- 4168 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 05
5] Konjonktür ülke yapılarını sosyal alan ile toplumsal alan gibi iki yaşamlı alan kılmıştı. Bu alanlar iç içe alanlardı. İşleyiş bilinçleri çok farklıydı. Yeni oluşan konjonktürel bilinç bunu kavramak zorundaydı. Laiklik te bu temele oturtulmakla dinler ve dinlerin irade teslimi dedikleri egmenliğin teslimi artık sosyal alanın konusu içinde değerlendirilecekti. Yeni bilinç ve süreci kategorize edici düşünmeler buna göre olmak zorundaydı.
Denge içindeki sürecin kendi gel gitlerinin uyumları ve gelişmenin kendisine ilişkin sorunları; sürecin kendi alanı içinde kendi yöntemleriyle ele alınacaktı. İşte bunu anlayamayan bu ayrımın farkında olamayan ülkeler Dünya aktörleri tarafından her iki alanı sanki bir alan gibi gösterip; ülkeleri özelliklede İslam ülkelerini akıl karışıklığı içinde harap edeceklerdi. Dünya aktörleri dil ve dini kültür gibi sembolleri zaten ayrışamamaış olan bu ülkelerin içinde fikir ve demokrasi hareketi gibi kargaşa yaratmanın içinde kullanacaklardı.
Osmanlı, bu sorunsalları hiç anlayamadığından: bunları, doğru yoldan çıkan keferelerin kendi sapınçlarının bir nişanı sayıyorlardı! Osmanlının bu mantığı! Kendilerinin içinde bulundukları kültüre ve ideolojiye çok uygundu. Osmanlı bu tanı sal ve bu kanı sal ürperişlerle mevcut durumlarına daha bir sıkı sahip çıkıyorlardı. Güya bu bilinçle kendilerine olanözgüvenlerini tazeliyorlardı! Nesnel olanın sorunsalları, nesnel olmayan alanın düzlemi içinde bakılarak, teşhis ediliyordu!
Osmanlıların eski düzenlerine bu tür iman tazeleyici(!) sarılmaları içinde olmalarından kaynaklı, her biri her bir yerde kopan, sarılma ipine dek kopuşa olan yorumlama yapışlarında da, çok bir mahirdiler! Osmanlı böylesi bir bilmezilikle çağ dışı olmanın özgüveni içindeydiler. Özgüvenle sarılmış oldukları iplerinin kopma nedenini de, günahlarının kefaretine ufacık bir bedel sayıyorlardı! Maazallah taş da olabilirlerdi! Ağızları bir yana, gözleri bir yana kaymış olmakla çarpılabilirlerdi de! Eğe çarpılma olmuyorsa; taş olunmuyorsa; hala içlerindeki evliya ve enbiyaların yüzü suyu, hürmetine olduğunu söylüyorlardı!
İşte emektar değerler bu tür mantık koyuş ve işletişlerinin, kendi haklı kısır mantığı içinde davranıp; fevrileşiyorlardı. Genelci olandan özelci olanın kısırlığı içine düşüyorlardı. Bunların ardılları, güncel aydın ve halktan zümreler de, benzer mantıklarla, yukarıdaki güya eleştirel mantığı ortaya koyabiliyorlardı. Değerli, şahıs kıymetler, hala eski alışkanlıkların devamını istiyorlardı. Hal bu ki köprünün altında; yeni konjonktürsel oluşumun, yeli ve akışları vardı. Buna karşı durmak, olası mıydı?
İşte kişilerin kıymetli ve kıymetsizi oluşları; bu köprü altında akan, çağcıl akışın çözümcü olan seçiciliği belirleyecekti. Buna karşı oluş, mümkün olmayacaktı. Siz istediğiniz kadar o kişileri haklı lamanın içinde olun. Ya da istediğiniz kadar onları batırmanın gayreti içinde olun. Kişiler, esmesine sebep oldukları fırtına içinde, zamanla sürüklenir olmaktan kurtulamayacaktır.
Bu sürüklenişin nedeni de, yeni durum karşısında, yeni parametreler yerine; sizin durumunuz geçmişe değin eski, köhne, geçersiz, anlayış ve mantıklarının yeni baştan konuluşlarıyla kendinizi izafeler olacağınızın bağıntısı içindedir. Çağdaşlık için yeter ki, sizler; o anki düzlemsel ve zamansal ve izafi esişlere karşı oluşlarınız içinde, boğulmayınız. Esmekte olan sizin de, olası katkın basınçlarınızdan, kaynaklanabiliyor olsun.
Saltanatçı ve hilafetçi (biçimsel olan) yasal yönetimin, direnççe yeterli ve güncel olmaması, hak ve hukuka dek alt yapı unsurlarıyla oluşmaması, çağdaş beşeri hukuku oluşturamıyordu. Bu nedenle şerri hüküm icrasını ister, oluyorlardı. Şerri hukuk, toplumsal nesnel ilişkilenişçi değildi. Pek çokta öznel değerlemeleri yansıtıyordu. Hilafet ve halifelik gibi güncel olmayan yönetimler, konjonktür de, ömrünü bitirmişti. Kalkınmış çağdaş ülkeler gibi yönetilmek, kendine özgü nesnel ilişkin dikli hukuk devleti olmak, aktüalitenin dayattığı bir akış zorunluluğu idi.
5Ama Gazi’nin sofrasını paylaştığı kişiler, Gazi’nin farklı girişimlerine karşı oluyordular. Söz gelimi Dünya işleriniz, aklın denetimini (laikliği) öngörüyordu. Bu değerlerin havsalası, bu türden oluşan aktüel mantık koyuşları, bir türlü sindiremiyordular. Hilafet sizin az enerji sarfıyla ve kolaylıkla kararlılık düzlemine geçip, sorululuğu bir başkasına atıp, pasifçe uyduğunuz bir oluştu sonuçta.
Hilafetle peygamber vekili oluyordunuz, peygamber de Tanrı vekiliydi zaten. Böylece gelenek; hilafetin, Tanrı adına toplumu ve halkı yönetebilmesi idi. Burada, Tanrı kararlarının karşı çıkılmazlığı vardır. Sizin kafa yormanıza gerek olmadan, hazır değişmez güvenli reçeteler vardır! İtirazsızlığın, rahatlığı ile kolaycı yönetme vardır. Siz de halifelik yolu ile bu hilafeti ne güzel sürdürüyordunuz!
Böylesi bedbaht, nice direnişleri; ne yazık ki Kurtuluş Savaşı’na değin, amaç doğrultusunda, tarifsiz emeği olanlar sergiliyordular, Karabekir’ler, Ali Fuat’lar, Rauf Orbaylar vs. Bunlar tüm süreci, sindirip kavrayamamışlar. Kurtuluşun felsefesi yerine, hilafeti amaçlamışlardı. Ama o zamanın seçerliği ile olanakların el verdiği ölçüde, görevde bulunan, tabiri caiz ise, bu kumaşla yeni biçimli çıkaracağınız giysinin, ayak basacağı öznel envanterler, olacaktılar.
Böylesi bir seçme ayıklama girişmesi içinde Gazi de, Osmanlı envanterinin sahip olduğu olanaklar içinde var olan icraatlarının bir seçilmesi olmakla diğer mümtaz kişilerle eşdeğerdir. Ancak İstanbul’un ve Anadolu’nun işgali ile başlayan yepyeni sürecin ve konjonktürselliğin parametreleri bu tür sıradan sunumlar içinde, sadece Gazi’deki farklı denk düşerlik fonksiyonelliğini seçtiği de bir apaçık gerçeklik ve oluşumdur. Diğerleri ise adeta, düzlemsel kusurun yer ve zaman içinde, yarara döndürülüşüdür.
Bu kadronun, güncel olmayan ama savaşı göze alır denli cesur, görev şinans, fedakar ve feragat sahibi olur, memleket ve toplum sevgileri yüksek, görev ve sorumluluk bilinçleri inanılmaz denli güvenli kavi özelliklere sahip olmalarına rağmen; köstek oluşları, güncel zamanla, düzlemsel olmayışlarındandır. Sormak lazım bunlar savaşmak dışındaki sürecin her bir aşamasında katkın mıydılar?
Oysa Mustafa Kemal, daha başlangıçlar da, cephe savaşları içinde; memleketin genel ahvalini görmüş, kaçınılmaz sonu sezmişti. Buna rağmen canını dişine takmış, destanlar; yaratıp savaş sanat dehalığına değin uygulamalar göstermiştir. Bu çaba; genel gidişin umumi başarısız ve çöküşe dek giden görünüşü içinde iyi bir parça işlev olmaktan öte gidemezdi. Gazi, bu fikirlerin oldurması içinde, katılımcı ve seçilirli olacak sunumun; seçme ayıklama ilkesine denk düşer bütüncül işlevli lider rotaydı.
Sürecek
Bayram KAYA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.