- 1289 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BEN SUÇSUZUM
Hayatım boyunca korktuğum, endişe ettiğim ve düşündükçe kafayı yediğim yerdeyim. Böyle bir yere nasıl düştüğümü düşündükçe kafamı duvarlara vuruyorum.
Dedim ya,
Hayatım boyunca buraya gelmekten/düşmekten korktum hep. Korkularla büyüyüp, korkularıma
Sarıldım desem yeridir. "Suçsuzum, haklıyım" diyorum, "buradaki herkes suçsuz, kardeş!" diyorlar, irkiliyorum.
İrkiliyorum, çünkü hayatımda ilk defa böyle bir yere düşüyorum.
Suçlandığım konu da öyle böyle değil. Yanlış bir anlaşılma yüzünden düştüm buralara.
Yardım edeyim, kurtarayım derken kendim düştüm.
Yardım etmeseydim, müdahale etmeseydim insanlığa sığmayacaktı.
İnsanlık görevimi yaptım; ama mahkeme anlamadı beni.
Resmen tecavüzcü muamelesi gördüm.
Dövüldüm, parçalandım, hor görülüp, tahkir edildim.
Biliyorum, benim yerimde başka biri olsaydı, zahire baksaydım ben de döver, parçalar, hor görüp, tahkir ederdim. Ama bundan sonra zahire bakmaz, olayı güzelce dinler, analiz ederim.
Çünkü ben bir suçsuzum!
Hayatım boyunca buğuz ettiğim tecavüzden yatıyorum bugün.
Allahım!
Düşündükçe intihar edesim geliyor. Bu saatten sonra evlat olsam sevilmem heralde...
Gerçi birazdan anlatacaklarımdan bana hak vereceksiniz zaten. Gerçek bir suçsuzum ben!
Böyle bir şey yapmam, yapamam ben.
Benim de bacım var dört, beş tane; annem var, eşim var, dostum var...
Hayatım boyunca burada yaşıyor olacağımı düşünüyorum, dolayısıyla korkularım endişelenmek için ayağa kalkıyor. Oturmak nedir, bilmiyor bir türlü.
Neyse...
Yoldayız.
Mahkemeden çıktık, cezaevine doğru gidiyoruz. "Allahım" diyorum. "Bir an yetişsek; yoksa gardiyanlar beni öldürecekler" diyorum kendi kendime.
Sert ve korkunç bakışları, öfkelerinden soluğu burunlarından almaları beni hayli korkutuyor. Çok susadım, su istemeye de çekiniyorum.
Kuruyan dudaklarım, kısılan sesim, gıcık kapan boğazım hep bir susamışlığın habercisi.
Dayanamıyorum ve bir su istiyorum karşımda duran kocaman vücutlu, korkunç bakışları olan gardiyandan.
"Su... Bir su alabilir miyim, lütfen?" diyorum.
"Zıkkım iç, dua et seni yürüyerek götürmüyoruz cezaevine" diyor. Susamışlığım artıyor bu cümleler karşısında. Neyse ki az sonra sağına- soluna bakıyor.
"Su nerde?" diyor, diğer gardiyana ve aramaya koyuluyor. Sevincimi sormayın, çünkü anlatacak bir kabiliyete sahip değilim. Onca susamışlığımın sonunda bir yudum da olsa suya kavuşacak olmam, sevindiriyor beni.
Suyu buluyor. Gözlerim gülüyor içten içten; sevinçten.
Markasını okuyamadığım suyun ağzını sol eli ile açıyor, ağzımı uzatıyorum içmek için; ama gardiyan sağ eli ile suyun hepsini yüzüme döküyor.
"Şerefsiz, ırz düşmanı, köpek! Bu suyu hak edecek ne yaptın? Adi herif!" diyor. Yıkılıyorum.
Ağlıyorum. Suçsuzluğumu nasıl anlatacağım? Suçlu olmadığıma, böyle bir şeyi asla yapmayacağıma bunları nasıl ikna edeceğim, bilmiyorum.
Ailem geliyor aklıma.
Annem, eşim, çocuklarım...
Nasıl bakacağım yüzlerine. Hele kızlarım...
Kim bilir ne düşünüyorlardır, biricik kızlarım benim!
Böyle bir şey ile suçlanırken onlara nasıl sarılır, koklar, "sizleri çok seviyorum" diyebilirim?
Allah’ım, yardım et ne olur...
Bir de eşim...
Eşim güveniyor bana güvenmesine de, insanların diline düşmek elbette onu da yoracak, isyana sürükleyecektir belki de.
Bunları düşünürken, gardiyan bana seslenmeden omuzlarımdan tutup aşağıya atıyor beni.
Varmışız cezaevine.
"Hadi lan it, yürü burdan" diyor. Kendime değil; acıma acımaya başladım. Daha girmeden içeriye,
nedir bu hakaret, küfür, tahkir...
"Aç kapıyı, Mustafa Abi. Kenara çekil de sana da dokunmasın bu sapık" diyor gardiyan. Mustafa Abi dediği kişinin gözlerine bakıyorum.
Gözlerimle, ona suçsuz olduğumu ifade etmeye çalışıyorum.
Yaklaşıyor bana, sokulunca tam yanıma
"Abi vallahi ben suçsuzum! Benim suçum, günahım yok. Her şey bir yanlış anlaşılma" diyorum.
Hemen ardından silahın dipçigini indiriyor omuzuma.
Üstüne de
"Bir de utanmadan suçsuzum diyor, it herif! Hiç mi utanmadın lan yaşından, başından? Allah belanı versin senin! Şerefsiz, adi ırz düşmanı!" dedi.
Kendimden utanıp kahroluyorum durumuma. Nasıl bir çıkmazdayım diye düşünüyorum.
Çıkamıyorum işin içinden bir türlü.
Gardiyanlar indiriyorlar beni.
Haklı olarak ters ters bakıp, sert davranıyorlar; hızlı yürüyorlar, yavaş yürüdüğüm için vuruyorlar yüzüme joplarıyla.
"N’olur vurmayın, suçsuzum ben" dedikçe daha çok vuruyorlar.
Kanlı suratımla ilerliyoruz. Küfürleri, lafları, bağırıp çağırmaları içimi parçalıyor hep.
"Neden inanmıyor sunuz, ben suçsuzum!" diyip duruyorum kendi kendime. Üstelik bunlar olayın nasıl cereyan ettiğine bilmiyolar.
En çok da bu yakıyor içimi. Biri çıksa, sorsa da anlatsam olayları diye Allah’a yalvarıp duruyorum.
Ama yok...
İlerliyoruz içeri doğru. Görenler hakaret edip küfür ediyor; vurmak için peşimden koşuyor.
Gardiyanlar da müdahale etmeden öylece izliyorlar.
Daha girmeden koğuşa, kan içinde kalmış kiyafetlerimle müdürün karşısına çıkacağım birazdan.
Müdürün yanına gidiyoruz. O kadar çok yoruldum ki bu hakaretlerden, bir an önce yatağıma uzanıp uyku uyumak istiyorum bir daha uyanmamak üzere.
Müdürün odasına girmek için izin istiyor gardiyan.
Nedense izin vermiyor, o kapının önüne geliyor.
Bağırıyor, çağırıyor.
"Götürün bu şerefsizi! Gözüm görmesin! 12 numaralı koğuşa götürün, aklı başına gelsin. Görsün dünyanın kaç bucak olduğunu"
Ne var 12 numaralı koğuşta acaba?
Ne göreceğim orada, ne ile karşılaşacağım?
Bilmiyorum...
12 numaralı koğuşun önüne geliyoruz. Gardiyanlardan biri kapıyı açarken diğeri kelepçeyi açıyor, suratıma tükürüyor. Kapıyı açtıktan sonra birer tokat atıp, tekme ile içeriye atıyorlar beni.
Tekmeyi ummadığım bir anda yediğim için yere yapışıyorum ve kaşım patlıyor, kan oluyor yer. Kalkmak istiyorum; ama kalkacak gücü bulamıyorum kendimde.
Ellerim tozlu, yüzüm donuk, saçım-başım dağınık, içim hep buruk...
"Alın bu iti, dikkat edin size de dokunmasın" diyor, gardiyanlardan biri. İçim nasıl da ağrıyor, bir bilseniz...
Bütün zayıf gücümü kullanıyorum ve ayağa kalkıyorum. Yatağımın olduğu yere yürümeye çalışırken önce herkesin suratına bakıyorum tek tek. Sonra boş bir yatak aramaya koyuluyorum.
Ters ters bakan adamlar mı dersin, burnunu çekip "bura benim birader!" diyenler mi, bir şey yapacakmış gibi bakıp "Allah kurtarsın" diyenler mi...
Değişik değişik insanların olduğu bir yer bura.
Dedim ya hayatım boyunca korktuğum tek yer!
Boş bir ranzaya ilerlerken biri çelme atıyor ayağıma.
Zaten güçsüzüm, kuvvetsizim; ayağa kalkamıyorum. Olduğum yere yığılıp kalıyorum.
Sonra...
Sonra herkes üzerime çullanıp, tekme-tokat dövüyor beni.
Kaşım, gözüm, suratım falan hep patlıyor.
Yüzüm, gözüm, burnum kan içinde. "Az dövüp, bırakırlar" diyorum, kendi kendime; ama bunların bıraktığı falan da yok. Bir grup bıraksa öbür grup gelip dövmeye başlıyor.
Onlar bıraksa, diğerleri geliyor.
Uzun bir dayaktan sonra üstümü değişmeden yatağıma uzanıyorum. Beyaz çarşaflar kanıma bulansalar da umursamıyorum. Daha doğrusu takatim umursatmıyor. Uzun bir uykunun hayali ile uyumaya başlasam da takriben 15-20 dakika sonra üzerime buz gibi su döküyorlar kışın ortasında.
"Kalk ulan kalk, uyumaya mı geldin?! Teftiş var, duş alıp üstünü değiş. Hadi... Hadiii banyoya..." diyor, gardiyan.
Duş almak için banyoya giriyoruz.
Kapı falan yok. Kısa, krem renkli bir perde var sadece.
"Şey... Burda mı duş alacağım?" diyorum.
Yine bağırarak jopluyor beni.
"Dur, ne olur, yalvarırım vurma bana" desem de duymuyor gibi bütün takatiyle vuruyor.
Duşumu zar-zor aldıktan sonra koğuşa geçiyoruz tekrar. Bu defa kimse vurmuyor ama laflarıyla dövmekten beter ediyorlar beni.
"İt herif"
"Irz düşmanı hayvan herif"
"Sapık"
"Memleketin yüz karası"
Dayanamadım, konuşmaya başladım onlara.
"Değerli abiler, amcalar!
Sizin yerinizde ben olsam, vallahi ben de yaptığınızı yapar; döver, hakaret ederdim.
Anlıyorum, suçlandığım şey, iğrenç ötesi, terbiyesizliğin ve ahlaksızlığın daniskası.
Allah kimseyi bu duruma düşürmesin.
Allah şahit ki, ben suçsuzum. Mahkeme nasıl olduysa aleyhime karar verdi.
Ama Allah’ın izniyle inşallah sonraki mahkememde suçsuz olduğum çıkacaktır ortaya." dedim.
Yine hakaretler yağdırdılar tabii.
"Kes lan, kes! Hem suçlusun, hem güçlü.
Allah belanı versin senin, ne diyeyim?
İt herif!"
Yıkılan, kırılıp dökülen yüreğim bir kez daha kırılıyor.
Neyse ki dövmüyorlar bu defa. Fırsat bilip kılmadığım namazlarımın kazasını kılmak için çantamdan seccademi çıkarıyorum.
Yine rahat bırakmıyorlar.
"Ulan it herif, yaptığın işe bak be!
Nasıl bir köpeksin sen ya? Hem sapıklık yapıyorsun, hem de gelmiş burda namaz kılıyorsun!"
diyorlar.
Ama ben yine de kılıyorum namazımı. Dualar ediyorum.
"Ey yüce kainatın yüce Rabbi Allah’ım!
Beyaz kıyafetleri kirlerinden arındırdığın gibi, beni yapmadığım bu suçtan arındır.
Ey bütün tuzak kuranların en hayırlısı!
Geceyi karanlıktan arındırıp, gündüzü çıkardığın gibi, beni işlemediğim bu suçtan sağ salim çıkar.
Hayırlı ve imanlı bir ölüm nasip et bana.
Amin" diyorum. Seccademi kaldırıp, çantama koyuyorum.
Korkuyorum.
Korktuğum için, çantam da bir de Kur’an-ı Kerim’imi çıkarıp okuyorum. Tabii yine laf atıyorlar.
Uzak bir köşeden; uzun saçlı, kısa boylu birinin, birine söylediklerini duyuyorum.
"Yahu, Ahmet! Sence de zıtlık yok mu bu adamda? Tecavüzcü, sapık biri böyle bir şey yapar mı?
Namaz, Kur’an falan..? " diyor, diğerine. Diğeri de
"benim korkum, bu adamın suçsuz çıkması. Neticede dövdük, küfür ettik falan..." diyorlar birbirlerine.
Sonra kısa olanı kalkıyor ayağa, bana doğru sakin sakin geliyor.
"Sen, kalk ayağa, anlat her şeyi! En başından ama! En ufak bir yalan sezersem, keserim seni Allahıma!" deyince sevindim bir an.
Çünkü beni, ilk defa adamakıllı dinleyecek biri çıkıyor, kendimi suçsuz olduğumu ispatlamam için fırsat tanıyor.
Ben ayağa kalkıp anlatmaya başlayınca koğuşun diger sakinleri de yaklaşıyorlar yanıma ve dinlemeye başlıyorlar.
"Yatsi namazı için camiiye gitmiştim. Namazımı kıldım, duamı ettim. Birkaç tanıdık kişilerle konuşuyordum, dolayısıyla vakit epey bi geçmişti.
Evime dönmek için yola koyuldum.
Camiiden hayli uzaktaydım. Bir ses işittim.
Ağlayan bir kadın sesi. Aynı zamanda yırtılan elbise falan. Bir an tedirginleştim.
’Ne oluyor yahu’ dedim, kendi kendime ve sesin geldiği tarafa doğru gittim. Bir de ne göreyim! Şerefsizin biri, bacının birine tecavüz etmeye kalkışıyor. Zavallı kız, çırpınıp duruyordu.
Ben, adamı tuttuğum gibi, bütün kuvvetimle adamı duvara fırlattım.
Ben ona, o ban vuruyor. Birbirimize girdik anlayacağın.
İşin kötü yanı, üzerimdeki gömleğimi yırtmıştı aynı zamanda tırnakları ile yüzümü falan çizmişti.
Adam kaçtıktan sonra, kadın yere düşmüş olduğundan olsa gerek, bayılmıştı. Ben de hastane yakın olduğu için insanlık namına kucağımda taşıyıp hastaneye götürdüm.
O sırada kanlı olan başının kanları kiyafetime bulaşmış ben fark etmeden. Acile girdiğimde kızı aldıktan sonra, ne oldu diyen tecavüze uğradığını söyleyince beni hemen polise teslim ettiler.
Ben, beni görgü tanığı olarak teslim ettiklerini zannetim.
Ama olay başkaymış.
Gömleğimin yırtık olması, yüzümde çiziklerin olması, fark edemediğim kanın da üzerimde bulunması, beni şüpheli olarak ele veriyordu.
Ben, her ne kadar "ben suçsuzum" desem de hiçbir fayda vermedi.
Diyeceksiniz ki, kız neden konuşmadı?
Kız öldü, abiler. Başını yere vurduğu için, beyin kanaması geçirmiş. Ne bir görgü tanığı, ne de bir kamera olmadığından ihale bana kaldı" dedim.
Biri kalkıyor "Amma da attın haaa!" diyor.
"Vallahi de billahi de atmıyorum, doğru söylüyorum" diyorum. Birkaç kişi inanmış gibi yapıp, "Allah yardımcın olsun, ne diyelim diyor"
"Eyvallah" diyorum.
Aralarında bir diğeri de "buna bir çözüm bulmak lazım. Bu böyle olmaz. Baksana sana da onca hakaret ettik. Hakkını helal et kardeşim" diyor.
"Eyvallah. Bilmiyorum nasıl bir şey yapmam lazım. En başta sizin de inanmadığınız gibi, kimse inanmıyor bana. Aslında olayın vuku bulduğu yerde gören falan var mı diye soruşturabilsem, belki bir gören çıkar diye düşünüyorum. Ben birine diyemiyorum git, öğren bakalım gören var mı, yok mu diye. Çünkü kimseler inanmıyor bana" dediğimde, biri çıkıyor
"ben araştırayım bi. Tanıdığım çoktur, senin için bakarız. İnşallah, suçsuzluğun ortaya çıkar en kısa zamanda" diyor.
(BİR HAFTA SONRA)
Çok şükür bir gören çıkmış. Müjdeyi bana veren koğuş arkadaşıma sevinç gözyaşlarımla sarılıyorum.
Kadının biri görmüş, korkup, çekindiğinden polislere bildirmemiş.
Konuşmaya gidenler şahitlik yapması için ikna etmişler. Zor da olsa, kabul etmiş ve konuşmuş.
Çok şükür yarın mahkemeye çıkacağım sevinciyle geceyi geçiriyorum. Sabahın ilk ezanı ile namazımı kılıyor, dualarda bulunuyorum.
Gardiyanlar da beni tanıdıkları için, artık kızmıyorlar, dövmüyorlar.
Hatta sağ olsunlar, özür dileyip özel yemekler bile hazıradılar.
Tekrar arabaya biniyor, mahkemeye doğru gidiyoruz.
Bu defa, diğerikinden farklı. Bağlı olmam gereken ellerim açık. Üstelik susuz da değilim. Gardiyanlar, mutlu neticem için seviniyorlar.
Sohbetler ediyoruz, onlara hayatı; hayatımdan kesitler anlatıyorum.
Adliyeye yetişiyoruz. Arabadan inerken, gardiyanlara "ne olursa olsun, hayatı sevin. Ve ne zaman nerde olursanız olun, bir zulmü gördüğünüz ilk anda onu ellerinizle engelleyin. Kınayıcının kınamasından asla korkmayın!" diyorum.
Birbirimize sarsılıyoruz. Beni sevdiklerini söylüyor, tanıştıklarına memnun olduklarını dile getiriyorlar.
İnerken arabadan, tecavüze uğrayan kızın babası çıkıyor karşıma.
"Allah belanı versin, it herif" deyip, hakaretler yağdırıyor.
Zavallı adamcağız olaydan bihaber, bildikleri sadece mahkemenin ilk kararıyla sınırlı.
Çıkarıyor belinden silahı, 4-5 el ateş ediyor bana.
Yatarken yere kelime-i şehadet getiriyorum ve beni yanlış bir vasıfla tanıyan insanların hüznüyle veda ediyorum dünyaya.
YORUMLAR
Böyle bitmese miydi bu? 😢😢
Ne güzel kurtulmuştu, mutlu olacaktı...
Annesine, eşine, kızlarına kavuşacaktı...
Onlara suçsuz olduğunu, öyle bir şey yapmayacağını kanıtlamıştı...
Olsun.
Güzeldi.
Kalemine, yüreğine, kurguna sağlık...
Erkan ÇELİK
Bu hikayemi de ona sayalım.
Tesekkür ediyorum, vesselam...
Saygıdeğer abim çok üzüldüm okurken.İnan iyilik hep başa bela olmuştur.Dürüstlük hep kaybettirmiştir.Ama nereye kadar .Allah doğrunun sahibidir.Er yada geç doğru kazanır.Dürüstlük kazanır.Ve işte böylesi seni seven değerini bilen dostlar verir sana..Allah kötüyü bildiği gibi yapsın.Bende hep yardımsever biriyim hep iyilik sever.Lakin zaman zaman bu başıma belada açar.Hani vardıya her şerde bir hayır her hayırda bir şer diye bir şey..İşte bazen hayat bizi imtihan ediyor.Bizm gibi iyilerin gözünü açıyor..Ama yine de iyi olmak güzel be abim..sevgimle saygımla...