- 1520 Okunma
- 6 Yorum
- 2 Beğeni
Kurt Marti: Gece Seansı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ev yanımda yerde oturuyordu, çenesi ellerinde, dirseklerini kıvırmış dizlerine dayamıştı. Önce gözümüzün önünde dağınık koni ışıkta oyalanan tıknaz herifi, rolüne yetersiz, Ernst’i sadece yeteneksiz bir parodi gibi sunan, yıllanmış bir komedyen sandım. Az sonra Ev’in terk ettiği eski kocası Ernst’in ta kendisi olduğunu fark ettim. Kalınca bir ipi cüsseli kirişten çatı katına doğru atmayı başarmıştı. İpin altına yakında duran sandalyeyi çekti. Ev üşüyordu, üzerinde bir çoban hırkası vardı. Onu kolumla sardım, itina ile omzuna masaj yapıyordum. Ernst külfetle sandalyenin üzerine tırmandı, ipin her iki ucu elinde, oradan aşağıya doğru tehdit ediyordu: Herkes seni parmağıyla gösterecek, bakın işte gidiyor, bu kadın, kendisine koşulsuz sadık olan kocasını ölüme sürükledi!
Boş ver, birşey söyleme, diye fısıldadım, Ernst’in o kalın ipe asla düğüm atmayı başaramayacağı zaten belliydi. Bu şapşal kendi idamını nasıl hayal ediyordu acaba? Kesinlikle bu şekilde, hiç düşünmeden bu işe girişerek başarılı olması mümkün değildi. Buna rağmen Ev yüzünü iki kolunun arasına gömdü. Utanıyordu onun adına.
Ernst öfkeyle kendi içine doğru küfür mü etmişti? Sadece söyleniyordu, sadece bir cızırdama duyuluyordu, fakat ortaya bir düğüm çıkmıyordu ve kıpkırmızı bir kafayla ve de şişmiş alın damarlarıyla tırmandı başarısız intaharcı sonunda sandalyeden aşağıya. Tam bir komedi! Kahkaha atmak geliyordu içimden, ama Ev titriyordu. Çatı katının zayıf ışığı söndü. Sanki daha fazla şefkate, daha fazla yakınlığa ihtiyacı var gibi sokuldu bana iyice, kollarımın arasında. Işık yandı tekrar, bir sonraki perde! Ernst şimdi de yazı masasında. Bir perçem kır saç düşüyordu heybetli alnına. En üst çekmeceden subaylık tabancasını çıkardı ortaya, öfkeyle şakağına dayadı.
Git işine, dedim seslice, dolu değil ki zaten. Sanki tam da bu repliği bekler gibi, tekrar el attı çekmeceye, bir zafer kazanamamış gibi değildi, mermi dolu bir şarjör çıkardı, tıkırdatarak taktı, emniyet tetiğini açtı ve namlusunu tekrardan sağ şakağına dayadı.
Hayır! diye haykırdı Ev.
Silahı indirdi, fakat bu kez sadece hemen tekrar sol eliyle sol şakağına dayamak için. Böyle daha mı iyi? diye sordu alaylı tavırla. Veya böyle belki de? Ve silahı alnına karşı doğrulttu. Veya aşağıdan doğru daha mı iyi olur, böyle? Ve namluyu katmerli çenesinin altından dayadı: Sen nasıl istiyorsan o şekilde, Ev.
Bırak, Ernst, diye rica etti kısık sesle.
Sadece geri dönersen, dedi ve tabanca namlusunu ağızına soktu. Bu hem iğrenç hem de olağanüstü komik pozda gözlerini Ev’e dikerek meydan okurcasına dondu. Veya onun yüzünün kılpayı yan tarafından arkamızda olan birşeye mi bakıyordu? Fakat arkamızda sadece odanın duvarı vardı.
Çıldırdı, diye fısıldadım Ev’e doğru, eğer dönersen seni mahvedecek.
Ernst’in yazı masasındaki ışık söndü. Ev sakinleşen bir tavırla içini çekti, elini saçının içinden geçirdi.
Şantajcı! diye tısladım ve bir nüans daha şefkatle ovuyordum omzunu.
Soluk bir ışık ağardı, üçüncü perde belliki çiftin yatak odasında. Ernst bir benzin bidonu açtı. Yüz ifadesi daha bir şaşkın olmuştu. Eğer geri dönmezsen yataklarımızı ateşe vereceğim, evimizi de, diye tehdit etti. Kısa kısa, taşıra taşıra döktü benzini yatak örtülerinin üzerine. Ev, şaşırtıcı bir sakinlik içindeydi şimdi, sitemde bulunarak: Peki çocuklar ne olacak, çocukları düşünsene!
Büyüdüler, gittiler, dedi sıkışmış bir ses tonuyla, ve sende gittin, herşeyin mahvolması kimin umurunda? Son kez söylüyorum, geri dön, aksi takdirde kendimi bitireceğim.
Öfkeyle çakmağımı uzattım: Buyur, al ve gösterini tamamla!
Herif beni git gide daha fazla kızdırıyordu. Çakmağın yerine Ev’in eline uzandı ve çakmak yere düştü. Ernst afalladı ve ağızını açtı. Henüz birşey söyleyemeden yatak odası karanlığa gömüldü. Ev dizlerime kapanmıştı, yanağını okşadım. Tanrım, bu şantajcı ona yıllarca nasıl eziyet etmiş, onu nasıl aşağılamış olmalıydı!
Ve sonra Ernst pencerenin önünde bir ipe asılıydı, ipe iki eliyle sımsıkı sarılarak hafifçe bir o yana bir bu yana sallanıyordu. Oda karanlıkta kaldı, dışarısı gün gibi aydınlıktı. Her iki pencere kanadı açık duruyordu, aşağıdaki derinlerden trafiğin uğultusu işitiliyordu.
Tekrar aynı talepte bulundu, geri dön yoksa bırakacağım kendimi aşağıya.
Ev tepki vermiyordu artık, hareketsiz büzüldü. Daha ona doğru bakıyor muydu ki?
Geri dön, diye yalvardı, neredeyse inleyerek, söyle, geri döneceğim de, daha fazla tutunamayacağım.
Bırak kendini madem! Lanet olasıca! Diye bağırdı ta içimden katıksız bir öfke, bu tiyatrodan usanmıştım artık.
Ernst genişlemiş gözlerini şaşkınlıkla, anlayışsız dikmişti bana doğru. Sonra iki elini aynı anda bırakarak saldı kendini.
Son. Perde. Karanlık.
Ev’i arkamdan çekerek çıkışa doğru yöneldim. Dışarda asansörün önünde bizi genç bir adam karşıladı. Aşağı inerken yanısıra: Ne kadar basit, ah, bir yandan birşey olacak korkusuna kapılıyor insan, bir yandan diğer bir korku, birşeyin olamaması. Aşağıda gülümseyerek açtı liftin kapısını, sanki yeni yolcuları bekler gibi önüne dikildi. Oysa gece yarısını geçmişti, caddede neredeyse trafik yoktu.