SOYAĞACI
Soyağacımı daha önceden biliyordum. Eksikliklerini de biliyordum. Hatta 1800’li yıllarda doğmuş olan büyükbaba ve annelerden birilerinin halen sağ olduğunu da fark etmiştim. O zamanlar da eksiklik ve yanlışlıklar aklıma takılmış ancak uğraşmaktan vazgeçmiştim. Yani şimdi kalkacak yeniden dilekçe verecek, nüfus müdürlüğüne falan gidilecek derken üstüme bir bıkkınlık çökmüş, öylece vazgeçmiştim uğraşmaktan. Daha sonra da iş güç, şu bu derken unutup gitmiştim.
Ama yeni uygulamaya konulan ve e-devlet üzerinden vatandaşın hizmetine sunulan soyağacı uygulamasını duyunca -özellikle de aşağıda anlatacağım bir arkadaşımın sosyal paylaşım sitesi üzerinden paylaştığı yazıyı okuyunca- hop oturup hop kalktım, yoğun talep sonucu askıya alınan soyağacı sorgulamasının bir an önce açılmasını beklerken. Kayıtlarda hatalar varsa da düzeltilmiş, bilgiler daha da genişletilmiş diye düşündüm çünkü. Öyle ya, bir uygulama başlatılıyor ve bu halkın hizmetine sunuluyorsa, bunun mutlaka bir ön çalışması olmalıydı.
Bu defa alıcı gözüyle baktım soyağacıma. Çünkü bu defa birçok insan gibi benim de aklımda deli sorular vardı. Yani bu, biraz da şöyle bir şeydi benim için:
“Düğün değil bayram değil, eniştem beni niye öptü…”
Belki de şimdi abuk sabuk konuştuğumu ve abesle iştigal ettiğimi düşünüyorsunuzdur. Olabilir, sorun değil…
İnsan ağzına gem vurabilir ama düşüncelerine vuramaz. Düşünce de zaten bir yere kadar ağza vurulan geme tahammül edebilir. Sonra isyan eder ve elinin tersiyle ağzımızdaki geme öyle bir tokat savurur ki, nasıl bülbül gibi şakıdığımıza biz de şaşırırız.
Evet, yukarıda da belirttiğim gibi, özellikle soyağacına tekrardan bakmam, otuz yıllık bir arkadaşımın sosyal paylaşım sitelerinin birinde duygularını paylaştığı yazısını okumamla oldu. Uzunca bir yazı olmasa da, ben uzunca okudum. Tekrar tekrar okudum. Okudukça da bir hüzün dalgası sarıverdi yüreğimi. Ya arkadaşım tam tersi bir sonuçla karşılaşmış olsaydı?
Sonra korktum. Sevinerek ya da üzülerek soyağacını değerlendirecek olan insanların ruh hallerini düşününce korktum. Çünkü kimi kendisiyle gurur duyacak kimi de kendini kötü hissedecekti. Ki, böylesi duyguların sonucu ya ötekileşme ya ötekileştirme ya da ayrıştırmadır…
“Hadi canım sen de! Hiç öyle şey olur mu?” diyenleriniz olacaktır belki de. Ama eminim ki son yıllarda yaşadıklarımızı şöyle bir düşününce, siz de benim gibi ötekileştirme ve ayrıştırmanın ne kötü şeyler olduğunu ve nelere mal olabileceğini düşünüp bu konudaki korkularıma hak vereceksinizdir.
Şimdi gelelim yukarıda sözünü ettiğim arkadaşıma…
Anne tarafından soyağacına bakan arkadaşım duygularını şöyle dile getirmişti:
“…oğlu oğullarından olduğunu öğrendim, çok mutluyum ve sevinçten ağlıyorum. Ne mutlu Türküm diyene!”
Hemen yazdığı yazının altındaki yorumlara bakıp ilk iki arkadaşının yazdığı yorumları okumaya başladım:
“Annenin ve senin ne kadar soylu bir aileden olduğunuz zaten tartışılmazdı”
“Ben biliyorum benim kardeşim soyludur…”
Arkadaşımı tanırım. Irkçı olmadığını da bilirim. Lakin yine de düşünceye dalmadan edemedim. Nihayetin de beşeriz…
Ama daha sonradan yazdığı yazının altına yaptığı açıklamayı okuyunca rahatladı içimi:
“Yanlış anlaşılmasın. Asla ırkçı değilim. İnsan ayrımı yapan kişi en son ben olurum. Ne olursa olsun, yeter ki kendini bilen olsun. Yaratılanı severim Yaradandan ötürü..."
Şimdi de vatandaşın hizmetine sunulan soyağacı uygulamasının eksik ve yanlışlıklarından söz etmek istiyorum. Ama eksik ve yanlışlarından söz etmeden önce “anne tarafı” soyağacından söz etmek gerek. Çünkü birçok insan bunu bilmiyor. Örneğin yine sosyal paylaşım sitelerinin birinde “Neden anne tarafından soyum görünüyor da, baba tarafından görünmüyor?” diye sormuştu biri. Bunun iki nedeni olabilir. Ya kayıt aktarılırken bilgiler sehven eksik aktarılmış ya da nesepsiz yani evlilik dışı kayıt söz konusudur. İmam nikâhlı çiftlerden olma çocuklarda da çok görülür böylesi durumlar. Yani imamlı nikahlı olup da boşanan çiftlerden baba çocuğu kendi kütüğüne kaydettirip kimliğini çıkarmıyorsa, anne de bu durumda çocuğu kimliksiz kalmasın diye kendi kütüğüne kaydettirip kendi soyadını veriyorsa, bu çocuk da nesepsiz olarak kayıtlara geçer. Ve soyağacında da yalnızca anne soyağacı görülür. Özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde çok rastlanır böylesi çocuklara. Bunu eğitimsizliğe de bağlayabiliriz, vurdumduymazlığa da. Cehalet bu ya, bazen soyu ifade etmediği için kız çocuklarını kayıt ettirmeyen babalar bile oluyor. Olmaz demeyin! Oluyor, oluyor…
Bazen de imam nihahlı olup da boşanan çiftlerin ortada kalan ya da imam nikahlı iken eşlerden birinin ölümünden ve yaşayan ebeveynin ilgilenmemesinden sonra ortada kalıp kimliği olmayan çocuklara kimlik çıkarabilmek için –okul, evlilik, askerlik çağı gelen ya da çalışmak için gurbete çıkacak olan çocuklara yardımcı olmak adına- devreye akrabalar girer. Ana-baba olup kendi kütüklerine alırlar çocukları. Ve bazen de bunu, sırf çocuklar kimliksiz kalmasın diye yakın çevreden olan bir hayırsever yapar. Ve çocuk, soy bağı bulunmayan bu hayırsever ailelerle sürdürür gider soyunu…
Soyağacının hizmete sunulması beni mal bulmuş mağribi gibi bir hallere sevk etmiş olacak ki, soyağacına baktıktan sonra bayağı hayal kırıklığına uğramış, bir hayli de sinirlenmiştim. Mesela 1876 ve 1900 yıllarında doğanlar nasıl olur da sağ görünürdü halen? Neden incelenip düzenleme yapılmamıştı ki? Ön çalışma olması, her şey yerli yerine oturduktan sonra bunların paylaşılması gerekmez miydi?
Vay be!
Meğer ne uzun ömürlü soyum varmış da, haberim yokmuş...
E, madem bunlar sağ, seçimlerde oy falan da kullanıyorlar mıymış bari?
Yok ya!
Nasıl kullansınlar ki?
Ben de hepten saçmaladım…
Peki, İsmail’den ve onun sevgili eşi Zeynep’ten başka niye kimse görünmüyor ortalıkta?
Hüseyin niye öylece kalakalmış bir köşede, İsmail’in babası olarak?
Allahtan ki, karısı yanı başında da, adamcağız biraz teselli oluyor. Yoksa “Ben de burdayım! Ben de burdayım!” diye diye kafayı yerdi Hüseyin…
Soyağacına baktıktan sonra Hüseyin’i düşünmeden edemedim.
Halen de düşünüyorum tabii ki.
Hüseyin kim?
Ve böylesi düşünceler arasında gidip gelirken kendimi bir anda klavye başında BİMER’e yazarken buluyorum:
“İsmail topraktan çıkmadığına göre diğer bilgilerin bulunduğu bir arşiv olmalı."
“Eğer bir yerden göç edip gelmişlerse de, bunu bilmek benim hakkım.”
Oysa hiç merak etmezdim bunları şimdiye değin…
Saadet Ün
18.02.2018
YORUMLAR
Bu hizmet iyimi oldu kötümü oldu hala emin değilim ama bir noktaya da içten içe gülmüyor değilim.
Milliyeti ile kibirlenen ırkçı kafaya sahip bir çok İnsan aslının böbürlendiği milliyetle alakasının olmadığını anladıklarında ki yüz halleri beni çok mutlu eder
Doğu ile ilgili yazdıklarınıza şöyle bir katkıda bulunabilirim devlet bize buralara geç geldi kayıt dışı bir çok insan vardır ama bölge halkının geleneği gereği soy ağacı secere dediğimiz aile kayıtları ile yıllardır bilinir.
Örneğin bizim ailenin soy ağacı devletin arşivlerinden daha eskidir çünkü adını bildiğimiz dedelerimizin adları benim soy ağacımda eksikti
Ne diyeli Hayırlı olsun herkese.
Saadet Ün
Saygılar.