- 735 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BİR RİVAYET/MİŞ MUTLULUK...
Lal şiirin sür git isyanı,
Kayıtsızlığı hayatın yine
Şiirin yarattığı intibah kendince bir yalan
Surelerini okumadan geçmediğim
Her gün olmaz elbette özrüm
Hidayetin sancağına vakıfım
Yazdığım her gün ve gece:
Yazdıkça sivrildiğim,
Yamadıkça acılarımı
İçin için evrildiğim…
Kâh hibe ettiğim dünüm
Kâh unuttuğum özlemlerim
Ne de olsa itiraf babında
Her şiir belki kimsesizliğin rahlesine erdiğim
Ya da kimlik derdinde
Kendimi tescillediğim
Kanamalı bir teselli
Hakkın nazarında ölüme vakıf hangi
Fani ise,
Yoksunluğun titrinde
Keşke kendini bulsa,
Demekten başka da gaye taşımayan
Ne şaibeli ne de kendine yetmeyi bilen
O garip tezahür.
Sözcükler tükenmeye mahal verdikçe zehir zıkkım oluyor ömür ne de olsa ön sözü olmayan romanlardan çıktık yola. Derbeder hikâyeler derledik, dertlendik tasaları yığdık, mezar bekçilerine emanet ettik artık zamanı.
Kelaynak kuşlarından yana mıdır nedir taahhüt verip de yorgunluğun kılavuzunun altına attığımız ömürlük imza?
Yanılgılar sonsuz, yenilgi mahiyetinde çöreklenen gecenin uzayan sessizliği aslında nida benzeri kelimelere dokunup dokunaklı hayat hikâyelerinin tasarrufuna gittiğimiz.
Gün özürlü hayallerimiz, çaput imgeler, bozguna uğramış o minvalde tutuşan istikamet.
Kanatan beyanlardan surlar inşa ettiğimiz. Edilgen bir tutanakta hak iddia ettiğimiz zamir kökenli bir gülücük belki de istiflediğimiz.
Rahmetin ön koşulu illa ki hüzün. Hüzün derbeder yürekten evrene yayılan zerrecikler mahiyetinde. Asılsız da değil; mesnetsiz söz kümeleri en aykırı zihniyette teyakkuza geçmiş, mil çektiğimiz gözleri kaderin; mimlenmiş gölgeler, seyyah bazında deyişler türeten dervişten alacaklıyız belki de önsözünü biçilmemiş yorgunluğun sonra da iletişime geçiyoruz gökyüzü ile.
Kaynayan bir kazanda pişen benlik. Piştikçe acılar çoğalıyor belki demlenmenin zikriyle koşulsuz yaşayıp koşulsuz seviyoruz.
Hangi intiba uyanan hele ki bir yabancının nezdinde; toynakların kaybı; aşkın rahvan yükümlülüğü; izafiyet teorisinde bir karekök hesabı kadar da bölünmeye bazense çoğalmaya meyyal fıtratın gizemi.
Hak malikleri.
Hakkın dostu.
Hakkaniyetten yana.
Hak etmediklerimiz ama hatırı sayılır dostların sunumuna, hayata dair keşiş misali arşınladığımız beyhude yollar.
Gönül yorgunluğu ve gelip de konaklayan bir gönül dostu.
Gönül koyduklarımız.
Gönül borcumuz.
Ah, bir de gönlümüzce sevip hor görülmesek.
Menşei kayıp şiirler ve şehirler…
Şehir gezginleri.
Yol yordam bilmeden ve yüksünmeden çoğalan gözyaşı.
Gözden ırak aşkların garbı.
Aşka hakkaniyet yüklü meramın savruk ve gölgeli israfı.
Adam boyu yalnızlık… işte duralım tam da bu noktada.
Elimizden kayıp geçen zaman belki de hayatın ritüeli hele ki yüreğin dokunulmazlığı bir kez kalkmışsa.
Burnu kalkık bir güzellik yine mevtası aşk ise şiirin ve şehir eşkıyalarından uzak durup bizler yüreğin otağında titrerken hani olur da mesafeler girer aramıza; hani olur da meşakkatli gölgeler gerçeğe dönüşür; hani olur da ıslah oluruz belki de kökümüzü sökeriz ölümüne sevip de kök söktürenlere bile minnet duyarız.
Ya, siz!
Ya, siz kimlerdensiniz?
Yürekten gayri sıcaklık tanımayan ve dosttan öte yordamı olmayan bir mahmuz musunuz yine günü gününe uymayan ama dostluğun da sırtı yere gelmez iken…
Coşkunun nüansı satırlarda kazan kaldırdıkça; hayatın azabında bir rotadan sapıp da yeniden dinginliğe nail olmak adına belki de ölümüne sevdiklerimiz yine rahmeti aşkla tokuşturup bir girizgahta buluşmak adına yeni baştan başlayıp hala nasıl oluyor da sonlanmıyor bu hikaye diye.
Sarı lahzalar, kurtlu yemişler, körebe düşler ve yalın seyrinden çok çok uzak hayatın…
Kuytuların uğultusunda sessiz bir direniş yüreğin intihali.
Aşkın dirayetinin sınandığı üç noktalı üzünçler ve derbeder ünlemlerle yolu kesişen bir soru cümlesinden aşırdığım şık/lı yalnızlık ve taarruzuna yenik düştüğüm izdiham.
Gönül hücremde boyunduruğunda aşkın aslında kozasında saklı kalmaya ant içmiş bir sihrin göbeğindeyim.
Sözcüklerin gıyabında belli ki intihar ediyorum her gün ve gönülsüz surlarında yaftalanan aşkın nöbete duruyorum hani asılı olduğum; hani kanıksamayı reddettiğim; hani’den ziyade hayırdır, demeyi meşk ettiğim.
Birden bire beliren gök kuşağı ve benim işte oradaki kayıp renk. Bendeki sen aslında hayatın girizgâhında yenik düşmüşlüğüm.
Bir rivayet/miş mutluluk.
Tatlı bir yorgunluk/muş aşk.
Sirenlerin gücüne vakıfım. Her türlü siren aslında aklımın mamalarında ötüşen kuşlar: belli ki delirdiğimin de kanıtı zaten aklı başında olsam an itibariyle uykuda olurdum ve ben tüm gücümle direniyorum ne de olsa bir ömür unutulmuş ve uyutulmuş zevcesiyim hasretin ve doğrularımın.
Sessiz harfler aslında tek maruzatım ve ses olmaya geldiğim alfabenin görünmeyen ve en sancılı otuzuncu harfiyim.
Bir büyüteç yüreğime tuttuğum.
Bir tutanak dünümden ayrı.
Bir yoksunluk şiirin çalıntı neşesi.
Bir rahleyim aslında ve üzerim darmadağınık.
Garipsenen bir coşkuya nail olmak yine ikbalim belki de inkârım sonra da kaybolmaya dair bir rivayetten artık ne kadar alacaklı isem.
Kuytuların gizeminde açılmadık bir hediye paketi her gecemi güzel ve şen kılan sanırım hüznümden sıyrılıyorum belki de yansıtmaktan men edip duraksıyorum öncelikle. Hüznün savurduğu üç beş yaş aslında rahmetin sileceklerini hepten susturdum.
Yağdıkça mutlanan bakir bir gölge yine derli toplu ölümlerin çok uzağında sanırım meylettiğim kadar da uzağındayım çoğu şeyin.
Bir coşkudan çıkıp da yola varmaksa yarına… ne gam!
Susup da şiirler derlemekse… beyhude belli ki ne de olsa şair bozması bir imgeden daha karışık dimağım zaten ruhum kadar zerre itibar etmiyorum hayatın tutanaklarına, ben hepten geçmişim düzenden ve mutluluktan.
Kır kanatlı baykuşlar ötüyor şehrin orta yerinde.
Lanetine vakıfım gecenin. Kör gözlerine kurşun döküyorum ansızın ve sızdığım bir şiiri ney niyetine üflüyorum.
Kalburüstü olmayan bir ömür müdür dilediğim yoksa ömürsüz lahzasına beylik cümlelerin, kaynayan kazan mıdır her nasılsa kazan kaldırmak gibi bir cehaleti itekleyip, kardığım ömürlük toz mudur yine önüme siper olmuş?
Zamanın ve kaderin makûs hükmü… şaibeli dökümü belki de ölümsüz güdülerimden çaldığım ısrarcı cümleler yine şahit tutulduğum şahin bakışlı kaderden başka sırdaşı ve dayanağı olmayan.
Ol, dedi madem… Başım gözüm üstüne ne de olsa zerrelerim kadar minik, tahayyül ettiğim yeni bir dünyadan gözlerimi alamadığım ve yazdıkça mürekkebimin renginin pembeye döndüğü oysaki mor mürekkeple başlamış ve siyaha devretmiştim dünümün kaygılarını belki de uyumsuz coğrafyaların tek kanıtıdır içimdeki yorgun ve ısrarcı şarkı.