- 508 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
MERDİVEN (BENİ BEN OLDUĞUM İÇİN...)
Ölümün tabelası asılı belli ki mesnetsiz bir ithamdan çıkmış yola.
Yolluk mahsulü durgunluğum; şehla gözlü yabancı bakışlar…
Aksıran ve aksayan sessizlik yine tekleyen kalbi mutluluğun. Patavatsız şarkıların indinde, karekökünü aldığım yorgunluğum aslında çoğaldığını bilsem de haykırdığım.
Tek tabanca hüzün yine boyutsuz yine rükûsuz yine fesat yanılsamalar…
Kökleri dünün; kambersiz düğün misali ördüğüm hikâyeler.
Gönülden damlayan… hayır, hayır, taşan ve çağlayan.
Yürekten seven kaç kişi kaldıysa geride sonra da somurtan yüzlerin kinaye yüklendiği ve anlam olmaktansa yok olmayı dilediğim.
Bir kuramda saklı belki de şifresi hayatın yoksa kurallar mı demeliydim?
Yana yakıla büyüyen çocuklar ve ellerimizden kayıp giden masumiyet.
Göğün rotası hep sonsuzluk.
Sonsuzluğun zikri belki de ölüm sonrası…
Hitap yeteneği olan bir gökyüzü ve boca ettikçe rahmeti, bizler dar açılı penceremizden uydurup farklı masallar, farklı yalanlar ve ansızın inanmakta da zorlanmadığımız.
Şekli şemaili olmayan bir merdiven mi yoksa az ötede kaldırılmayı bekleyen? Hayır, hayır, tam tersi, birileri çıksın diye konmuş oraya.
Tanrı’nın ellerinde kader.
İnancın uzamında aşkı ve sevgiyi coşkuyla giydiğimiz ama her nasılsa çırılçıplak kalan ruhlarımız.
Dik başlı sevdalar.
Geniş açılı ölümler. Taziye evinde yakılan ağıtlar ve yan komşuda dünyaya gözlerini henüz açmış bir bebek.
Ninniler aslında ağıtlara ters düşen.
Ağıtlar mı mutluluğu gölgeleyen?
Mutluluk yanlış bir referans mı yoksa üzünç katsayısını sıfıra eşleştiren?
Vasıflar vasıfsız.
Nitelikleri nicelikle sınırlandıran.
Heybetli adamlar…
Minyon kadın figürleri.
Aşkın hicvi ve yorgunluğun toleransı yine de hibe etmekten geri kalmadığımız anlık bir zafiyet belki de büyüyen dünyalarımızda çapulcu imgelerle sınırlandırdığımız.
Kaç beden büyük gelirse gelsin aşk…
Yol yordam bilmeden de sevenler ve sever gibi yapanlar.
Ana kıtanın yüz ölçümü yine yüzsüzlüğün de başkenti.
Bir minvalde bir yürekte ve tek bir dokunuşta asaletini duyumsadığımız aslında yalnızlığın titrine aykırı düşen bir gölge ile mimlenen yalnızlık…
Yalan yanlış arkadaşlardansa ve nankör insanlar mı yoksunluğun mizacı yoksa dolu dolu bir kalbin teklemeye başlayan iç sesi mi?
Yanılmak… hem de aralıksız.
Sevmek… nereye kadar, demeden sevmek ve inancın koşulsuz dirayeti ile hep yüklenmek hep yüreklenmek adına kıtalar aşmak yine sevginin mizacına uygun bir gövde gösterisi.
Pergeli sapladığımız o izafi çukur.
Çukurlarda saklı ölüler.
Ölülerin unutulmuş hayat hikâyeleri.
Hikâyelere eşlik eden yeni kahramanlar ve ne çok figür.
Aslına ihanet etmeden ve insanlığını da heba etmeden… dolan çukurlar.
Dolan göz pınarları.
Oysaki ağlamak yasak kılınmıştı bir zamanlar.
Sevinçten ağlayanlar ise ayrı nüktedan ayrı dokunaklı kelimeler telaffuz etmekte.
Şimdi göğe tırmanıyorum ve o kırık basamağını merdivenin görmezden gelip adımı atıyorum beyaz bulutlara.
Rahmet ne çok bulutların üstünde. Mutluluk ise çok yukarılarda demek ki ölmek için fazlasıyla neden var.
Pervazında isen ölümün aslında yaşadığına dair de bir yanılsama ise aradığın mutluluk…
Kelimeler kadar nüktedan, bir serçe kadar ürkek ve bir aslan kadar da yiğit ve cesur hele ki söz konusu anlamlardan arınıp yeni bir anlama yükleme yapmaksa ve evren bekleme yapmadan sıradan geçiriyor insanları ki müptelasıyız madem sevginin ölmeye bile değer eğer ki söz konusu sığınacak bir yürekte konaklamak ise.
Beni ben olduğum için sevmekten vazgeçmeyecek kim ise ve kelimelerim ile kabullenecek ve sevgimi daha da çoğaltacağım…
Aslıma ihanet ediyorum ve tetikliyorum kalemi hem de yorgun bir endam değil de coşkuya dair bir kımıltı ile gözlerimi yummaya hazır olduğum yeter ki sevgi galip gelsin.
YORUMLAR
Yine güzel bir yazi ellerinize sağlık , yazım kaynağınız hiç sönmesin.
Şair arkadaşım sevgiyle
Gülüm Çamlısoy
Çok teşekkür ediyorum güzel yüreğinize.
Sevgiler, selamlar.
Gülüm Çamlısoy
Çok teşekkür ediyorum.
Saygılar, selamlar...