- 1121 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
STEFAN ZWEIG VE "SATRANÇ"
"Yazar ve yarattığı öykü kahramanı arasındaki benzerlikler"
Yazarların yaşamlarına etki eden olayları, ne kadar uğraşırsanız uğraşın yine de tam olarak belirlemek kolay değildir. Ancak, yazarların eserlerinden yola çıkarak bazı sonuçlara ulaşabiliriz. Yazarlar, kimi zaman çevrelerinde geçen bir olayı, kimi zamansa kendi başından geçen bir olayı anlatırlar. Yazarlar başlarından geçen bir olayı öykülendirirken, olayın kurgusunu hayal ile farklı şekilde yazabilir. Doğal olarak, bu sırada asıl karakterin yanı sıra, gerçek olayda olmadığı halde, kurgulandırma nedeniyle başka karakterler de ortaya çıkar. Dikkatle incelendiğinde hangi karakterin yazarı temsil ettiği anlaşır.
Yazılan şeyler, asla hiçbir şeyi tam olarak anlatamaz. Yazarın yaşadığı mekânlar, karşılaştığı kişiler, seçtiği olay ve bunların kendi içlerinde olan bağlantılarına göre kurgulanması gibi noktalar ele alındığında, yazarın yaşadıklarının esere nasıl girdiğini göstermesi bakımından, yazdığı eserleri incelemek oldukça önem kazanır.
Yazarlar, yaşamlarının belli bir dönemini yazdıkları bir eserlerinde, öykünün kahramanı olarak anlatırlar. Stefan Zweig de “Satranç” adlı eserinde böyle yapmıştır. Yazarın altmış yaşında iken yazdığı bu eser, onun intiharından bir yıl öncesine dayanır. Stefan Zweig’ın yaşamının son sekiz yılındaki ruhsal durumu, “Satranç” adlı eserde sözü edilen Dr.B’nin ruhsal durumuna çok benzemektedir.
Biz de bu yazıda Stefan Zweig ile Dr.B.’nin kişiliklerini karşılaştıracağız. Bu nedenle Zweig’ın özellikle son dönemleri üzerinde duracağız. İncelediğim “Satranç” (Orijinal adı: “Schachnovelle”) adlı eser, ilk defa 1941 yılında Almanca olarak basılmıştır. Bu kitabın Almanca aslından Türkçeye çevirisi Ayça Sabuncuoğlu tarafından yapılmış ve Can Yayınları tarafından 1997 yılında İstanbul’da basılmıştır. Birinci basımdır, tek cilt ve 75 sayfadır. En son baskısı (24.basım), Ekim 2008’de yapılmıştır.
STEFAN ZWEIG
1881 yılında Viyana’da doğdu. Babası varlıklı bir sanayiciydi. Avusturya, Fransa ve Almanya’da öğrenim gördü. Stefan Sweig, l. Dünya Savaşı patlak verdiğinde Belçika’daydı. Hemen Viyana’ya döndü. Avusturya Savaş Bakanlığı, Zweig’ı hemen “Savaş Arşivi”ne memur olarak atadı (1914). Sweig, bu görevi sırasında (1914-1917) savaşın gerçek yüzünü yakından gördü. Savaşın Avrupa’ya ne büyük felaketler getirdiğini daha iyi anladı. Buradaki görevi sırasında “Yabancı Ülkelerdeki Dostlara Açık mektup”u yazdı ve yayımladı.
“Savaş Arşivi”nde çalışması için "Övünülecek bir görev olmadığını açıklayayım ; ama böyle bir iş Rus köylüsünün bağırsaklarını süngüyle delmekten daha uygundu bana" biçimindeki ifadesi seçimini ve nedenini izah etmektedir. Stefan Zweig bu tavrından dolayı resmi makamlardan ve Viyanalı dostlarından tepki alır. Dostlarına göre, savaşların güzelliğini şairce çağrılar ya da bilimsel ideolojilerle destekleyip kitlelerin heyecanını kamçılamak, o zaman yerine getirilmesi gereken tek ödevdi. Birçok yazar ve şair, ilerleyen askerler ölüme daha istekle koşsunlar diye, eski Cermen Ozanları gibi türküler düzmeye başlar. Sadece yazar ve şairler mi bunu yapıyordu? Hayır! Her mezhepten rahipler de savaş için vaaz veriyordu. En çarpıcı olanı da, savaşı çılgınlık olarak gören Sosyal Demokratlar, adları “vatan haini"ne çıkmasın diye, başkalarından daha çok gürültü etmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Adeta, Avrupa’da büyük çoğunluk savaş istiyordu.
Stefan Zweig, 1919-1934 yılları arasında Salzburg (Avusturya)’da yaşadı. Kapuzinerberg’in yamacındaki villasında geçirdiği yıllar, Zweig’ın en verimli yıllarıdır. Salzburg’da geçirdiği yıllar Zweig’ı edebiyatta doruğa tırmandırdı. Bu yıllardan sonra, artık onun için karamsarlık ve umutsuzluk dolu yılları başlayacaktır. Çünkü Almanya’da Hitler dönemi başlamaktadır. 5 Mart 1933 yılında yapılan seçimlerden sonra Almanya’nın başına geçen Adolf Hitler, çok geçmeden tüm kontrolü ele geçirdi. Bütün demokratik kuruluşlar yasaklanırken, kitap yakmalar da başladı. Nazilerin yakmaya başladıkları kitaplar arasında Stefan Zweig’ın kitapları da vardır (10 Mayıs 1933). 1934 yılında, Nazilerle Stefan Zweig arasındaki çatışmalar doruk noktasına ulaşınca, Zweig’dan "savunma" istendi ve hemen arkasından, Gestapo tarafından Zweig’ın Kapuzineberg’deki evi basılarak, silah araması yapıldı. Eğer evde silah bulunmuş olsaydı, Zweig’ın hapse atılacağı kesindi. Bu uğraşmalar üzerine Zweig, ailesini bile yanına almadan yurdu terk etti, adeta kaçtı ve Londra’ya yerleşti. Aslında Stefan Sweig’ın öyle açıktan açığa savaş karşıtlığı yoktur. Bu konuda “Kahramanca davranışlar benim yaradılışımda yoktur.”diyordu. Bu nedenle, ne Almanya’nın aleyhinde bir şey yazmış, ne de siyasi bir söylemde bulunmuştur.
İngiltere’de de çok fazla kalmadı; çünkü kendini burada rahat hissetmedi. Portekiz, ABD, Brezilya, Arjantin ve Uruguay’a gitti. Stefan Sweig’ın, 1938-1941 yılları arasındaki sürgün yaşamının son durağı Brezilya’dır. Eşi Lotte ile birlikte Brezilya’da Petropolis kentine yerleşirler.
Stefan Zweig ve eşi, 14 Şubat 1942 günü Rio Festivalini izlemeye gittikleri gün neşeli ve huzurlu görünüyorlardı. O gün, Rio de Jonerio’da karnavalın yapıldığı Salı günü, “Singapur Olayı” ile gazete manşetlerini okudu: “Daha Fazla Direnmek İmkansız! İngiltere’de Derin Üzüntü!” Başka bir haberde de şunlar yazılıydı: “Süveyş Kanalını Hedef Alan Alman Hücumu, Libya’da!” Zweig, bu manşetler karşısında geçirdiği şoku, çevresindekilere belli etmemek için boşuna uğraştı. Aniden Karnavalı seyretme isteği kayboldu. Ve hemen karısı ile birlikte Petropolis’e döndü. Bu olaydan dokuz gün sonra, 23 Şubat 1942 günü yatak odalarının kapısının öğleye kadar açılmadığı gören hizmetçiler polis çağırdılar. Sırtüstü yatan Stefan ile, elini onun göğsüne koymuş olan eşi Lotte’yi (aşağıdaki fotoğraf) buldular. Sweig ve eşi “Veronal” adlı ilaçtan alarak intihar etmişlerdi. Masa üzerinde de bir intihar etmeden yazılmış bir intihar mektubu vardı. Mektupta şöyle diyordu Zweig:
"Kendi isteğimle ve bilinçli olarak hayattan ayrılmadan önce, son bir görevi yerine getirmeğe kendimi mecbur hissediyorum: Bana ve çalışmalarıma, böyle iyi ve konuksever şekilde kucak açan harikulade ülke Brezilya’ya içtenlikle teşekkür etmeliyim. Her geçen gün, bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim ve benim lisanım konuşulduğu dünya, bana göre mahvolduktan ve manevi yurdum Avrupa’nın kendi kendisini yok etmesinden sonra, hayatımı yeni baştan kurmayı daha fazla isteyebileceğim bir yer daha yoktu. Ama 60 yaşından sonra, yeni baştan başlamak için özel güçlere ihtiyacım vardı. Benim gücüm ise, uzun yıllar süren yurtsuz gücüm sırasında tükendi. Böylece, ruhsal çalışması, her zaman en büyük sevinci ve bireysel özgürlüğü bu dünyanın en büyük nimeti olan bu hayatı, zamanında ve dimdik sona erdirmek bana daha doğru görünüyor. Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım, uzun gecenin ardından gelecek olan sabahın kızıllığını hâlâ görebilirler! Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum."
XX.yüzyılın ilk çeyreğinde l.Dünya Savaşını görmüş bir insanın içine düştüğü umutsuzluğu ve savaşın korkunç yüzünü gören Stefan Zweig, aynı yüzyılın ikinci çeyreğindeki yeni bir Dünya Savaşı karşısında da iyice karamsarlaşır. Avrupa’nın içine düştüğü bu durumdan oldukça üzüntülür ve buna Hitler’in dünya düzenini kalıcı sanmasının verdiği melankoli sınırlarına dayanan bir karamsarlığın yanı sıra, kendi dünyasının asla bir daha varolamayacağı düşüncesine daha fazla dayanamayarak, 1942’de dünyayı savaşanlara bırakıp hayatına son verir... Böylece Avusturyalı yazar ll.Dünya Savaşı’nın tam ortasında, savaşın ruhunda bıraktığı acıya daha fazla dayanamayarak intihar eder.
“SATRANÇ” ADLI KİTAP
ÖYKÜSÜ
Olay, New York’tan kalkıp Buenos Aires’e giden bir yolcu gemisinin hareket etmesiyle başlar. Ünlü dünya şampiyonu Mikro Czentovic de bu gemidedir. Anlatıcı, Czentovic’le tanışmak ister, ama bir türlü tanışamaz. Bunun üzerine, bir yol arar ve sonunda aradığı yolu bulur. Gemide bir satranç partisi düzenleyecektir. Düzenlenir de. Bu partinin en önemli kişisi, satranca ilgi gösteren McConnor adlı hırslı, yenilgiyi asla hazmedemeyen bir milyonerdir. Dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic’in gemide olduğunu öğrenince, ücreti karşılığında, Czentovic’e bir parti satranç oynamayı teklif eder. Czentovic de kabul eder. İlk maçını kaybeden McConnor, bir kez daha oynamayı teklif eder. Dünya şampiyonu bunu da kabul eder. İkinci oyun da McConnor için oldukça kötüdür. Tam bu sırada, oyununu izleyen Avusturyalı bir göçmen olan Dr. B., oyun sırasında kendini tutamayıp oyuna karışır ve oyun beraberlikle sonuçlanır. (Buradaki oyun hayal ürünü bir oyun değildir; Alexander Alekhine ile Efim Bogolyubow arasında oynanan oyunun hemen hemen aynısıdır. Bad Pistyan, 1922) Bunun üzerine Dr. B.’ye Dünya şampiyonu Mikro Czentovic’le karşılaşması önerilir.
Dr.B., Hitler’in Viyana’yı işgali sırasında elinde bulunan gizli evraklar nedeniyle tutuklanır. Gestapo tarafından bir otel odasına kapatılan ve uzunca bir süreyi bu odada, tek başına ve oyalanacak hiçbir şeyi olmadan geçiren, yalnızca sorgulama için odadan çıkarılan Dr. B., bir gün bir sorgulama sonrasında subayların birinin parkasının cebindeki satranç kitabını çalmayı başarmıştır. Eline geçirdiği bu satranç kitabı sayesinde bu oyunun inceliklerini öğrenmiştir. Satranç tahtası ve taşları olmamasına rağmen, çarşaftan satranç altlığı, ekmek parçasından taşlar yapmış, odanın tozundan taşlara siyah renk vermiştir. Önce yaptığı bu satranç taşlarıyla, sonra da tümüyle zihninden oynayarak kuramsal bir satranç ustası olup çıkar. Satranç, hücrede sıkıntıdan çıldırmak üzere olan Dr.B’nin hayatını kurtarmıştır, ancak zamanla ölü nokta dediği kitaptaki bütün oyunları ezbere öğrendikten sonra, kitabı çalmadan önce hücredeki sıkıntıdan yıprandığı konumuna tekrar düşer. Bunun üzerine kafasında yeni partiler icat eder ve şizofrenik tarzda partileri sinir krizi geçirene dek kendi kendine karşı oynaya başlar. Giderek, bu onda bir tutku haline gelmiştir. Artık zihninden oynama başlamıştır. Aşırı derecede kendini kaptırdığı bu tutkusu yüzünden, sinir krizine, beyin ateşine yakalanır. Tedavi olur, arkasından da serbest bırakılır. Yirmi yıldır eline satranç taşı almamış olsa da, Dr. B., gemide satranç şampiyonuyla oynadığı oyunu inanılmaz bir biçimde kazanır. Czentovic oyunun rövanşını teklif edince, kendini olayın heyecanına kaptırarak, maçın rövanşını oynamayı hemen kabul eder. Ancak, bu onun için son derece tehlikelidir. Çünkü ikinci maç, ilk maçtan daha gerilimli geçeceği için, bu onun için oldukça riskli demekti. Gerçekten de öyle olmuştur ve bu baskıya daha fazla dayanamamış, sonuçta da bu ikinci maçı bitirememiş, maçın on dokuzuncu hamlesinde kriz patlak vermiştir; Birden “Şah mat! Şah mat!” diye bağırmaya başlamış. Oysa beyninde başka bir oyun görmüş; başka hamle yapmış ve sonunda da, oyunu terk etmek zorunda kalmıştır.
ÖYKÜDEKİ KAHRAMANLAR
Üç ana kahraman var: Mikro Czentovic, McConnor ve Dr.B.
Czentovic: Düzgün konuşamayan ve anlama güçlüğü çeken Czentovic, on dört yaşındayken bile, hesap gerektiğinde parmaklarından yardım alıyordu ve bir kitap ya da gazete okumak, yetişme çağındaki bu çocuk için daha da çok çaba gerektiriyordu. Altı ay içinde Mikro Czentovic satranç tekniğinin bütün sırlarını kavrar. Ancak hayal gücünün yetersizdir bu nedenle bir oyunu kafasında canlandırması imkânsızdır. Bunun için, sürekli olarak yanında bir satranç takımı taşır. Satrançta başarılı oldukça insanlara yukarıdan bakma hastalığı, giderek daha da artar. Czentovic, satrançtan başka bir şeye kafası basmayan, kültürsüz, antisosyal bir kişiliktir. Ancak, hırçın ya da asi değildir; denilenleri, emredilenleri olduğu gibi yapan biridir. “Satranc”a olan yeteneği nedeniyle ilgi gören bu köylü, ilkel davranışıyla küçük bir “Hitler” modeli çizmektedir. O kadar soğukkanlı ve sinir bozucu bir kişiliği vardır ki, karşısındaki kişiler bundan etkilenmeden edemez. Karşısındakinin sinirlerini bozmak ve onu kolayca elde için, elinden gelen her şeyi yapan biridir.
McConnor: Kaliforniya’daki petrol kuyularından büyük bir servet kazanmış İskoçlu zengin bir iş adamıdır. En önemsiz oyunda bile kaybetmeyi kendine yediremeyen, her yenilgi karşısında bir bahane bulan ve bu yenilgileri kişiliğine yapılan bir saldırı gibi gören biridir. Karşısına çıkacak herkesi yenmek hırsı onda oldukça fazladır. Oyunu bir oyundan çok, rakibin kendisi olarak görür. Sosyal yönü oldukça güçlüdür. Yaşamında hep başarılı olmuş, bu nedenle de oldukça şımarıktır. Dünya şampiyonuyla bir satranç maçı yapabilmek için büyük paraları gözden çıkarabilecek kadar, paranın gücüyle her şeyi elde edebileceğini düşünen bir kişiliğe sahiptir.
Dr.B.: Viyanalı bir avukatın oğludur ve bir avukatlık bürosu işletmektedir. Hitler’in Viyana’yı işgali sırasında, elinde bulunan gizli evraklar nedeniyle tutuklanır ve uzunca bir süre sorgulanır. Bu sorgusu sırasında kaldığı odada yalnızlıktan canı sıkılan Dr.B. bir gün bir sorgulama sonrasında subayların birinin parkasının cebindeki satranç kitabını çalmayı başarmıştır. Eline geçirdiği bu satranç kitabı sayesinde, bu oyunun inceliklerini öğrenmiştir. Satranç tahtası ve taşları olmamasına rağmen, çarşaftan satranç altlığı, ekmek parçasından satranç taşları (odanın tozunu kullanarak siyah taşları elde etmiştir.) yapmıştır. Önce yaptığı bu satranç taşlarıyla, sonra da tümüyle zihninden oynayarak kuramsal bir satranç ustası olup çıkar. Satranç, hücrede sıkıntıdan çıldırmak üzere olan Dr.B’nin hayatını kurtarmıştır, ancak zamanla ölü nokta dediği kitaptaki bütün oyunları ezbere öğrendikten sonra, kitabı çalmadan önce hücredeki sıkıntıdan yıprandığı konumuna tekrar düşer. Bunun üzerine kafasında yeni partiler icat eder ve şizofrenik tarzda partileri sinir krizi geçirene dek kendi kendine karşı oynaya başlar. Ama daha sonra bu onda bir tutku oluşturunca, beyin hummasına yakalanmıştır. Özgür bir yaşam biçimini temsil eden, aynı zamanda yazarın kendisini temsil eden bir kişiliktir. İskence altında iç sorgulamalar, kendinden şüphe etmeler, bilinmezlik içinde mücadele insanı bunalıma sürükler. Stefan Zweig şiddetin egemenliğine karşı koyamamış ve mat edilen özgürlüğünü ele aldığı bir yapıtıdır. Eserde gerek Gestapo gözetiminde bir otel odasına kapatıldığında, gerek Czentovic karşısında bile, aslında hep kendine karşı oynayan ve “Siyah olan ben ve beyaz olan ben” olarak kişiliği ikiye bölünen Dr.B. “yok olmaya mahkûm edilen bir dünya”yı simgeler. Czentovic’e karşı oynadığı ilk maçı kazanması da, diktatörlüğe karşı insanlığın kazandığı zaferdir. Ancak, o ana kadar beyninden oluşan tahribatın izleri ikinci maçı tamamlatamamış; nitekim bu maçın ikinci yarısında, daha önce kazandığı ilk maçın zaferinin devamının sağlanmasına engel olmuştur. İnsanlık, XX.yüzyılda l.Dünya ve ll.Dünya Savaşlarıyla büyük bir tahribata uğramış, ama sağ çıkmıştır. Eğer bu savaşlar daha uzun sürseydi, aynı Dr.B.’de olduğu gibi insanlık da, buna daha fazla dayanamayacaktı. Adeta, Dr. B.’nin durumu, XX.yüzyılın genel görünümü biçimindedir.
Dr.B.’nin içinde bulunduğu psikolojik durumu açıklaması bakımından kitaptan bir örnek verelim.
…
“Czentovic taşını oynatır oynatmaz, Dr.B. tahtaya doğru düzgün bakmadan, aniden filini üç kare ileri sürdü ve öyle yüksek sesle bağırdı ki, hepimiz yerimizden sıçradık:
“Şah! Şah mat!”
Özel bir hamle beklentisiyle hemen tahtaya baktık. Ama bir dakika sonra, hiçbirimizin beklemediği bir şey oldu”(Satranç, sh.80)
…
“Suskunluğumuz Dr.B.’nin dikkatini çekti, o da tahtaya baktı ve telaşla kekelemeye başladı:
“Ama şah f7’de olmalı…durduğu yer yanlış, çok yanlış. Yanlış oynadınız! Bu tahtada her şey çok yanlış duruyor…piyon da g5’te olmalı, g4’te değil…bu bambaşka bir oyun…Bu…” (Satranç, sh.80)
…
“…cam gibi gözleri kan kırmızısı ize takılıp kaldı. Sonra aniden titremeye başladı ve bütün bedeni sarsıldı.
“Aman Tanrım,”diye fısıldadı solgun dudaklarıyla. “Saçma bir şey söyledim ya da yaptım mı… sonunda yine mi şey oldum?..” (Satranç, sh.81)
Brezilya’da yazdığı ve Şubat 1942’deki intiharından birkaç ay önce tamamladığı, Buenos Aires’te yayınladığı “Satranç” adlı kitabı simgeselliği ve çok boyutluluğuyla farklı bir kitap anlayışına sahiptir. Bu kitabın önemi şuradan kaynaklanmakta: "Satranç", satrancı gerek pratik gerek felsefi olarak çözümlemiş biri, yani Zweig tarafından yazılmıştır. Bu kitap Stefan Zweig’in son kitabıdır. Adeta onun veda yazısıdır.
STEFAN ZWEIG İLE Dr.B.’NİN BENZER YÖNLERİ:
1.ÜLKELERİ: Her ikisi de Avusturyalıdır ve aynı zamanda Viyanalıdırlar.
2.AİLE YAPILARI: Hem Stefan Zweig’ın, hem de Dr.B.nin aileleri varlıklıdır.Zweig’ın babası varlıklı bir sanayiciydi. Dr.B.’nin babası avukattır ve ailesi Viyana’nın tanınmış ailelerindendir. Her ikisi de iyi bir eğitim almıştır.
3. KİŞİLİKLERİ: Zweig, aslında sadece kitap yazmayı düşünen biridir. Dr.B., babasıyla birlikte, çalıştıkları bir avukatlık büroları vardır. Dr.B., bu büroda kendi halinde çalışıp durmaktadır.Hem Zweig, hem de Dr.B. kendi işlerinde güçlerinde olan insanlardır. “Kahramanca davranışlar benim yaradılışımda yoktur.”diyordu Zweig.
4.GİZLİ BELGE SAHİBİ OLUŞLARI: Stefan Zweig 1914-1917 yılları arasında Avusturya Savaş Bakanlığı’nın “Savaş Arşivi”ne memur olarak çalıştı. Bu nedenle gizli belgelere sahipti. Dr.B.’nin durumu da buna benzer; Babasıyla birlikte bir avukatlık bürosu işletmektedirler. Dr.B., Hitler’in Viyana’yı işgali sırasında elinde bulunan birçok işadamına ait gizli belgeler nedeniyle tutuklanmıştır.
5. KARARLILIKLARI: Her ikisi de Nazilerin isteklerini sonuna kadar reddediyorlar, Stefan Zweig kitapları yakılsa da, sonunda ölüm de olsa onların istedikleri tarzda yazmıyor. Dr.B. psikolojik işkence altında kalıp, akıl hastalığına yakalansa da bildiği sırları asla söylememiştir.
6. POLİTİK TAVIRLARI: Stefan Zweig, Nazi rejimine karşı net bir politik tavır almamıştır. Dr. B.’nin de Nazilere karşı net bir politik tavrı yoktur.
7. PSİKOLOJİK İŞKENCE: Her ikisi de Hitler’in baskısına uğramıştır. Zweig’ın kitapları yakılmış, soruşturma açılmış, evi basılmıştı. Sonunda da ülkeden kaçmak zorunda kalmıştı. Kaçmasaydı eğer, belki de bir bahaneyle içeri alınacaktı, bu sırada da Dr.B. gibi yalnızlaştırılarak psikolojik işkence görecekti. Dr.B. ise, avukatlık bürolarında iş yaptıkları işadamlarının gizli bilgilerini vermediği için bir otel odasına alınmış, kimseyle görüştürülmüyordu. Arada bir de olsa sorgu için gelenlerden başka hiçbir şey görmüyordu. Aylarca bu böyle sürüp gidiyordu. Ağzından laf alamadıkları için de, bu şekilde psikolojik işkenceye tabii tutulmuştur.
8. TEDİRGİNLİKLERİ: Setafan Zweig’ın içinde, Nazi rejimine karşı bir korku ve kuşku vardır. Ülkesindeyken de bu kuşku ve korku vardır sürgündeyken de. Belki de herhangi bir ülkede uzun süre huzur bulup kalamamıştır. Dr.B.’de de bu korku ve kuşkular vardır. Her ikisi de bunlardan kaynaklanan bir tedirginlik içindeydiler.
9.KARAMSARLIKLARI: 1942 yılındaki intihar olayından birkaç öncesine kadar, yani “Satranç” kitabı yazılırken, Zweig de, Dr. B. ile aynı ruh haline sahiptir: Karamsar bir ruh haline sahiptiler.
10.UMUTSUZLUKLARI: Umutsuzluk içindeki Zweig, en sevdiği yazarlar olan Goethe, Homeros Shakespeare’de teselli arıyordu. Okumak için bir şeyler ararken, tesadüfen Montaigne’in “Denemeler”ine rast geldi. Montaigne, ölüm karşısında özgür olmak istiyordu. Zweig da Naziler’den kurtulmak için tek çare ölümü görüyordu. Dr.B. de umutsuzluk içinde beyin hastalığına yakalandı.
11. İNTİHAR OLAYI: Stefan Zweig’ın korku ve kuşkuları, onu intihara kadar götürmüştür, ama bu durum Dr.B.’de yoktur. Dr. B.’de ise beyin hastalığı ortaya çıkmıştır. Belki Zweig,“Satranç” adlı kitabını yazarken, aklından intihar etmek geçmediği için Dr.B’yi intihar ettirmemiştir. Ya da kitapta olduğu gibi, bir satranç karşılaştırması sonunda hastalığını tekrar nüksettirmiştir. Eğer intihar ettirmeyi düşünseydi, bu son oyundan sonra, artık bu hastalıktan kaçışın kalmadığını düşündürerek Dr.B’yi intihar ettirebilirdi.
Stefan Zweig’ın 1933’ten sonraki son sekiz yılını psikolojik yönden değerlendirdiğimizde, Dr.B.’ye çok benzediğini görürüz.
Bu incelemeden de görüldüğü üzere yazarlar, kendi yaşamlarındaki “kimi dönemleri”, herhangi bir eserlerindeki bir roman ya da öykü kahramanına verebiliyorlar.
KAYNAKLAR:
1.“SATRANÇ”-Stefan Zweig, Can Yayınları, İstanbul – 2008
2.”Günlükler”-Stefan Zweig, Can Yayınları, İstanbul -1997
3. “Mektuplaşmalar”-Stefan Zweig,Yordam Kitapları, İstanbul -2007
4. “Büyük LAROUSSE” Milliyet Gazetecilik, İstanbul -1992
5 tr.wikipedia.org/wiki/Stefan_zweig
6. www.biyografi.net/kişiyazdir.asp
YAŞAR YILTAN
Deliler Teknesi: Kasım-Aralık 2009, sayı 18
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.