Düz Çizgi
Yeşil çantanın ön gözündeydi, küçük, cüzdanım, derinlerde bir yerde. Adım adım yürüyordum, istasyona, soğuğa doğru. Kirliydi hava, ellerim de öyle, eğildim usulca, reverans yapar gibi, sürttüm ellerimi çürümüş, taşlaşmış kara, ürperdim, üstü buz tutmuş gölün üzerindeymiş gibi. Cüzdanımı buldum sonra, eskimiş, iplikleri sökülmeye yüz tutmuş bir halde. Üşümüş ellerimle çıkardım kartımı, hızlandım, koşmaya başladım; koştukça, taşlaşmış kar, ritim tutuyordu…
Selam verebileceğim birilerini aradı gözüm, kart basma makinesinin önünde dururken, soluk soluğa kalmıştım, bakındım çevreye, ötedeydi herkes, demir parmaklıkların arkasında. “Bakiyeniz azalmıştır” ikazını işittim, zarif bir sesten, parmaklıkların ötesine geçerken. Küçük bir kulübe vardı sağımda, önünde istasyondan sorumlu güvenlik görevlisi, siyah üniformasını giymiş bekliyordu. Gülümsüyordu, tüm soğuğu bastırırcasına, derinlerde bir yerdeydi gözleri, düştükçe düşüyordu. Düşsem ardından yakalayabilir miydim o gözleri? Yavaşladım, kalabalığın içinde kalmış gibi, ilerleyemiyordum; Tam karşımdaydı, simsiyah siluet; üniforması, parmak uçları, gözleri, saçları, simsiyah… Ceketinin içine, karanlığa gömüvermişti saçlarını, hapsetmişti onları, çıkarıverseydi keşke, özgür bıraksaydı, tel tel olsaydı gökyüzü, dolansaydım o tellere, kördüğüm olsaydım. Her baktığımda yeniden doğuyordu yüzü, ayaklarım ağırlaştı, kalakaldım öylece. Bir zil sesi duydum sonra, tramvayın geldiğini hatırlatan o sesi. Adım attım istemsizce, tramvayın açılır kapısına doğru. Döndüm, kulübenin önüne baktım, yoktu, simsiyah siluet kaybolmuştu. Gözlerim büyüdü, gök kapaklarımdan çıktığını sandım. Ellerim taşlaştı sonra, tekrar döndüm, yine yoktu. Dönmeye başladı yeryüzü, ayaklarım hafifledi, düşüverdim, tramvayın kapısının dibine…
Onlarca göz gördüm, göz göze geldiğim; kimi maviydi, kimi kahverengi, kimi de siyah… Ama simsiyah değildi hiçbiri! Beton gibiydi vücudum, parke taşlarının üzerine taşımışlar beni. Ne kendimi kaldıracak dermanım vardı ne de birilerinden yardım bekleyecek telaşım… Bakıyordum öylece, amaçsızca, gökyüzünün maviliğine… Oldum olası sevmemişimdir mavi rengi, üşütüyordu, beni, ürpertiyordu. Samimiyetsizliği hatırlatıyordu bana; derinliği ve onun içinde saklı belirsizliği. Gerçeği de gizliyordu benden; gök de maviliğiyle oyalıyordu, sarhoş ediyordu beni. Ötesinde, çok çok ötesinde, bir yerlerde var olan gerçekliği, simsiyah zarafeti gölgeliyordu. Kaç tramvay geldi, kaç tramvay geçti, sayamadım, defalarca çalan zil sesleri, susmuyordu sanki… Birileri tuttu beni, koltukaltlarımdan, “işimiz gücümüz var, hadi, kalk artık” der gibi hızlıca kaldırdılar. Kaç dakika geçti, bilmiyorum, yalnız kaldım yine…
Yalnızlık, sakindi, basitti; sonsuz uzunluktaki bir kâğıda düz çizgi çizmek gibi bir şeydi…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.