NASRETTİN HOCA
NASRETTİN HOCA
Nasrettin, Nasrettin Hoca ile adaş olmasından kaynaklı olması muhtemel bir Nasrettin Hoca hayranı. Onun bütün fırkalarını bilir ve bir tiyatro ustası gibi anlatırdı. Dinleyenleri gülmekten kırıp geçirirdi. Yıllarca Nasrettin Hoca fırkalarıyla bütün işyerinde ve oturduğu mahallede nam salmıştı. Herkes ona Nasrettin Hoca dediğinde hiç ihtiraz etmedi. Aşağı Nasrettin Hoca, yukarı Nasrettin Hoca…
Televizyonun yaygınlaştığı bir dönemde Nasrettin, haber programlarında siyasileri dinlemeye başladı. En çokta Erbakan’ı sevdi ya da komik buldu. Oysa kendinden en çok söz ettiren Demirel’di. Alpaslan Türkeş, Bülent Ecevit’i de dinliyor. Söylediklerini ezberliyordu. Nasrettin de öyle bir yetenek vardı ki, kendisi de açıklamakta zorluk çekiyordu. Bütün bu saydığımız liderleri sesleri ve mimikleriyle taklit ediyordu. Zaman zaman Nasrettin Hoca fıkraları anlatsa da artık ağırlığı siyasi liderlere vermişti.
Yaşı her ne kadar siyasilerden on yaş küçük olsa da onları taklit ederken bu yaş farkı kayıp oluyordu. Orta boylu hafif dolgunluğu seyrelmiş ve ağarmış saçları onu bir tiyatro sanatçısı yapıyordu. Hatta “ya sende bu yetenek varken burada harcanıyorsun” diyenler bile vardı. Nasrettin’in bir özelliği de çalışkanlığı idi. Çalışkan olduğu kadar bütün servisi çekip çevirecek konumda bir insandı. Hiçbir zaman işler dururken fıkra anlatmaz, taklit yapmazdı. Bu da amirlerin kızamayacağı bu durumdu ve kendileri de eğleniyorlardı. Hatta ortalığı neşelendirsin diye çoğu zaman istek onlardan gelirdi.
Demirel’le başladığı taklitlere Türkeş, Ecevit ve Erbakan’la devam ederdi. Özellikle Erbakan taklitleri birkaç oyunla devam eder ve tekrarlanırdı. İnsanlara işte siz bu adamlara oy veriyorsunuz der gibi alaysı bir girişi vardı. Gerçi o tarihlerde televizyonlarda bu insanları taklit edenlerde bir hayli vardı. Ama kimse Nasrettin gibi yapamıyordu. Nasrettin o siyasileri yaşatıyordu.
Aynı mahalleden komşusu olan daire arkadaşları anlatırdı. Akşam iş dönüşü yemek yenip çaylı sohbetlere dönüşünce Nasrettin bütün hünerini dökermiş. Hatta o kadar başarı ile oynarmış ki, terleyip mendili elinden düşürmezmiş. Bu mendille terini siler, liderlere benzermiş. En çokta Demirel ve Erbakan taklitleri insanları gülmekten kırıp geçirirmiş.
Demirel’in “yollar yürümekle aşınmazından” tutun da “petrol vardı da içtik mi?” gibi birçok konuşmasını taklit ediyor. Bazen de perde arkasında olması muhtemel hareketleri kendisi ekliyordu. Erbakan’ın kadayıfın altının kızarmasından başlayıp, hac ziyaretlerine, altın merakına, yedi yıldızlı otel tutkusuna kadar her şeyinin taklit ediyordu. Bunları yaparken bazen camiye gidenlerin ceplerinde taşıdığı dantelle örünmüş takkelerini alıp başına geçirirdi. Bazen bıyıklarını dudağı ile kapatarak Erbakan’a benzemeye çalışarak bir karikatür çizerdi.
Erbakan’ı oynadığında çoğu kimse gülmekten yerlere yatardı. Fakat bazıları bundan hiç hoşlanmazdı. Özellikle Erbakan’ı kendilerine yakın bulanlar, bundan hoşlanmadığı gibi; bunların çok büyük bir abartı olduğunu ve ayıp olduğunu söylüyorlardı. Özellikle Erbakan elinde telefon adamlarına haftaya bir hac organizasyon yapmalarını ve yedi yıldızlı otel hazırlamalarını talimatını verdikleri sahne bu tipleri çok kızdırıyordu. Nasrettin seyredenleri de oyuna katıyor ve onlara kendisine soru sormasını istiyordu. Biri soruyordu. “Hocam sen genç kızların mini eteğine takmışsın ama senin kızın Zeynep’te giyiyor” dedirtiyor. Sonra kendisi Necmettin Erbakan olarak yanıtlıyordu. “Benim kıza yakışıyor” İnsanlar gülmekten gözleri yaşarıyordu.
Bir gün Nasrettin bize çok değişik bir oyun sergiledi. Bir papyon bulmuş takmış, şimdi Erbakan hocanın düğün merasiminde bir görüntü size diyerek. Bize Erbakan Hocanın papyonlu halini gösterdi. Hiçbirimiz Erbakan hocayı böyle papyonlu görmediğimiz için çok güldük. Hatta hepimiz hocanın papyon takmayacağını düşünüyoruz. Ama düğünde takmış. Nasrettin, Erbakan hocanın bu halini bir araştırma sonucu bir yerden yakalamış ve taklitlerini zenginleştirmek için kullanıyordu. Ama bu papyon meselesini pek uzatmadı. Çünkü Erbakan hocaya yakınlık duyanlar buna inanmıyor ve iftira olduğunu söylüyorlardı.
Çalıştığımız kurum Belediyeye bağlı idi. Fakat belediyeden bağımsız özerk bir yapısı var gibi, belediye ye bağlı olduğumuz hissedilmezdi. Kurumun işlettiği bir lokal vardı. Çalışanlar akşamları, tatil günleri ve özellikle vardiyalı çalışanlar ise gündüz birkaç kadeh içip eğlenildiği bir yerdi. Nasrettin de bu lokale çoğu zaman davet edilir. Burada Nasrettin Hoca’dan fıkralar, siyasi liderlerin taklitleri ve dairedeki bazı amirlerin taklitlerini yapardı. Bazı gevşekler burada eğlenceleri gidip dairede anlatırdı. Bu nedenle lokale gidenlere iyi gözle bakılmaz. İçki içip dedikodu yapıyorlar gözüyle bakılırdı. Oysa masumca bir eğlence yapılırdı.
Yerel seçimlerde Erbakan’ın partisi, şaibeli de olsa seçimi kazanmıştı. İlk işleri bu özerk yapıya sahip kuruma el atmışlardı. Çünkü bu kurum belediye kendi kendine yetmenin dışında belediyenin de kullanacağı imkânlara sahipti. İlk icraat lokalin kapatılması oldu. Yerel seçimden sonra Nasrettin artık Nasrettin Hoca fırkaları anlatmadığı gibi siyasilerin taklidini de yapmıyordu. Çok ısrar ettiklerinde bir iki fıkra anlattığı ve siyasi lider taklidi yaptığı oluyordu. Ama Erbakan’ın taklidini yapmamıştı. Bir çeşit otosansür koymuştu kendisine. Hatta Hocanın taklidini yap diyenlere, parmağını ağzına götürerek sus işareti yapıyordu.
Belediyeyi ele geçiren Erbakan yönetimi ilk iş olarak Kurum da kendilerine zıt görüşteki insanları diğer belediye birimlerine sürmeye başladı. Nasrettin de beklemedeydi. Bağlı olduğu birime yeni atanan Şef onun Necmettin Hoca’nın taklidini alaycı bir şekilde yaptığını duymuştu. Nasrettin’i de süreceklerdi. Fakat bir sorun vardı. Nasrettin bulunduğu birimin en kilit adamıydı. O gittiğinde bütün servisin işi durma noktasına geleceğini biliyorlardı. Bu nedenle Nasrettin’in bir iki adam yetiştirmesi için baskı yapıyorlardı. Nasrettin bu baskılardan kendisinin de sürüleceğini biliyordu. Kurumdaki okul stajyerleri ve Nasrettin’inin çabasıyla bir iki elaman yetiştiğinde Nasrettin’e de yol gözüktü.
Nasrettin’i de Belediye’ye bağlı Mezarlıklar Şubesi Müdürlüğüne verdiler. Evine çok uzaktaki bu sürgün yerine gidebilmesi için üç vesait değiştirmesi gerekiyordu. Zaten yerel yönetimle birlikte mezarlıktaki bütün personel sürgün yemiş personeldi. Herkes Nasrettin’in ününü duymuştu. “Hadi sürgününe neden olan Necmettin Hoca’nın taklidini yap” diyorlardı. Nasrettin de Hoca’nın taklidini yapıyor. Gülerek bu mezarlığı, gülmeye boğuyorlardı. Burada da cami hocasının şikâyetini yediler. Ama mezarlıktan öte yol yok diyip devam ettiler.
Nasrettin’in emeklisi yakındı. Çocuklar küçük idi ve okuyorlardı. Ama bu uzaklığa fazla dayanamadı. Emeklisini istedi. Emekli oldu. Taksi şoförlüğüne başladı. Kendi taksi’sine rast gelen arkadaşlarına yine siyasi taklitler yapmaya devam etti…
YORUMLAR
Bir varmış bir yokmuş
Bir gün Nasrettin hocaya hindinin, DEKART isimli filozofun Düşünüyorum öyleyse varım dediğini işittim, hindi düşünür iltifatınıza göre ben de varmıyım diye sorarken, orada bulunan papağan, Hocam malumunuz üzere ben düşünmeden konuşurum ben yokmuyum diye eklemiş Nasrettin Hoca biraz düşündükten sonra gülümşemiş, sizin son durumunuz, BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ, demiş.