- 1289 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Franz Kafka: Bir Hokkabazın Deşifre Edilişi
Uzun süredir üstünkörü tanıdığım bir adamla beklenmedik bir anda tekrar karşılaştım ve beni iki saat cadde cadde peşinden sürükledikten sonra nihayet akşam saat on’a doğru davetli olduğum o ihtişamlı evin önüne ulaştık.
»Şimdi!« dedim, kararsız bir kaç girişimden sonra, veda etmenin mutlak bir gereksinim olduğu manasında el çırptım. Oldukça yorgundum. »Birazdan yukarıya mı çıkacaksınız?« diye sordu. Ağızında dişlerin birbirine çarpması gibi bir ses duydum.
»Evet.«
Ben davetliydim, ona en baştan beri söylemiştim. Fakat bendim yukarı çıkmak için davetli olan, çoktan bulunmayı arzuladığım yere, burada kapının önünde dikilip karşımdakinin kulaklarının etrafını izlemek için değil. Bir de üstelik şimdi bu ortamda suskun olmaya kararlı gibi durmak için de değil.
Bunun yanında etraftaki evler de bu suskunluktan payını alıyordu, ve üzerlerindeki o karanlıkta, ta yıldızlara kadar. Ve görünmez yayaların adımları, gidecekleri yerleri tahmin etmek istemiyordu insanın canı, ki rüzgâr, kendisini caddenin karşı tarafına salan, bir gramofon, herhangi bir odanın kapatılmış pencerelerine karşı şarkılar söyleyen, - kendilerini bu suskunlukla belli ediyorlardı, sanki onların servetiydi evvelden ebediyete kadar.
Ve benim refakatçim de ayak uyduruyordu - kısa bir gülümsemeden sonra - benim adıma da, duvara doğru
yükseğe uzattı sağ kolunu ve gözlerini yumarak yüzünü oraya yasladı.
Lakin o gülümsemeyi tam sonuna kadar izlemedim, çünkü bir utanma çevirdi beni bir anda. Bu gülümsemeden tanıdım onun bir hokkabazdan başka birşey olmadığını. Aylardır bu şehirdeyim bu üç kağıtçıların içini dışını çözdüm diye düşünüyordum ben oysa, geceleri ara sokaklardan el uzatmalarını, şef garson gibi karşımıza geçmelerini, durduğumuz ilan sütunun civarında saklambaç oynar gibi oyalanmalarını ve sütunun kavisinin ardına gizlenip tek gözle bizi gözetlemelerini, kavşaklarda, ürkek anımızda bir anda kaldırımımızın kenarından önümüze süzülmelerini! Oysa öyle iyi anlıyordum onları, onlar benim küçük meyhane ortamlarında ilk karşılaştığım şehirli tanıdıklarımdı, bir verimsizliğin ilk bakışını onlara borçluyum, onların şimdi yeryüzünden yok olduğunu az da olsa hayal edemiyordum, ki onları içimde hissetmeye başlamıştım. Onları çoktan atlattım dediğin anda nasıl da dikiliveriyorlardı karşında, avlayacakları kimseleri kalmadığında! Nasıl da oturmuyorlardı, nasıl da düşmüyorlardı, bilakis öyle bir ifade vardı ki bakışlarında, öteden de olsa ikna ediyorlardı insanı! Ve yöntemleri daima aynı idi: Önümüze dikilirlerdi, olabildiğince iri; alıkoymak için bizi, hedeflediğimiz şeyden; onun yerine göğüslerinde bir konak açarlardı bize, ve nihayet biriken duygularımız şaha kalkınca, kabul ederlerdi sarılarak, kendilerini oraya bırakarak, yüzleri önlerinde.
Bu defa birlikte onca vakit geçirdikten sonra çözecektim bu bayat oyunları. Parmak uçlarımı birbirine sürtüyordum, bu rezaleti hiç yaşamamış olmak adına. Adamım hâlâ orada yaslanmış halde duruyordu, kendisini hâlâ hokkabaz sanıyordu, kaderine memnun kızarmıştı görünen yanağı.
»Söbe!« dedim ve hafifçe omuzuna dokundum. Sonra aceleyle merdivenlerden yukarı fırladım, ve yukarıda fuayede hademelerin o sebepsiz sadık suratları beklenmedik bir sürpriz gibi mutlu ediyordu beni. Hepsi ile sırayla bakıştım, pardesümü ve çizmelerimin tozunu alırlarken. Derin bir nefes aldım ve dimdik ayak bastım büyük salona.