Bir Peysaj
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kader deme kader değil, bir inat bu kabul et. Ama kader değil. Sığınacak başka liman ara, kadere sığınma. Dudaklarımdan bilmem kaçıncı kez seni suçlayacak ifadeler dökülürdü lakin kahrolası sevgin öylesi kucaklamış ki beni, dilim varmıyor bir türlü.
Dünyanın en zor işidir suçu kabullenmek, en büyük fedakarlıktır. Herkes yapamaz ki! Bitmek tükenmek bilmeyen mazeretler, her şeye uydurulan kılıf, bahaneler yaratmak. Kader mi bunlar?
Sebep değil misin, seninle başlamadı mı zulüm, mutluluğu yasaklayan, derin hicrana gark eden, şafağı unutturup akşamın fecrine tutsak eden sen değil misin? Sakın kader deme, kader değil!
Bir ihanet, belki gaflet. Duygularıma, gençliğime, tertemiz hislerime, samimiyetime, masumiyetime ihanet. Gözyaşıma, gönlüme ihanet. Ama kader değil!.. Ne kadar kolay değil mi kaderin ardına sığınmak.
Bir gün sessiz sedasız göçüp gittiğimi duyarsan bil ki; intizarımla, ahımla, şikayetlerimle gideceğim lakin seni hiçbir zaman affetmeyeceğim.
Kader, insanın gücünün yetmediği, yetemeyeceği konulan için kullanılan bir terimdir, oysa senin ki bir tercihten ibaretti ve sen de bunu yaptın. Benim önceliğim yoktu hepsi bu!..
Peki ben neyi bekliyorum, neden bekliyorum?
Son bir çırpınıştı belki, son bir gayretti ama bitti. Sen yoksun ve gelmeyeceksin, gelmeyi gururuna yediremeyeceksin, istesen bile.
Evet gurur!.. İşte senin kader diye ardına saklandığın zillet. İşte mazeretlerinin nedeni, benim yıllar önce küllere karıştırdığım duygu.
Gereksiz bir nesne gibi fırlatıp attığım, seni andığımda neler olduğunu bile tasavvur edemediğim duygu!.. Sen ise esiri oldun gururun lakin mazeret hep vardı “kader!”
Yok güzelim yok!.. İşkence bu, bir eza, bir ceza. Bir insanı eritmek, bitirmek, yok etmek, kahretmek bu ama kader değil!
Ne var ki ben seni “mutluluk” diye bilmiştim, böyle lanet olası kaderlerin içinde aramak hiç aklıma gelmedi.
Bazen alabildiğince umutsuzluğun çarkları arasında dağılıp gidiyordum. Ancak umutsuzluğa kapılmak yapacağım en korkunç ve tehlikeli hareket olacaktı. Ancak yüreğim zorluyordu işte.
“Pişmanlık aç bir kurt misali kudurmakta gönlümde, özlemini duymaktayım geçen yılların, sarsıntım 7 şiddetinde. Ay bile ürker, saklanırdı bulutların arkasına, utanmayanlara nispet eder gibi. Birkaç damla rahmet düşerken, kasvet yüklü bulutlardan kapkara toprağın biçimsiz çatlaklarına, sararmış otlara can gelir sanki, sonra tekrar kesilir yağmur. Oysa tabiat yeni yeni hazırlanırdı yudumlamaya “
Ümitlerim kırıldı ve yutkunup kaldım. Bu ram ediş neydi, tefekkür mü küfür mü? Onu bile bilmiyordum. Buz kesti vücudum ayazın acımasızlığıyla, nefesim aciz, soluğum soğuk. Morarmış dudaklarımdan dökülen intizar bile simsiyah, ateşler gibi kızıl, duman gibi gri, gökkuşağı gibi paramparça bir cümbüş. Her şey ne kadar da manasız, kaç gün oldu tıraş olmayalı, son ayna kırılalı?
Saçımda sakalımda gizlenir oldu tarihler, pejmürde kıyafetim duygularımla nasıl da ahenkli. Buruş buruş olmuş sigara paketim ve elli köşe kibrit kutum. Ya ayakkabımın içine dolan yağmur suları, dibine çöktüğüm duvar ve o duvar dibinde kaybolan yıllar!
Tüm irtibatım kesilmiş dış dünya ile ne bilincim algılıyor olup biteni ne de şuurum zamanın farkında. Belli ki bunama başladı yaşa başa bakmadan. Ruhum da bedenim de amansız bir değişimi yaşıyor, yaşlanıyor, eriyor ve elinde ne varsa zamana veriyor. Titreyerek ama zevkle!..
Dünyevi dertlerden uhrevi azaba geçiş, vücudun kabir soğukluğunu hissetmesi, yıllar süren “birkaç dakikalık” değişim!.. Geçiş, tükeniş, bitiş!..
Gittikçe derinleşiyor düşler, düşünceler. Derinleştikçe izan eksikliği, ifade güçlüğü, anlatma zorluğu. Gecelerin o meşum yapısı içinde bazen acaba “o da beni düşünüyor mu?” hissini yaşadığım anlar!..
***
Yıldızların esrarına kapılıyorum gökyüzünü seyre dalarken ve o ahengi yakalamaya çalışıyorum dakikaları sayarak. Düşlerin deryasında boğulup gidiyorum ansızın. Kâh soluk yıldızlar dans ediyor gökyüzünde Kâh pırıl pırıl bir yıldız raks ediyor içimde ki sıkıntıya inat. Nefes almak nasıl da güçleşiyor yumruk gibi hasret tıkanınca boğazıma. Dudaklarıma kadar iniyor gözlerimden kovulan birkaç damla yaş, uzun bir yol kat ederek!..
Kim bilir ne alemdesin?
Sen de gökyüzünü seyrediyor musun balkonun da hem de şu an?.. Yine kızardı mı gözlerin, tarifsiz sıkıntılar dolduruyor mu geceni? Ağlıyor musun?
Neden ve niçin gibi sorularla yoruluyor mu beyninin en kılcal damarları? Çatlarcasına!
Göklerin esrarına daldığında bir siluet beliriyor mu o kapkara evrenin içinde? Sanki bir tünelin içinden dışarı sızan ışık misali. Tanıdık bir sima gibi. Özlemlerle haşrolmuş, hasretlerle boyanmış manalı bir yüz! Sıkışıyor mu kalbin?
Benim gibi düşlüyor musun? Ne yapıyor, şu an nerededir hangi derttedir? Aklına takılıyor mu bunlar?
“Hayır” diyemeyeceğini biliyorum. Göğsün sanki patlayacak gibi değil mi? Adımı mırıldanıyorsun kısık bir sesle ve başın kalkıyor ansızın gökyüzüne. Gözlerini sıkı sıkı kapatıyorsun ıslak gözkapaklarınla ve bir dua yükseliyor Tanrı’ya, dökülürcesine dudaklarından. Bir mucize bekliyorsun karanlık dünyanda.
Yanında olsaydım diyorsun, istiyorsun. Nasıl da atışı değişiyor kalbinin, kara saplı hançer misali ciğerlerine saplanıyor ayrılık!.. İçinde bulunduğun “çıkmaz” balyoz gibi iniyor yüreğine. Keşke “İmkân olsaydı”
“Seni seviyorum” diyorsun ısırarak dudaklarını, hani yüzüme söylemeye utandığın, cesaret edemediğin. Pişmanlık sarıyor bedenini “Keşke söyleyebilseydim” diyerek! Ve anlıyorsun ki; bu “sevgi” kangren gibi senin de tüm benliğini sarmış ve kurtulmanın imkânsız olduğunu sen de hissediyorsun hatta belki kurtulmak da istemiyorsun! Damarlarına şırıngalıyorsun bu acıyı, kapkara gecelere nazire edercesine.
***
Şayet gözlerin hala gökyüzünde ise, şu parlak yıldıza dikkatle bak! Onu sana seçtim, onun ışığını “nur” belledim. Yine gözlerini kaçırmadan biraz ötedeki soluk yıldızı da görüyorsan eğer ona da dikkatle bak! İşte o yıldız benim! Işığını yitirmiş, parlaklığını kaybetmiş, son demlerini yaşayan o yıldız benim işte. Sana seçtiğim yıldızın ışığı olmasaydı şayet diğer soluk yıldızı da görebilmenin imkânı olmayacaktı.
İşte sen olmayınca ben böyleyim “Karanlık ve kayıp”
Anlatamadığım o duyguyu yıldızlar her gece anlatıyor “ölümsüz bir şarkı” gibi ve müziğiyle ritmiyle ahenkli. Duyuyorsun, görüyorsun değil mi?
Işığını kaybedince bir yıldız kayar ve düşer. Hem de sonsuzluğun bağrına. O andan itibaren adı artık yıldız değil göktaşıdır. Manasızdır, önemsizdir. Zira özelliği bitmiştir!
O yıldıza dikkatle bak!...
Bir gece yerinde olmadığını görürsen!.......
YORUMLAR
İnsanın malzemesi insandır denir. İşte o malzeme doğru düzgün ve gereği gibi kullanılırsa bir değer ve önem taşır sanırım. Yazınızla insanın ruhuna ve düşüncelerine kristal bir ayna tutmuşsunuz ki çok zor rastlanan türden.
Bir yazı beş yaşındaki bir çocuğun anlayabileceği şekilde yazılmamışsa eğer o iyi bir yazı sayılmaz der konunun bilirkişileri.
Gerek konu gerek dokunuş biçimiyle.kutlanmaya değer bir Yazı.
Esenlikler.