TBMM Hükümetine karşı başarılı olamayınca da İngiliz Malaya Zırhlısına binerek ülkeyi terkeden,kaçarken de saraydan yüklü miktarda hazineyi götüren bir haindir!!.
Sultan Abdulmecidin en küçük oğlu Mehmet Vahidettin Han dedem 36. padişah olarak 4 temmuz 1918 günü 1. Dünya Savaşının bitimine yakın çok sıkıntılı bir zamanda Osmanlı tahtına oturmak zorunda kalmıştır.İttihat ve Terakki Partisinin bütün yaptıklarına karşı olan Sultan Vahidettin Han,yurtdışına çıkmadan önce huzuruna kabul ettiği damadı Enver Paşaya:’Yazıklar olsun sizlere,memleketi batırdığınız gibi,hanedanın şeref ve haysiyetini de ayaklar altına aldınız.Ne yüzle karşıma çıkıyorsunuz.Derhal istifa ediniz ve çekilip gidin milletin başından.artık illallah elinizden’ diyerek bağırmıştı.
Sultan Mehmet Vahidettin dedem ile Mustafa Kemalin veliahtlık döneminde Alman İmparatoru 2.Wilhemin Sultan Reşatı ziyaretine karşılık olarak çıkılan Avrupa seyahatinde yaverlik etmesi ile başlayan yakınlığı ve dostluğu ilerde de devam etmiş Mustafa Kemalin saraya damat olmak istemesi olumsuz neticelenmiştir.
08 Ekim 1918 de sona eren 1. Dünya Savaşı neticesinde İttihat ve Terakki Hükümeti iktidardan çekilince bütün yük Sultan Vahidettin’in omuzlarında kalmıştır.30 Ekimde Mondros Mütarekesi imzalanınca galip devletlerin gemileri Dolmabahçe Sarayı’na toplarını çevirerek padişahı göz hapsinde tutmaya başlamışlar eli kolu bağlı padişah bu sıkıntıdan memleketi kurtarmak için çareler aramaya başlamıştır.
İngiliz ve Amerikan mandasına girmeyi teklif eden devlet adamlarına karşılık Sultan Vahidettin çözümün Anadoluda milletin kendisinde olduğunu görerek yaverliğini yapmış olan Mustafa Kemal Paşa’nın Anadoluda bu milli uyanış hareketinin fitilini ateşleyecek komutan olduğuna karar vererek 6 mayıs 1919 da yetkilerini ve görevin mahiyetini belirten Yetki Talimatnamasini yayınlatmıştır.
Yıldız Sarayında huzuruna kabul ettiği Mustafa Kemal Paşaya:’Paşa Paşa şimdiye kadar bu vatana çok hizmetler yaptınız yaptıklarınızın hepsi şu tarih kitabına geçti.Bunları unutun.Asıl şimdi yapacağınız hizmet çok önemli olabilir.Paşa bu devleti bu müşkil halden sen kurtarabilirsin’..
Bu görüşmede Sultan Vahidettin Han dedem ayrıca Paşaya hususi olarak ilerde nasıl haberleşeceklerini, gönderilecek tahsisatı,Anadoluda neler yapacağını Samsun,Erzurum ve Sivas’tan bil itibar nerede kimlerle görüşeceğini,kimlerden yardım alacağını Ankara’da kurulacak Milli Meclisde kimlerin bulunacağını,kendisine yardım edecek ilim adamlarını dikte ettirmişler, tek tek kararlaştırmışlardır.
Sultan Vahdettin Han, ülkenin kurtuluşunun işgal altındaki İstanbul’dan gerçekleştirmenin mümkün olamayacağını biliyordu ve bu sebeple işgalci güçlere karşı Anadolu’da teşkilatlanmaya karar verdi.
İngilizler, kendisinden işgalci güçlere karşı mücadele veren halkı teslim olmaya davet etmesini istiyordu. Bunu fırsat bilen Sultan Vahdettin, görünüşte direnişleri yatıştırmak, esasında ise devleti kurtaracak teşkilatlanmayı başlatmak üzere Anadolu’ya bir heyet göndermeyi kararlaştırdı. Anadolu’ya giden heyet İstanbul’un tam desteği ile gitti. Heyet Anadolu’da padişah adına teşkilatlanmayı yapacak, padişah da uygun bir zamanda Anadolu’ya geçip devleti işgalden kurtarma yoluna gidecekti.
Mustafa Kemal Paşa çok büyük yetkilerle Bandırma Vapuruyla 25 kişi ile beraber çıktığı bu sefer sırasında gemi Karadenize çıkarken durdurulmuş Sultanın kefil olmasıyla zamanın Sıkıyönetim komutanı İngiliz subayı tarafından geminin Karadenize çıkışı mümkin olabilmiştir.Bunu TGRT de izlediğim bir proğramda o gün hayatta olan Boğazlardan sorumlu bu İngiliz komutanın sesinden bizzat dinledim.
Sultan Osmanlı hazinesi İngilizlerin kontrolünde olduğu için kendi cebinden Paşaya 30 bin altın lira ile kendi adının baş harflerini taşıyan altın bir saat vermiş ilaveten Dahiliye Nezareti Paşaya gemidekilerin üç aylık maaş ve mesarifleri olarak 25 bin altın lirayı makbuz karşılığı teslim etmişlerdir. M. Yılmaz-Tarihimizde iz bırakanlar S.183-196
Sultan Vahdettin, Anadolu harekâtına el altından desteğini sürdürdü. İstanbul’dan silah, para, mühimmat ve insan gücü göndertti. Öyle ki, Hilal-i Ahmer Cemiyeti çeşitli yardımlar adı altında topladığı paraları ve muhtelif malzemeyi bir şekilde Anadolu’ya ulaştırıyordu. Hilal-i Ahmer’in bu yardımlarının içinde padişah ve ailesinin ve hatta bütün saray çevresinin yaptığı yardımların evrakı arşivlerde mevcuttur.
İstanbulun işgaline ve Yunanın İzmir’i işgaline üzülerek hüngür hüngür ağlayan Sultan Vahidettin Han Osmanlı padişahları arasında en talihsizidir.O tahta geçtiği sırada devlet bölünme ve galip devletler tarafından parçalanma eşiğindeydi.
Tahta zorunlu olarak çıkmak durumundaki Sultan bunu şu sözleriyle gözler önüne sermiştir:’Sıhhatim iyi olmadığı için gereken tahsili ikmal edemedim.Dünyadan bir ümüdim kalmadığı gibi yaşımda kemale ermişti.Sultan Reşatle hangimizin daha evvel ahirete gideceği belli değildi dolayısıyla saltanat makamını beklemiyordum.Allahın takdiri böyleymiş bu ağır vazifeyi kabul etmek zorunda aldım.Şaşırmış bir haldeyim ne olur bana dualar ediniz’
İstanbul’un işgali günlerinden sonra Milli Mücadelede kazanılan zaferler sonrasında İstanbul’da selatin camilerde düzenlenen mevlitlere katılarak açılan yardım kampanyalarına yüksek miktarlarda bağışlar yapan Sultan Vahidettin Han cennetmekan sonunun ve hükümetinin ne olacağı hususunda endişeye kapıldı.TBMM dışında Türkiyeyi hiç bir kuvvetin temsil edemeyeceğini düşünüyordu.
Batıda bir çok Devlet el an krallıkla yani saltanat idaresiyle yönetilmektedir.İngiltere başta olmak üzere,Hollanda,İspanya Danimarka,Belçika,Norveç monarşi ile idare edilmektedirler.Batılı emparyalist ülkeler kendi monarşik idarelerini dillerini alfabelerini değiştirmedikleri gibi kendi idareleri altına aldıkları sömürge devletlerin dillerini değiştirip idare tarzı olarak da sözde cumhuriyet idarelerini kurup pazar haline getirmişlerdir.
Irakın işgali sonrası Irak Cumhuriyeti Libya da Kaddafi zamanı ve sonrası idareler Suriye ve Arap Cumhuriyetleri bunun örnekleriyle doludur.
Türkiye 1950 lere kadar İngilizlerle yakınlaşmış 1950 den sonrada ABD mandasına girmiş bir nevi açıklanmayan gizli sömürgecilik kanunlarına göre..O günkü idarecilerin önünde de bir tercih yapmak vardı tercih Cumhuriyetten yana yapılmış..
İngilizlerin yeni stratejisine göre bir kahraman bir de hain olmalıydı..Ama neden Avrupadaki Krallıklardaki olan uyumlu geçiş yapılmadı neden bin yıllık alfabemiz değiştirildi diye sormaktan kendimi alamıyorum..Nedenler bitmiyor neden devrimler yapılmış..
Irak’ta Arabistan’da,Yemende,Tunus’da alfabeye dokunulmamış devrimler yapılmamış ama bizde baştan ayağa köklü bir değişim yaşanmış..
Ana gövdeye, omurgaya yüklenilmiş kısaca bu müslüman milletin genetiğiyle oynanmış..Hristiyan yapalım Macar ve Bulgarlar gibi denilmiş Allah korumuş..
Batıdan damızlık erkek getirelim diyen adiler bile çıkmış içlerinden..İçki, dans, bale,genelev,piyango ülkeye sokulmuş bu müslüman milletin damarlarına girilmiş..
İmparatorluk ile ona bağlı eyaletlerin bağı koparılmak istenmiş olduğu kesin ..İsmet Paşa hatıralarında bunu açıklamıştır..
Peki Hılafeti neden kaldırmışlardır.Neden Avrupada muteber olan meşrutiyeti kaldırıp bizi dışardan güdümlü Cumhuriyet denilen idareye geçirmişlerdir dersek burada amaç daha kötü bir emel ve Türkü esaret altına alıp Türk ve İslam alemine en büyük darbeyi vurmaktır desek doğruyu tesbit etmiş oluruz.
Bunu anlayabilmek için Hılafetin o yıllardaki gücünü görmemiz gerekir.Hılafet İslam aleminin Halifeyi Müslimin tarafından tek elden yönetilip idare edilmesidir.Halifenin bir emriyle İslam ordularının bir çatı altında kafire karşı yek vucud olmasıdır.
Hılafet kaldırılıncaya kadar İngiltere Lozanı imzalamamıştır.Lozan da Hılafet kaldırıldıktan sonra İngiltere Osmanlıyı parça parça ederek hepsini istediği gibi yönetmeye başlamıştır.Tarihçiler Hılafetin ve Osmanlıda Saltanatın kaldırılmasının yapılan en büyük İslama karşı başarı Osmanlıya vurulan en büyük darbe olduğunda ittifak halindedirler.
İslam alemiyle Hindistanla Pakistanla Hicaz ile ilgi ve alakasını tamamen yoketmekti Allaha şükür muvaffak olamamışlardır.Bir gecede binlerce alim ve talebe tüm Osmanlı yeni harfleri okuyamayıp cahil kalmış,ecdadının kabrindeki taşları kütüphanelerdeki eserlerini yeni gelen nesiller okuyamaz duruma gelmişlerdir.Yüzyıldır buna hale bir çare bulunamamaktadır.Gayelerine ulaşmışlar mıdır evet ulaşmışlardır.
Japonya ve Almanyada Abd nin idaresinde İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşam hakkı bulmasına rağmen nedense dillerine dokunulmamış saltanatla birlikte devam edegelmişlerdir.
TBMM 02 kasımda çıkardığı bir kanunla saltanatı kaldırmış, Osmanlı Devleti tarihteki en güzel sayfalarda yerini virgül atarak tamamlamıştı.Kimbilir bir gün kaldığı yerden daha haşmetli olarak dirilecek dünyaya yeniden nizam vermeye devam edecekti.
Anadolu harekâtı İstanbul’un verdiği destekle teşkilatlanmasını sürdürmüş ve Osmanlı Devleti için bir kurtuluş ümidi yeşermeye başlamıştı. Fakat Anadolu harekâtı bir anda İstanbul’a karşı bir tavır içine girmeye, padişahı dışlamaya başladı. Son alınan kararlarla Osmanlı saltanatını kaldırma teşebbüsüne kadar giden bu tavır neticesinde Osmanlı saltanatı lağvedildi (01 Kasım 1922). İki sene sonra da Hilafet kaldırılarak Osmanlı Devleti’nin bütün resmî devlet hukuku tarihe intikal ettirildi (03 Mart 1924). Hilafetin ilgası kararı ile Osmanlı hanedan mensupları da sınır dışı edildi.
Sultan Vahidettin Han dedem bu saatten sonra kalmak ya da dışarı çıkmak şıklarından birisini tercih etmek zorundaydı.Rusya’da Bolşevik İhtilali sonrasında Çar ,Fransız ihtilali sırasında öldürülen kral gibi olmaktan korkuyordu.Saddam Hüseyin,Libya Devlet başkanı Albay Kaddafi Romanya’da Çavuşesku ve Sırbistanda Jozef Tito’nun, Afganistanda Babrak Karmalın pek çok kralların sonu aynı olmamış mıydı?
Bu tarihten itibaren gerek basında ve gerekse resmî idarede İstanbul’a ve padişaha karşı çok ağır hakaretler ve sözler sarf edilmeye başlandı. Yalan ve uydurma haberler yaptırıldı. Padişahın istifa ettiği ve hatta gizlice kaçtığı söylendi. Bütün bunları yapanlar yine kendisinin yetkilendirip desteklediği kişilerdi. Bunlara karşı mücadele kendi evlatlarına karşı mücadele etmek olduğunu ifade ederek "şimdilik" kaydıyla daha emin bir yere "hicret" etmeyi uygun buldu.
Sultan Vahidettin Han cennetmekan dedem kazanılan zaferden sonra alçak ve densizler tarafından kim olduğu belirsiz Sabataycı dönme yahudi medya tarafından hain damgasıyla damgalanmasına bir anlam verememişti.Atalarının 1492’de İspanyadan kovulunca Osmanlı Sultanım 2.Beyazıd Han dedemin gemilerle taşıyarak Selanik ve İzmire Manisa’ya yerleştirdiği dönmelerin, bu yahudi tebaaanın Osmanlıya karşılık olarak bu kadar nankörlüğü reva görmesi reva-yı hak mıydı?
Milli Mücadelede kazanılan zaferi kutlamak için Yıldız Sarayı’nın ve sair sarayların geceleri kandillerle donatılmasını istemişti.Bir kısım bedbahtlar dediğim gibi Sabataycı dönme yahudiler ve Rumlar Ermeniler olacak muhtemelen sarayın önüne gelerek Hain Sultan diye bağırma cüretinde bulunmuşlardı.Mevlit Kandilinde Beyoğlu’nda azınlıkların bindiği tranvayların üzerine -Hain Sultan -afişleri astırılmıştı.Anadolu bütün bu olan bitenden habersiz açlık ve sefalet içinde boğuşmaktaydı.
(Ayasofyanın müze olması,camilerin satılması,Osmanlı arşivlerinin Bulgar’lara üç kuruşa satılması,Türkçe dil devrimi,şapka zulmü,Laiklik devrimler Osmanlının kötülenmesi ne kadar olumsuzluk varsa bu İsmet Paşa’nın ve CHP sinin eseridir.Kadir Mısıroğlu üstadımın kitaplarında ve videolarında bu paşanın kim olduğunu Milli Mücadelede kazanıp,Lozan’da nasıl masada kaybettiğimizi öğrendiğim zaman beynimden vurulmuşa döndüm.
Sanayi ve askeri sahada Batıya muhtaç olmamızın altında da,ezanın Türkçe okunma zulmünün altında da,Köy Enstitüsü ile Anadolu çocuklarının beyinlerinin Türk ve Osmanlı düşmanlığı ile doldurulmasının altında da hep onun fikirleri etkin olmamış mıdır?
Elbette gerçekler gün yüzüne çıkınca bütün bu olan bitenler bir bir gerçek tarihçiler tarafından ortaya çıkarılacaktır.Biri bana bu konuda yanlış düşündüğümü ispatlarsa sevinirim ama henüz yok.Neymiş şartlar onu gerektiriyormuş harp yıllarıymış,Osmanlı kötülenmez ise geri gelirmiş.Bin türlü hezeyan ve zırvadan başka laf eden olmadı şimdiye kadar..)
Mustafa Kemal Paşa TBMM de saltanatın kaldırılması münasebetiyle yaptığı her konuşmada mebuslar -Allah kahretsin-Taçlı Hain-Vehimettin- diye bağrışmaktaydı.Diyarbakır mebusu Hacı Şükrü:Şeytandan ve Loyd George’den daha fena alçak olan Vahdettin besmele ile taşlanmalı diyerek alçaklıkta zirve yapmıştı.
Bu sırada başka bir olay cereyan etmiş, İçişleri Bakanı Artin Kemal lakaplı Ali Kemal Bey vatan haini denilerek tevkif edilmiş sonrasında halkın eline verilerek İzmit’te parça parça edilmişti.Sultan Vahidettin doktoru Reşat Paşa Sultana:Galiba sizi ve ailenizi asacaklar Efendim demiş bunu duyan Sultan endişeye kapılmış İstanbul’dan ayrılmasının kendisi ve ailesi için iyi olacağını düşünmeye başlamıştı.
Gazetelerde, -Devrik hain Sultan- neyi bekliyor?Kime bel bağlıyor?Çekilip giderek Osmanlı Hanedanına ve Yeni Türkiye Cumhuriyetine en büyük iyiliği yapsa ya diye başlıklar atılmaktaydı.Yıllarca -Hain- diye bizlere elli yıldan fazla okutulduğunu düşününce Cumhuriyetin ilk yıllarında nasıl bir düşüncenin hakim olduğunu,dil ve şapka inkilabını,bu yüzden binlerce alimin idam edildiğini ezanın Türkçe okunduğunu,camilerin ahıra çevrilip büyük şehirlerde genelevlerin birahanelerin açıldığını, bir düşünün sonra bana hak vermek zorunda kalırsınız!!!
Sultan Vahidettin Han yurt dışına çıkmakta hayır olduğuna inandı, inanmak zorunda kaldı.Sultan İngiliz Generali Lord Harington’a mektup yazdılar durumu beyan ettiler.Mektubun kabul görmesi sonucunda Sultan Vahidettin Han İngiliz Malaya zırhlısı ile İstanbul’dan ayrılarak Malta’ya gittiler.Sultan, Mustafa Kemal Paşa ile Mevlit Kandili bahanesiyle barışmanın yollarını aramışsa da bu kabul görmemiş,baskılara boyun eğen Paşa kapıları tamamen kapatmıştı.
’Çankaya Köşkü ile İngiliz Sefareti’nin yeraltından bir tünelle bağlı olduğu 1950’ lere kadar Türk iç ve dış siyasetinin İngiltere’nin güdümünde olduğu,yapılan her işin özellikle Hilafetin ilgasının İngiltere’nin isteğiyle gerçekleştirildiğini,bundan sonrada İngiliz sömürgelerinin daha kolay teslim alınıp, idare edildiğini tarih kitaplarında okuduğumu söyleyebilirim.İsteyen araştırıp bakar Osmanlı ve yakın tarih araştırmacısı yayınlara.’
Münevver Ayaşlı ve Murat Bardakçı’ya göre Sultanı İngilizler gemiye bindirip kaçırsalar,Türk milleti Sultan Vahidettin’in bu hareketini affetmeyecek,Sultanı TBMM kanunuyla yakalayıp tutsak etseler bu millet bu ihaneti affetmeyecektir.Gitsin ki işimiz kolaylaşsın denmiştir.
Sultana kapı açık bırakılarak tazyike tabi tutularak kendi isteğiyle dışarı çıkması sağlanmıştır.Hakikaten bu millet Adnan Menderes örneğinde olduğu gibi kendisine hizmet eden zevata yapılan alçaklığı hiç unutmamış ilk gelen seçimde bunun dersini vermiştir.İktidardaki Paşalar bu ince siyaseti başarıyla uygulayarak bir taşla iki kuş vurmuşlardır.
Sultan Vahidettin Saltanatın ve Hilafetin vakarını ve izzetini korumuş,İslam Halifesinin izzetine halel getirmemiş,Türkiye’de kanlı bir iç kargaşa harp çıkmasına mani olmuşlardır.Üstelik dışarı çıkarken Devlete ait hazineden bir kuruş almamışlardır.Yıldız Sarayındaki altın bir çekmeceyi,babasının hediyesi elmas sorgucunu ve Hz. Osman’ın el yazması Kur’an-ı Keriminin de olduğu kutsal eserler ve altın kakmalı sigara kutusunu da makbuz karşılığı hazineye iade etmişlerdir.
Babasının mirası her devletin kanunlarında meşrudur varisin hakkıdır.Buna rağmen almamış yeni devletin hazinesine bırakmışlardır.Bu bakımdan onun çok namuslu davrandığı tarihçi İsmail Hakkı Danişment tarafından teslim-i hak edilmiştir.
Kutsal topraklarımız olan Mekke ve Medine’den Yavuz Sultan Selim Hanın getirdiği Kutsal eserlere dokunmadığı alıp götürmediği sonradan Topkapı Sarayı’nda inceleme yapan bir Heyet tarafından her şeyin yerli yerinde olduğu tutanakla tesbit edilmiştir.Bunca olan bitene karşın Sultan Altıncı Mehmet lakabından kinaye -Altın düşkünü- olarak algı operasyonuna maruz kalmıştır..
(Kim savunacak Sultanın hakkını,kendisi dışarda içerde devrimler yapılmakta,Osmanlı ve alimler yerin dibine geçirilmekte,alüftelerin elüstünde tutulduğu,alimlerin tu kaka olduğu bir devir kelleler bir bir idam sehpalarında.. Ulucanlar’daki cezaevinden Ulus Meydanı’na kadar ne kadar darağacında alim sarıklı hocanın sallandırıldığını her Ankara’ya gidişimde gidip ölçer biçerim.Binlerce sarıklı alim sırf Kur’an okudukları sırf Arapça ezan okudukları için yok şapka yok Menemen tertibiyle darağacında can vermiş cennet-i alaya göç etmişlerdir.
’Zalimler için yaşasın cehennem’ diyenin sesini duyan olmamıştır.Anadolu açlığın ve sefaletin ayakları altında can çekişirken Rum ve Yahudi dönmesi azınlıklar sefahatin zirvesinde içkinin ve dansın zirvesinde şaha kalkmışlardır her zaman olduğu gibi..Mazlumlara duadan başka bir şey gelmez elimden ruhlarının makamına birer fatiha,yasin hediye ederim.)
15 Kasım 1922’de bu isteğini İngiliz işgal makamlarına bildirdi ve 17 Kasım’da İngiliz Malaya Zırhlısı’na binerek bir daha dönüp dönemeyeceği meçhul bir yolculuğa çıktı. Yanına hazineden veya devletin malından tek kuruş para veya mücevher almadı. Bunlar milletime aittir dedi ve son okuduğu çok kıymetli ve mücevherlerle süslü bir kitabı bile hazineye iade etti. Gemi 20 Kasım’da Malta’ya vardı.
Sultan Vahidettin Han İngiliz’lerle anlaşmasında giderken tüm masrafları cebinden karşılamayı taahhüt etmişler,Malta’ya çıkmasından bil itibar kendisi yeme içme seyahat masraflarını ödemiş Malta’dan sonra duramayıp Mekke’ye 2000 sterlin ödeyerek gitmek zorunda kalmışlardır.Kral Hüseyin onu Halife ilan etmek isteyince Arabistan’ı terke mecbur kalmışlardır.
Sultan, Filistin’e gitmek istediğini bildirmiş fakat müsaade edilmemiştir. Sultan Vahdettin Mekke-i Mükerreme’de bulunduğu sırada umre yapma fırsatı bulmuştu. Sultanın yeni ikamet yeri tam olarak belli edilmediği halde Hicaz’dan 20 Nisan 1923’te vapurla ayrıldı. Önce İskenderiye’ye oradan da 28 Nisan’da İtalya’ya hareket etti ve 2 Mayıs’ta İtalya’nın Cenova şehrine vardı.
Cenova’da bir otelde kalan padişah daha sonra San Remo şehrinde kiralanan Villa Nobel isimli mekâna yerleşti ve vefatına kadar burada kaldı. Sultan Vahdettin, buradaki ikametini hiçbir zaman daimi düşünmemiş, bir gün mutlaka bir Müslüman memleketine döneceğini umut etmişti. Fakat şartlar ve bilhassa İngilizlerin bütün yolları kapatması buna müsaade etmedi.
Sultan Vahidettin Han Malaya zırhlısı ile İstanbul’dan ayrılmadan önce 150 sterlin kadar bir parayı yanında götürmüş ayrıca 20.000 sterlin (50. bin Türk Lirası) bir parayı da Barclays Bank’ın Londra şubesine transfer etmişlerdir.Bu parayı ancak özel izinle peyder pey kullanarak idareyi maslahat eden Sultan Vahdettin Han 1924 den sonra sıkıntılı bir hayat sürmüşlerdir.Oğlu Ertuğrul Efendinin ve Hindistan müslümanlarının verdiği destek günlük ihtiyaçlarını karşılamaya imkan vermemiş Sultanın vefatında borçlarından dolayı tabutuna bile haciz gelmiştir.
Sultan Vahidettin Han gerek İngiltere’ye gerekse Mustafa Kemal Paşa’ya kendilerine yardım edilmesi hususunda mektuplar yazmışsa da bunlara karşılık verilmemiştir.Yeni Türkiye Cumhuriyetinin fakir olduğunu söyleyen tarihçiler nedense bu yıllarda yapılan şatavatlı eğlence ve balolara ,Saverona Yatına,motorlu arabalara nasıl ve nereden kaynak bulunduğu sorusuna cevap bulmakta zorlanırlar.
Sultan Vahidettin Han dedem San Remo’da sıkıntılar içinde vefat ettiğinde tarihler 16 mayıs 1926’ yı bir amcamın doğum yılını göstermekteydi.120.000 Türk lirası kadar kasaba manava olan bir borç yüzünden cenazesine haciz konmuştu.
İtalyan Hükümeti borçlarına karşılık Sultanın eşyalarını mezata çıkartarak sattırmıştı.Mezat işini Sultan Abdulazizin damatlarından Şerif Paşa idare etmişlerdi.
Sultan Vahdettin 16 Mayıs 1926 günü akşam geç saatte vefat etmişti. 65 senelik bir hayat ve Osmanlı Devleti’nin son padişah ve son halifesi artık veda etmişti. Padişahın naaşına otopsi sonrası bir tabuta konulmasının ardından acı dolu günler yaşanır. Alacaklılar cenazesinin haczettirirler. Villa’da ne varsa, şahsî eşyalar ve sair hepsine el konulur. Padişahın cenazesi eşyalarla birlikte bir ay kadar villanın giriş katında mahsur kalır.
Yaban ellerde 65 yaşında sıkıntı ve sefalet içerisinde vefat eden Sultan Vahidettin Hanın cenazesine konan hacizi Suriye Kralı Ahmet Naim,Irak kralı Faysal ve Hicaz Kralı Hüseyin ile Mısır Prensi Ömer Tosun Paşa ödeyerek kaldırarak cenazeyi gemiyle Suriye’nin başkenti Şam’daki bugünkü yerine getirip defnini sağlamışlardır.
Abdülmecid Efendi Fransa’dan bir miktar para gönderir fakat yetmez. Cenazenin haczinin kaldırılması Fransa’daki kızı Sabiha Sultan’a nasip olur. Sabiha Sultan elinde kalan mücevherlerinden birini ve bir çift küpesini satarak babasının haczini kaldırtır.
Sultan vasiyetinde ben ölünce beni bu kafir memleketinde bırakmayın müslüman beldeye defnedin demişler bu nedenle Şamdaki Yavuz Sultan Selim camii avlusuna defnedilmişlerdir.Bir kaç yıl sonra selden dolayı mezarı su basınca arka tarafa mezar taşınmıştır.
Bir taraftan hacizle meşgul olan padişahın yakınları, diğer taraftan da padişahın nereye defnedileceğini araştırıyorlardı. Cenazeyi Türkiye’nin hiçbir şekilde kabul etmeyeceği belliydi. Ama ne yapılacaktı, bilinmiyordu.
Nihayet yapılan araştırma ve yazışmalardan Suriye’nin Şam şehrinde Yavuz Sultan Selim’in yaptırmış olduğu caminin haziresine defnedilmesine karar verildi ve hemen resmi müracaatlar yapıldı. Suriye’de Sultan Abdülhamid Han’ın kızıyla evlendikten sonra ayrılan Ahmed Nami Bey devlet başkanı idi ve bu talebi kabul etti.
Fakat Fransa işgalindeki bu topraklara defin için Paris’ten izin alınması gerekiyordu ve nihayet gerekli izinler alındı. Haczin kalkmasıyla padişahın naaşı bir arabayla istasyona getirildi ve Trieste’den gemiyle Beyrut’a ve oradan da trenle Şam’a nakledildi.
Şam istasyonunda cenazeyi hanedanın eski damadı ve Suriye devlet başkanı Ahmed Nami Bey askerî merasimle karşıladı. Cenaze Yavuz Sultan Selim Camii’ne getirildi ve üzerine Kâbe-i Muazzama’nın örtüsü örtüldü. Ardından cami avlusunda açılan kabre defnedildi.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Sultan Vahidettin Han’ın Türkiye topraklarına defnine o gün bugündür müsaade etmemekte iade-i itibar yapılamamaktadır.Sultanın mezar lahdinde şöyle yazılıdır.Sonsuza kadar kalıcı olan yalnız Hz.Allahtır.Sultan oğlu altıncı Sultan Mehmet Vahidettin Hanın ruhuna fatiha.16 mayıs 1926 yazılıdır..
***
Osmanlı Hanedanının Serencamesi
Yıl 1922. 30 Ağustos’ta büyük zafer kazanılmış, 9 Eylül’de de Yunanlılar İzmir’den çekilmiştir. Artık yeni kurulan devlet de kendi iç işleriyle uğraşabilecek, birtakım düzenlemeler yapabilecekti.
Yapılan bu düzenlemelerden ilki 1 Kasım 1922’de Rıza Nur ve 80 arkadaşının verdiği bir kanun teklifi ile saltanatın kaldırılması olmuştur. Kanunda saltanatın kaldırılmasının yanı sıra, “bu gün ve gecenin bayram olarak kabulü” de yer alıyordu. Böylece 623 yıl süren Osmanlı saltanatı bir gecede kaldırılmış ve kaldırıldığı gün büyük bir coşkuyla kutlanması amacıyla bayram kabul edilmişti. Ankara’da durum böyleydi. Ya İstanbul’da, yani kaldırılan saltanatın başkenti olan şehirde durum nasıldı?
İstanbul’da bulunan son Osmanlı padişahı Vahdeddin için zor günler başlamıştı. Saltanatın kaldırılmasını takip eden günlerde, saltanat taraftarı olarak bilinen eski nazırlardan Ali Kemal Bey yakalanıp İzmit’e götürülür ve askerler tarafından linç edilir. Artık saat Vahdeddin’in aleyhine işlemektedir. Saraya her gün Vahdeddin hakkında da iyi düşünülmediğine dair haberler gelmektedir.
16 Kasım günü, yani saltanatın kaldırılışından 15 gün sonra, TBMM’de Vahdeddin’i vatan hami olarak kabul eden “Hıyanet-i Vataniye kanunu” kabul edilir.
17 Kasımda ise Vahdeddin bir İngiliz zırhlısıyla vatanı terk etmekten başka çare bulamaz. Çünkü artık hayatı tehlikededir. Eğer birkaç gün daha beklemiş olsaydı tutuklanıp yargılanacak ve belki de idam edilecekti.
Vatandan bir İngiliz zırhlısıyla ayrılması onun İngilizlerle işbirliği yaptığını göstermez. Çünkü o dönemde denizlerde emniyetle seyahat edebilmek için itilaf devletleri gemilerine binmek zaruriydi. Hatta Kurtuluş Savaşı sırasında, çeşitli konferans ve barış görüşmelerine giden Türk heyetleri, o zaman düşmanımız olan İtalyan gemilerini kullanırlardı.
Vahdeddin ise o zaman için en emniyetli vasıta olarak bir İngiliz gemisiyle ayrılmış, üstelik İngiltere’ye değil İtalya’ya gitmiştir. Bütün bunlar, Vahdeddin’in İngilizlerle işbirliği yapmayıp vatana ihanet etmediğinin önemli bir delilidir.
İşte böyle başlıyordu Osmanoğullarının gurbet yılları. Vahdeddin’in ülkeden ayrılışından iki yıl sonra, 4 Mart 1924 de çıkarılan bir başka kanunla Halifelik makamı da kaldırılıyor ve Osmanlı hanedanına mensup bütün fertlerin vatandaşlıklarının düşürülüp, sınır dışına çıkarılmasına karar veriliyordu. Osmanoğullarına vatanı terk etmeleri için 10 günlük süre veriliyordu ama uygulama hiç de bu şekilde olmamıştı.
Kanunun kabul edildiği gece, daha resmi gazete yayınlanmadan, İstanbul Valisi Haydar Bey ve Emniyet Müdürü Sadeddin Bey, Vahdeddin’den sonra halife seçilen Abdülmecid Efendiyi, yakınlarından birkaç kişiyi de yanına alarak birkaç saat içinde İstanbul’u terk etmeye zorlarlar.
Halife Abdülmecid, İstanbul’dan otomobille Çatalca’ya götürülüp, oradan İstanbul’dan gelen trene bindirilir. Bunda maksad, halkın durumu haber alıp trenin yolunu kesmesi ve Abdülmecit’in yurt dışına çıkarılmasını engellemeleri korkusuydu. Bundan sonrasını Abdülmecit Efendinin hususi kâtibi Nigar Bey’in hatıralarından okuyalım:
“Rumeli Demiryolları Şirketi’nin oradaki amiri meğer bir Musevi vatandaşımızmış. Efendimiz ve ailesi azasının dinlenmelerine elverişli başka bir yer bulunmadığı için, üst kattaki dairesini böyle habersiz gelen yüksek misafirlerinin istirahatına tahsis etti. Çoluk çocuğuyla i’zâz ve ikramlara koyuldu. İçten gelen bu saygı sevgi ve yardımlara Efendimiz tarafından takdirle teşekkür ettiğimiz zaman da;
‘-Osmanlı hanedanı Türkiye Yahudilerinin velinimetidir. Atalarımız İspanya’dan sürüldükleri, kendilerini koruyacak bir ülke aradıkları zaman, onları yok olmaktan kurtardılar, devletlerinin gölgesinde tekrar can, mal ve ırz emniyetine, din, dil hürriyetine kavuşturdular. Onlara bu kara günlerinde elimizden geldiği kadar hizmet etmek bizim için vicdan borcudur’ dedi ve gözlerimizi yaşarttı.”
Bunları söyleyen Musevi asıllı bir Osmanlı vatandaşıydı. Hem de Osmanlı hanedanının son temsilcisi, kendi soydaşları tarafından bir düşman gibi sınır dışı edilmek üzere iken.
Altı asır boyunca yaşadıkları idare ettikleri vatanlarını terk etmek zorunda kalan Osmanoğullarından, kimi İtalya’ya, kimi Fransa’ya, kimi de Filistin’e yerleşip oralarda yaşamaya başladılar. Hemen hepsi binbir zorluk içinde, fakirlik çekerek yaşadılar. İşte onların hayatlarından birkaç tablo:
Son halife Abdülmecid 1944 yılında Paris’de vefat etti. Nâşı Türkiye’ye kabul edilmediği için Medine’de defnedildi.
İtalya kralı Viktor Emmanuel, veliaht iken Truva harabelerini ziyaret etmek için Türkiye’ye gelir. Sultan II. Abdülhamid mihmandar olarak şehzade Vahdeddin’i vazifelendirir. İşte İtalya kralı Viktor Emmanuel ile Vahdeddin arasındaki eskiye dayanan böyle bir yakınlık vardır. Vahdeddin ülkeden ayrılınca tekrar İtalya’ya, Hicaz’a ve son olarak da İtalya’ya gider.
Vahdeddin İtalya’da iken büyük mali sıkıntı içine girer. Çünkü vatandan ayrılırken yanına sadece şahsi parasını almıştır. Hazinede bulunan ve Vahdeddin’in torunlarını bile lüks içinde yaşatmaya yetecek kadar değerli mücevherlere ve taşlara dokunmamıştır bile.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Sultan Vahdeddin yurdu terkederken, yanına saraydan hiçbir değerli eşya almamıştı. Yakınları ona, hiç olmazsa atalarına başka ülke kralları tarafından hediye edilen ve kendilerine miras olarak kalan bazı değerli eşyayı yanma almasını teklif edince, Sultan Vahdeddin şu cevabı verir:
-“Haklısınız, bunlar hesabını kimseye vermekle mükellef olmadığımız şahsi malımızdır. Fakat ecdadım bu milletin hükümdarları olmasaydılar onlara bu hediyeleri kim verirdi? Bu yüzden bu kıymetli ve paha biçilmez eşyada benim kadar milletimin de hakkı vardır. Bu ihaneti kabul edemem.”
Son Osmanlı padişahı Vahdeddin, 1926 yılında İtalya’nın San Remo şehrinde vefat etti. Vasiyeti Şam’daki Selahaddin Eyyubi türbesine gömülmekti. Ama türbede yer olmadığı için Sultan Selim Camii’nin avlusundaki mezarlığa gömüldü. İşin en acı tarafı ise, hayatta çektiği acılar yetmiyormuş gibi, mezarının bulunduğu yerin daha sonraları park yeri haline getirilmiş olmasıdır.
Yurt dışında çok zorluklar çeken bir başka hanedan üyesi de Sultan V. Murat’ın oğlu Osman Fuad Efendi idi. İstanbul’da Merkez Komutanlığı, Trablus’da Osmanlı ordusu komutanlığı yapan Prens Osman Fuad, 76 yaşına geldiğinde, Paris’te 3. sınıf bir otel odasında kalmaktaydı. O zamana kadar pek çok Avrupa ülkesinde zorluk dolu yıllar geçirmişti.
Bir gün otel odasının kapısı çalınır. Gelen otelin müdiresidir.
-Yarın sabaha kadar iki haftalık otel borcunuzu kapatmanızı istiyorum. Aksi takdirde odanın boşaltmak zorunda kalacağız.
Odada küçücük bir yatak, bir lavabo ve iki iskemleden başka eşya yoktu. Yatak üzerinde pijaması ile oturan Prens Osman Fuad’ın ağzından tek laf çıkmamıştı. Sonra kendi kendine:
- Bu hal kimin akıma gelirdi. Prens Osman Fuad’ın bir gün gelip Paris’te 3. sınıf bir otel odasından kovulacağı.
Evet, V. Murad’ın oğlu 76 yaşındaki Prens Osman Fuad tek başına yaşıyordu bu basit otel odasında, arayanı soranı olmadan.
Diğer hanedan üyelerinin çektikleri sıkıntılar, maruz kaldıkları zorluklar bundan farklı değildi. Onlar da dünyanın dört bir yanına dağılmış aynı kaderi paylaşıyorlardı.
1950 yılında Demokrat Parti iktidara gelmişti. Adnan Menderes iktidarının ilk yıllarında Fransa’ya bir seyahat yapmıştı. Menderes bu seyahat sırasında, Türk büyük elçisine Fransa’da yaşayan Osmanlı hanedanı mensuplarının durumlarını anlatan bir rapor hazırlattı.
Raporu okuyan Menderes son derece üzülmüştü. Çünkü bu ülkeyi 623 yıl idare etmiş bir hanedanın mensupları Fransa’da sefalet iğinde yaşıyordu. Osmanoğullarına mensup kadınlardan bazıları Fransız ordusunda bulaşıkçılık yapıyordu. Bu milletin Osmanoğullarına vefa borcu böyle mi ödenmeliydi?
Menderes yurda döner dönmez zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın yanına gitti ve Fransa’daki büyükelçimizin hazırladığı raporu sunarak durumu arz etti:
- Bir kanun çıkararak Osmanoğullarının yurda dönmesine izin verelim. Pek çoğu sefil bir hayat yaşıyor. Bu insanlar buna layık değil. Buraya getirip hiç olmazsa kendi ordumuzda bulaşıkçı yapalım.
Bu teklif karşısında Celal Bayar biraz düşündü. Menderes haklı olabilirdi, fakat dönemin zihniyeti böyle bir şeye izin vermezdi. Ve sonunda Menderes’e cevap verdi:
-Bunu yapmamız mümkün değil.
Menderes hemen oradan bir kâğıt aldı. İstifa dilekçesini yazıp masanın üzerinde duran raporun yanına koydu. Bayar şaşkındı. Birşey söylemesine fırsat kalmadan Menderes odadan çıkıp gitmişti.
Menderes’in istifa haberi devlet erkânı arasında şok meydana getirdi. Yakınlarının ve bazı devlet erkânının araya girmesiyle Menderes istifasını geri almaya razı edildi. Bayar da bir kanun çıkartarak Osmanoğullarından sadece kadınların Türkiye’ye dönmelerine izin verdi. Yıl 1952...
1974 yılında çıkarılan bir kanunla da hanedana mensup erkeklerin de ülkeye dönmelerine izin verilmiştir. Ancak burada malları ve mülkleri yok pahasına satılan ve gittikleri ülkelerde kendi hayat düzenlerini oturtmuş olan bu insanlardan pek azı ülkeye geri dönmüştür.
Hanedan mensuplarının kimi Paris’te, kimi Amerika’da, kimi Bulgaristan’da öldü. Ama hiçbiri Türkiye’de gömülmedi. Cenazeleri Mısır’a, Medine’ye, Şam’a gönderilip, oralarda defnedildi. Bu insanlar buna layık mıydı? Vatana ihanet mi? Rejimi değiştirmek için isyan mı? Hayır! Tek suçlan Osmanlı soyuna mensup olmaktı.
İhsan ÇOMAK-Ilim Irfan Sofrası
***
Sultan Vahdeddin elbette hain değildi. Öz be öz Türk oğlu Türk ve halis müslümandı.Selanikli Sabataist Dönmeler gibi dışardan müslüman içerden yahudi değildi.
Osmanlı kurtulsun tek ben sıkıntı çekeyim diyerek vefasızlara bir laf etmeden yanına bir kuruş almadan vatan topraklarından hicret etti.
"Hain" ifadesini kullananlara dikkat edin; aynaya bakarak konuşuyorlar gibidir.Aynalar yalan söylemez. Gözler de.
Televizyonlarda varsa yoksa G.Mustafa kemal Paşa ve arkadaşları.Sultan Vahidettin Han Samsun’a göndermeseydi sıradan bir Osmanlı zabıti olarak tarihteki yerini alacaktı.
Devletimizin mutlaka eninde sonunda bu vahim yanlıştan dönüp Sultan Vahidettin Hana iade-i itibar vereceğini umuyorum.Vakti saati gelince her şey yoluna girecek Sultanım vatan topraklarına getirilecektir umuyorum.
Nur içinde yat Sultanım.Sen bu milletin evlatlarının kalbinde her zaman canlı olarak yaşayacaksın.Varsın sevmeyenler olsun biz seni en derin bir vecd ile seviyor mübarek ruhuna fatihalar yoluyoruz.
Elbet tarih kitapları dogruları yazacak bir gün..Milletin evladı atasını layık oldugu yere taşıyacak. Ayasofyayı açacak.
İslâmî en güzel biçimde yaşayacak.O günleri görmeden canımı alma Ya Rabbi..
Nurlar içerisinde yat Sultanım.Bugün senin değerini bilen gerçek evlatların seni orada o yaban yerlerde bırakmayacaklardır.Bir gün Ayasofya da açılacak Osmanlı torunları Suriyeye Iraka Kudüse şanlı bayrağımızı dikeceklerdir.
Ben o günleri görmek için her gün Rabbime dua ediyorum.İnşallah Ayasofya açılınca içinde namaz kılarım diye ümid ediyorum.
07.03.2018//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Camide içki içtiler, kabataşta bacımıza şunu yaptılar denildiğinden şu güne kaç cuma geçti acaba..
Ah pardon sizin dininizde yalan, evlat katli meşruydu di mi. Hilafetmiş. Dininin özünü bilmeyen insanların islam dini adına her türlü ahlaksızlığı yaptığı bir ülkede, dinini bilmeyenlerin osmanlı zamanına özenmelerine şaşırmamak gerek tabi.
Ama
Sorarlar, sorarlar..
Allah a bu kadar iftiranın hesabını Allah sorar. Neyseki tek dua eden siz değilsiniz 😊
Ekonomi takip etmediğiniz de aşikar.. Yeni Türkiye de..
Futurat
a haber izlemeden fikir sahibi olamayanlara saygım bile yok artık. :)