Pupa Tecavüzü
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Asırlardan bu yana insanın hiç durmadan yaptığı şeydi ‘aramak’. Sanki Tanrı insan zihnini uçsuz bir labirentte terk edip “hadi ” demişti. Bundan sonra dört bucak bir arayış başlamıştı. Kimi kendi büyük ve sonsuz arayışında aradığı hiçbir şeyi bulamamış, kaybolmuştu. Kendini düştüğü çukurun kuytularından bulup çıkarmaktı artık gayreti. Kimi kendince bir şeyler bulmuş ama bulduklarından tatmin olamamış, onları inkar etmiş, başka bir arayışa koyulmuştu. Kimi ise bulduklarına inanıp, onların ışığında yeni şeyler bulması gerektiği için yine sonsuz bir arayışı seçmişti. Hangisi olursan ol mütemadiyen bir arayışın kaçarı yoktu.
Ekin için de böyleydi. Kendini , aşkı, evreni arayıp duruyordu hep. Pencere önünde ölmüş küçük bir kelebeğe takılı kalmıştı gözleri. Ölüm onda dahi anlaşılmayan bir lisandı. Ölürken acı çekmiş midir acaba diye düşündü. Sinir sistemi olan her canlıya acı çekmek bir hediyeydi. Yahya ile kelebek hakkındaki sohbetleri geldi aklına. Ekin kelebeği şu ceberut evrene nazaran, zayıf, zarif ve masum gördüğünü söylemişti. Yahya ise tek kaşını kaldırıp her zamanki bedbin tavrıyla kelebeklerin renklerine göre zehirlilerinin olduğundan, tırtıl döneminde kardeşlerini yiyen kanibal olan cinslerinden, yedikleri iğrenç şeylerden, kandırdıkları karıncalardan ve daha bu ilk anlattıklarını son derece sıradan kalmasına neden olan; pupa tecavüzünden ve bunun tüm çirkin ayrıntılarından. Oysa Ekin kelebeğin koza ve değişim öyküsünün hep çok tasavvufi olduğuna inanırdı. Büyük bir yanılsama. İnanmak yine bir gerçekle katledilmişti.
Saate bakınca geciktiğini fark etti. Elindeki fincanı tezgaha bırakıp giyinmek için yatak odasına geçti. Ekin orta boylu, ince bir kadındı. Koyu, uzun saçlı ve geniş alınlıydı. Dolaptan siyah kadife bir elbise çıkardı. Kabanını giyerken telefonu çaldı. Arayan Yahya idi. Aşağıda bekliyordu, hızlıca saçlarını kabanın içinden çıkarıp aşağı indi.
Hastaneye geldiklerinde sessizliği Yahya bozdu. “Sohbetinize de doyum olmuyor beyaz önlüklü köle” dedi. Dikiz aynasından Ekin’e bakarak “ Suat Hocanın bize çömezken dediğini hatırlıyor musun? Canlılar; insanlar, hayvanlar, bitkiler ve onların altında asistanlar ha bir de intern’ler var ama onlar canlı formu bile sayılmazlar, geçen ben de aynısını bizim çömezlere dedim”. Ekin hiç duymamış gibi sadece “hadi gecikiyoruz” demekle yetindi.
Birlikte Suat Hocanın odasına doğru yürüdüler. İçeri girdiklerinde Suat hocayı yine darmadağınık bir masada bir şeyler okurken buldular.
“Hah, geldiniz mi çocuklar? Sizden mailde de bahsettiğim gibi bazı laboratuvar deneylerini yeniden yapmanızı istiyorum”
Ekin tereddütle “Hocam bir gelişme var mı? Bunun ne olduğunu ya da nedenine dair yeni fikirleri olan var mı? dedi.
Suat Hocanın tuhaf bir el tiki vardı. Sol elini bir şeyi işaret eder gibi yapıp iki kez dışarı doğru hızla hareket ettirirdi. Heyecanlanınca bu istemsiz olarak tekrarlanırdı. Ve bu adam bilme tutkuyla bağlıydı. O bu hareketi en çok ders anlatırken yapardı. Onu izlerken onun bir bilim adamından çok, bir deli olduğunu düşünebiliyordunuz.
“Hayır, Ekincim yok. Aynı şeyler, bildiğimiz. Hamilelikte ikincil dönemde fetüs annenin bağışıklık sistemini çökeltip, küçük bir enfeksiyonla bile hayatını kaybetmesine sebebiyet veriyor. Bütün hastalarda aynı semptomları izliyoruz. Yaptığımız hiçbir müdahale bağışıklığı güçlendiremiyor. İkincil trimester dönemde başlayan bu semptomlar hep hem annenin hem de fetüsün ölümü ile son buluyor.”
Odadan çıkarken Ekin Yayha’ya bu neden oluyor der gibi baktı. Yahya kaşlarını kaldırıp yüzünü iki yana sallarken “Bilmiyorum” diye mırıldandı.
“Belki evren dünyayı bu denli müsrifçe kullanan insandan intikam alıyordur” dedi Ekin. Yahya tam bir şey diyecekken vazgeçti, başını onaylar gibi salladı.
....
Yere çöktü. Dizlerini kendine doğru çekip, eliyle alnını tuttu. Dışardan gelen ayak seslerini duyunca kalktı. Elleriyle gözaltlarını silip kapıya doğru ilerledi.
“Ekin burada mısın?" derken kapıyı araladı Yahya. Ağladığını fark edince ne diyeceğini bilemedi. Böyledir bazı adamlar. Birinin ağlamasını görmek duymak etinden et çekilir gibi acıtır onları.
“Yapma bunu Ekin bu senin suçun değil, kimsenin hiç kimsenin suçu değil biliyorsun.”
Ekin kafasını iki yana sallayarak yüzünü Yahya’nın göğsüne bastı.
Yahya Ekin’i omzundan tutup çekti. “Bulacağız er ya da bulacağız biz başaramazsak bir başkası bulacak emin ol bunun nedenini araştıran bir sürü ülke ve bilim insanından biri muhakkak bulacak. Ve o zaman artık ne bir anneyi ne de bebeğini kaybedeceğiz” dedi.
O qué.
YORUMLAR
Ben de ona şiir yazmıştım. Rahmetle...
en büyük ütopyadır:
bisikletin göçü
kavimleri bile ağlatan bir yağmurun
en mehrecan yerinde
yüzümde eylül
bir tül çeyizi hayat sanki ilk gebeliğimde sana karşı
o kadar beyaz geliyor saklanmak
safran sandığın zembereğine oturunca acıyla işlenmiş bir dantel
mum ışığından damlayan iğne oyası
kasnağı felek
tennuresi şiirdir her alfâbenin
her şeyin kökünde şiir vardır
bir cinas, -az lirik
artık
pippa bacca beyazında
ölmek istiyorum
bir bisikletle göçersem
yol ağlar mı sevdiğim
sana ve bana
bir de hicrâna
O qué
Benim hayatımda genel olarak da böyle zaten. Elbette tersi durumlar da vardır .
Öpüldünn.