- 592 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DOST ARARKEN
DOST ARARKEN
Altı yıldır memleketinden uzakta çalışıyordu. Memurluğa başladı başlayalı adeta memleketine yabancılaşıp gitmişti. Babası, hiç değilse memleketi Çanakkale’ye yakın bir yere tayin ettirmek için hayli çalışmışsa da pek sonuç alamamıştı…
İlk yıllarda işe yeni girmenin hevesi ile bu uzaklığı pek dert etmedi. Hatta okuduğu bir çok kitabın da etkisiyle memleket sevgisi burada daha da pekişmişti. Önce köylerdeki ekonomik hayatı inceledi. Burada ziraat denilince akla hayvancılık geliyordu. araziler adeta koyunlar ve inekler içindi. Evde mahpus olunan bir kışın ardından gelen bahar, insanlar gibi hayvanları da sevindirirdi…
Arazilerin çıplak ağaçsız hali adeta dağları kel bir adam gibi gösteriyordu. Hayri Bey ilk zamanlar bu manzarayı çok yadırgamıştı. Gerçi coğrafi olarak ağaçlandırmanın bir çok zorlukları vardı ancak bu mazeret ona göre yeterli değildi. Önce dairenin bir çok yerine ağaç dikti. Onlarla ilgilenerek çevreye örnek olmaya çalışıyordu. Ancak devlet dairelerinden başka bu işten pek sonuç alınamıyordu. Bir zaman sonra “Olduğu kadar olsun” diyerek bu azmi de kırıldı. İşi daha çok hayvanlarla olduğundan bu konuda yeterince ısrarcı olamıyordu.
Altı yılda ilçede yediden yetmişe herkesin tanıdığı bir adam olmuştu. Günü hemen hemen hiç yalnız geçmiyordu. ilçenin ileri gelenleri, idarecileri, köylüleri, kentlileri derken hemen herkesin gönlüne girmişti. Ancak bekardı. Anne babası oğullarının mürüvvetini görmek istiyorlardı. Buradaki görevi bitmeden Hayri beyin evleneceği de yoktu. Yalnız bu konuda hiç de acele etmiyordu. Ne var ki son zamanlar anne babasının ısrarları karşı koyulmaz hale gelmişti. Günün birinde tayin dilekçesini doldurdu yakın çevresi sonuç almak için Ankara’ya gitmesini salık vermişti…
Başkenti yakından bilmeyenler, daha çok iş için gelenler, hep yabancılık ve acemilik çekerler. Hayri Bey terminalden bir taksi ile bakanlığa hareket etti. Bakanlığa gitmenin bir çok yolu vardı. Ancak o yadırgadığı bu kalabalık içerisinde en iyi yolun taksi ile gitmek olduğunu düşünüyordu. Başkentin gürül gürül akan trafiği, cıvıl cıvıl kalabalıkların seslerini bastırıyor sözleri ve müziği belli olmayan bir orkestra ile koroya benziyorlardı. Kasaba ve köy ortamında birden bire kalabalık şehre gelen hemen her insanın yaşadığı ürkekliği yaşamaktaydı. Merakla öğrenmek istediği tayin sonucunun gerginliği ile otobüste rahat duramıyordu. Bunca insanın ona göre hiç derdi yoktu. İnsanlar bu kalabalık tiyatroda rol almış birer oyuncuydu adeta .Herkes o kadar sade ve meşgalesiz görünüyordu ki.
Şoför, onu bakanlığa yakın bir yerde indirdi. Gideceği yeride gösterme ihtiyacı hissetti. Hayri Bey ücretini ödeyip teşekkür etti. Yavaş ve ürkek adımlarla bakanlık binasına yaklaştı. Kimliğini gösterip içeri girmişti bile danışmadan ilgili şube müdürünün ismini ve odasını öğrenip yürüdü. Üçüncü kattaki odayı bulunca önce birkaç saniyelik bir tereddütten ve içeride ne söyleyeceğindi tasarladıktan sonra kapıyı çalarak içeri girdi. Karşısında elli beş yaşlarında etine dolgun, saçlarının ön kısmı büyük ölçüde dökülmüş güler yüzlü samimi bir kişi duruyordu. Hayri Bey’e “buyurun” diyerek ne istediğini sordu.
-Ben tayin dilekçemin sonucunu öğrenmek için geldim efendim,dedi.
Şube müdürü genç adamı iyi bir süzdükten sonra buyurun diyerek bir koltuğa oturttu.
-Nasıl yerinizden memnun kaldınız mı, yoksa bıktığınızdan mı tayin istiyorsunuz? Diye sordu.
-Memnundum efendim, fakat memleketime yaklaşmak istiyorum biraz. Bayrağı başkalarına devretmek zamanı geldi, diye düşünüyorum…
Adam bir dosya çıkararak sayfaları açmaya başladı. Sonra ilave etti:
-Sizde kusur bulamıyorum. Çünkü hep aynı şeyler oluyor. Sizin yerinize başkası geçecek bir iki yıl sonra daha bir başkası geçecek… İşte o yerler böyle emaneten çalışan insanlar yüzünden ihya olamıyor.
-?...
-Tayin isteğiniz oldu. Edirne’yi istemişsiniz, değil mi? Hayırlı olsun!
Genç adam heyecan ve sevinçle küçük bir çocuk gibi kendini kaybediverdi.
-Sağ olun efendim. Ne zaman ilişik keseceğim?
-Fazla sürmez, bizden yazın gider ayırırlar seni, dedi yaşlı memur. Yalnız tavsiyem: O kadar sevinme delikanlı. Gerçi memleketine yaklaşmışsın; sizi tebrik ederim. Ancak insan memleketine yaklaştıkça huzuru kaçar; bunu bilmiş olun. Siz bunu kurtulmak olarak görüyorsunuz, ama, acaba siz şimdiki çalıştığınız yerdeki kadar sevilecek misiniz?
-??? Beni korkutuyorsunuz efendim!
-Yok,yok.Benim maksadım bu değil.Sizin geldiğiniz yerlerde ben de çalıştım.Ancak ben o günlerimi bugün özlüyorum.Hele büyük şehirlerde ilişkiler eskisi gibi değil, bilemezsin. Bazen ilçelere, köylere doğru çocukları alıp gidiyorum. “Baba,buraya niçin geldik ?” diye soruyorlar. “Sizi aslınızla yüzleştirmeye” diyorum.Gülüyorlar.Tabii ki onlar haklı.Bizim gibi deste çekip harman dövmediler,ceviz toplamadılar,elma sulamadılar, nohut sökmediler.Elleriyle uçurtma yapıp uçurmadılar.En kötüsü de bizim gibi masallarla değil televizyonlarla büyüdüler. Bizim kendi bilgi, birikim ve hatıralarımız zamanla kaybolup gidecek diye düşünüyorum ve korkuyorum. Bana dünyaları verseler neye yarar ki kendi çocuklarıma kültürümü aktaramadıktan sonra...
-Niçin bu kanaate vardınız efendim?
- Bu bir vehim değil, yaşayıp gördüklerim, dedi, babacan bir tavırla.Bir gün metroda bir turistle konuştum. Bana " Ankara’daki insanların Londra’dakilerden farkı yok. Sizin için kitaplarda yazılanları nerede bulabiliriz?” dedi. "Siz bu aradığınızı belki köylerde bulabilirsiniz. Sizinkiler dünyada yerli bir şey mi bıraktı?” dedim. Öyle değil mi kardeşim? O köylerde de şimdilerde yalnız yaşlılar yaşıyor, şehirdeki insanımız köylerden daha rahat belki. Ancak trafik gürültüsü, insan gürültüsü, kirli hava çok yabana atılır şeyler mi? Bereket versin doğal gaz geldi de Ankara biraz rahat nefes aldı. Fakat en kötüsü; insani ilişkiler de sarsıldı büyük şehirlerde......
Hayri Bey bakanlıktan çıkıp bir taksiyle tekrar otogara gitti. Erzurum’a gidecek otobüsün kalkmasına sekiz saat vardı. Biletini alıp şöyle bir dolaşma ihtiyacı duydu. Tayini onu çok sevindirmişti. Önce birkaç büyük jeton alıp memleketteki ablasına telefon etti. Tayin olduğunu, anne babasına bunu iletmesini söyledi. Ancak bunu şimdi burada paylaşacak bir kimseyi bulamaması onu kahretmişti. Öyle ya insan nasıl olurda böylesine sevindiği bir şeyi paylaşacak bir insan bulamazdı? Acıyı paylaşmak gibi sevinci de paylaşmak gerekliydi. Hiç böyle olmamıştı, yoldan geçen birine sarılıp "En çok istediğim şey oldu!" diye bağıracaktı. Ama yapamıyordu. Kendini kalabalığa bırakacaktı...
Ağır ağır caddeleri gezmeye başladı; insanlar kendi halindeydi. Yalnız, çift, toplu halde bütün kalabalığı oluşturan yüz binlerce insan bir ırmağın üzerinde kurulu köprüden geçen su gibi akıyorlardı. Ancak Hayri Bey yabancı bir ırmakta kaybolan bir balık gibi şuursuzca bilmediği bir yöne doğru yüzüyordu adeta. Bir saat kadar yürüdü. karşısına çıkan bir parkta soluklanmak için oturdu. Burası ne kadar güzeldi. Ağaçlar ne kadar planlı dikilmişler ve bakımlıydılar. Banklarda az sayıda insan oturmaktaydı gözlerini yumdu. Şehrin gürültüsünden bir müddet kurtulduğu için, kendisini bahtlı hissediyordu. Sonra çevresindeki banklarda oturanların garip kılık ve kıyafetleri onu huylandırdı. İç güdülerinden gelen bir kararla yeniden kalktı. Yoluna devam etti. Yarım saat kadar yürüdükten sonra bir çay bahçesinde dinlenmeye başladı. Buraya daha çok kızlı erkekli gençler, orta yaşlılar geliyordu anlaşılan. Ortada küçük bir havuz, üzerinde bir fıskiye devr-i daim yapan bir düzenek vardı. Herkes masalara dağılmış gurup grup oturmaktaydı.
Hayri Bey, havuzun biraz ilerisindeki bir masaya yerleşti. Çantasını bir sandalyeye koydu. zaman zaman masaya kapanıyor zaman zaman da çevresini seyrediyordu. Çaycı beş altı kere çay servisi yapıyor, ancak o zaman çevresindekilerce fark edildiğini anlıyordu. Bir müddet sonra sıkıldı. Kalktı…
Artık hiç durmadan yürüyordu. Çevresindekileri seyrediyor, sanki tanıdık birisini görecekmiş gibi, mesaisini kaçırmak istemeyen bir memur kadar dakik yürümeye devam ediyordu. Yorulunca kah bir sakin yerde kah bir cadde kenarında dinleniyor, sonra yoluna devam ediyordu. Saatine baktı; daha üç saat vardı. Bir müddet sonra tamamen dinlenmeye karar verdi. Bir ihata duvarının dibinde yere oturup çantasını kucağına alarak dinlenmeye başladı. Sonra nerede olduğunu düşünmeye başladı. O zaman kendi kendine gülme krizi tuttu. Görenler ondan şüphelenebilirlerdi. Ancak onun umurunda bile değildi. Çünkü kimse onu tanımıyordu . “En iyisi bir taksi tutup terminale gideyim” diye düşündü. Gülmeye devam ediyordu……..
Şoför kırk yaşlarında, geniş kafataslı, gür saçlı, heybetli bir görünüşe sahipti. Ancak sesinin inceliği ve nazik tavrı, fiziki görünüşü ile uyuşmuyordu. Şoför de sohbet sever bir adam değildi şansından. Zaten onunla ne konuşabilirdi ki? Hava, civa. Sonra.?.....
Terminaldeki kahvehaneye girdi. Masaya yerleşir yerleşmez çay servisi geldi. Masasına birileri oturup kalkıyor ama kimse onunla hasbıhal etmiyordu. Acaba ne yapmalı da birisiyle konuşmalıydı? Yanına düzgün giyimli bir bey oturdu. Hayri Bey, elindeki gazeteyi adama gösterip “Bu kadın iyi başbakan olabilir mi hemşerim?” diye sorur sormaz “Adam ben o işlere bakmıyorum kardeşim” diyerek kalktı karşıki masaya gitti. Bu 80’li yıllar, insanları gölgesinden bile korkar hale getirmişti. Sarsıntısı 90’larda da devam ediyordu.
Çayını içip pustu. Ama konuşmalıydı, fakat kiminle. Bir ara ayağa kalkıp “Beni dinleyecek bir Allah’ın kulu yok mu?” diye bar bar bağırmak geçti içinden. Sonra cebinden çıkardığı mendil ile gözyaşını sildi. Ne kadar gülünç bir haldeydi. Bu içinde bulunduğu hali bir arkadaşına anlatsa, defe kor, oynardı. Gözlerini yumarak biraz kestirmek istedi. O sırada içeriye, sonra masasına kol değneği ve sarılı ayağıyla bir asker geldi. Sekerek yürüyor, bir eliyle de çantasını taşıyordu. Hayri Bey, kayıtsızca delikanlıyı takip etti. Masasına oturunca adamın selamına karşılık verdi. Delikanlı, oturur oturmaz cebinden çıkardığı deftere bir şeyler karalamaya başladı. Bakışlarıyla da pek sohbet ehli gibi görünmüyordu. Ara sıra cebinden çıkardığı mendiliyle terini siliyor, sonra karalamalarına devam ediyordu. Hayri Bey’in ümidi yine suya düştüğü sırada yaralı adam:
-Memur musunuz? Diye soruverdi, genç adam bir şokun ardından:
-E.e.vet.Nerden bildiniz? Deyince delikanlı güldü.
-Öyle olmasa, bu vakitte niye kravatlı olasın Abi? Ben sizin yanınıza niçin oturdum sanıyorsunuz, dedi. Şimdi birlikte gülüyorlardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.