- 376 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yaşamak camdan duvarlara çarpmaktır
İnsan gençken daha içten yazıyor. Otuzlarınızda metinle aranıza bir mesafe giriyor gibi. Bir soğukluk. Bir emniyetsizlik. Bir apartman komşuluğu. Tanımadan beraber yaşama. Sevmeden ilgilenme. Mecburî bir birliktelik. Yalnız ’söyleyeceğin şeyi naklettiği kadar’ güvenme ona. Mobilyaymışçasına. Fonksiyonel kullanım. Fazlasını beklememe. İstememe. Ummama. Ümidini kesme. Hatta verecek gibi olduğunda korkma. Sakınma. Kaçma. Tıpkı çok tokatlanmış bir köpek yavrusunun sevmek için uzanan eli ısırması gibi. Sevileceğine inanmayanın tebessüm edenlerden kaçması gibi. Yaşlanınca şiir yazmayı bırakmak gibi.
Bunun şununla bir ilgisi olabilir: Artık duygularınıza da güvenmiyorsunuz eskisi kadar. Ne de olsa ’ben’inizi epeyce tecrübe etmişsiniz. Çukurlarınıza düşmüşsünüz. Kusurlarınızı görmüşsünüz. Sözlerinizden dönmüşsünüz. Vazgeçişlerinizi meşrulaştırmışsınız. Fayhatlarınızın nerelerinizden geçtiğini gayet iyi biliyorsunuz. En ateşli sınanmalarınızda en çıplak halleriyle kendinizi seyretmişsiniz. Bu tecrübenin getirdiği bilişten dolayı ’kendinizin cahili olma’ konforundan mahrum kalmışsınız. Artık hayallerinize kolay kolay inanmazsınız. Dolayısıyla kurmazsınız.
Bir kere zamanınızın üzerine uzandınız. Ve imtihan edildiniz. Ve izlendiniz. Çocuktunuz. Büyüdünüz. Yaşlandınız. Sevdiniz. Nefret ettiniz. Kavuşamadınız. Ve şuurunuz önünde en ayıp yerlerinizle teşhir edildiniz. Kaçamazsınız. Amel defterinizde neler yazılıdır biliyorsunuz. Unutamazsınız. Hayali hakikatten ayırabiliyorsunuz. Karıştıramazsınız. Artık siz bile samimiyetinize inanmıyorsunuz. Bu da kendinizle aranıza bir mesafe koyuyor. Yani, özetle, demem o ki arkadaşım: Hissedişlerine güvenmeyenlerin metinleri artık hissettiklerini anlatmıyor/anlatamıyor.
Evet. Böyledir. Yaşamak insanın fıtratını bizzat tecrübe etmesidir. Cenab-ı Hak, binler hikmet içinde, bir de bu hikmet için bizi imtihan etmektedir. Yaşıyoruz. Şimdi kendimizi yalanlayamayız. Mahşer günü hakkımızda söyleneceklere hazırlıksız yakalanamayız. Hayallerimize aldanıp gerçeklere karşı koyamayız. Bu yüzden duygularımıza güvenemiyoruz. Bu yüzden metinlerimize güvenmiyoruz. Bu yüzden sakınıyoruz ortaya çıkmaktan. Hislerimizin hayatın içinde hakikatini ortaya koyamayacağını bildiğimiz için onları örtüyoruz. Gizlenmek yaraları hafifletiyor sanki. Yahut böyle olduğunu sanrılıyoruz. Saf sûresinde geçen "Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?" itabından bu şekilde bir nebze kaçabileceğimizi sanıyoruz.
Belki yaşamımızın tamamı şu birtek ayetin içinde gizlidir. Yani, insan, yalnız şu bir cümlenin hakikatini öğrenmek için imtihan edilmiştir. Hayali, aklı, ruhu, duyguları, hissedişleri, umuşları, dilekleri, vehimleri ve hatta potansiyeli sayesinde ’söyledikleri’ ile ’eyleyebildikleri’ arasında bir mesafe açılmıştır.
İnsan, mübarek bir hikmet için, yapabileceklerinden fazlasından haberdar kılınmıştır. Hücresinin duvarları camdandır. Duvarlarının çoğusu şeffaftır. Ancak kendisi bunun farkında değildir. Fakat kendisi bunun farkında olmalıdır. Hayalinin hakikatle aynı şey olmadığını öğrenmek için; yani, bilmek üzere gönderildiği Allah’a dair sezişleriyle kendisinin aynı şey olmadığını (o sezişlerin kendisine dair olmadığını) görebilmek için; böyle bir tecrübeye muhtaçtır. Sınırlarına çarpmalıdır. Sınırlarına çarpmalıdır. Sınırlarına çarpmalıdır.
İsimleri bilerek Hz. Âdem (a.s.) olmuştur. Meleklere karşı bu bilme yeteneğiyle üstünlük kazanmıştır. İşte, yaşarken de, o isimlerin aslında kendisinin olmadığına bizzat şahitlik ederek; yani bizzat tadarak, duyarak, koklayarak, aklederek, hissederek; yani çukurlarına düşerek, yani kusurlarını görerek, yani sözlerinden dönerek, ’bismillah’ını ’elhamdülillah’ ile tamamlamaktadır. Çünkü ayna üzerinde görünenin kendisinin olmadığını ancak yansıtmadaki kusurlarıyla tanır. Ve "Ezelden ebede her türlü övgü Allah’a aittir!" demek biraz da bunun ifadesidir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.