Anıkara
Şehre ilk adım attığınız an’da üzerinize sinen bürokrasi kokusunu atmanızın imkanı yoktur. Çünkü yaşlı memurlar ve emekliler size bu bürokrasinin resmini çizer. Bu resim çok seslidir. Baktığınız her yerdedir. Yaşlı ayakta zor durmasına rağmen çarkın içindeki görevini yapmakta direnir. Görev süresi bitirse de alışkanlıkları yakasını bırakmaz ve her sabah mesai saatinde atar kendini Ankara’nın gri sokaklarına.
Simit alabildiyse yüzü güler o gün yer veren akranını nazikçe reddeder ve bir cama yaklaşarak, yollara gülümser... Kimi de inatla bakar yola sanki her tekerlek dönüşünde bir şey kazanıyor ve zafere bir adım yaklaşıyor. Ömründen verdiğinden habersiz...
Ve Ulus’ta muhiti olduğunu belirten bir eda ile iner. Etrafına bakınır. Birilerine selam verir gibi olur ama vermez. Çok uluslu cemiyetten kimseyi tanımaz cemaatten ise kimse Ulus’ta bulunmaz. Sert adımlarla ilerler, merdiveni değil düz yolu tercih ederek yolunu biraz daha uzatır ve gençlik Parkı’na girer. Bu giriş öyle bir giriştir ki...
Hiç bir genç böylesine güven ve heybetle girmemiştir o ana dek. İçeriye girişle daha da mağrurlaşır adam. Timur’un torunu misali baştan başa arşınlar parkı. Göz ucuyla oradakilere göğsüyle de parka bakar...
Buluttun, suyun ve çimenin sahibi olur bir an’da.
Sahiplenir tüm doğayı...
Resmi olan her şeye inat ve kendinden bir ses duyar gölün diğer kıyısından gelen bu ses
"Sev kardeşim" der. Bu kardeş sese kulak verir ve tebessüm ederek ilerler...
Kardeşin yanına gider. Bakır fincanda kahvesini içer kardeşiyle konuşur ama Bürokratlar o’nu rahat bırakmaz ve bir anda ensesinde "Ben Samsun Vekiliyim ve nargile içmek istiyorum" sesiyle tüm huzuru o’nu terk eder. Kardeşinin sesi kesilir ve bir kaç kalıp bir den küçülen bedeni âdeta erir.
Bürokratların kini ve azgınlığı karşısında varlığının silinişini izler pencerenin buğusunda...
Kın kusmukları o’nu dışarıya atar...
Ellerinden gelseler dünyadan silerler adamı; adam ama onlara göre hiçi. Çünkü onlar için ben dışında sadece hiç vardır ve onların gücü tüm hiçleri yönetme yetisine sahiptir.
Dışarı çıktığında Ankara’nın kara göğü yerle birleşmiştir. Ve bu karanlık o’nun başını döndürdü. Ayakları sendelendi...
Gözlerine hükmedemez oldu.
Önce sağ ayağı sonra omuzu toprağa sarıldı.
Anlında oluşan ıslaklık zihnine bir ferahlık verdi.
Su da koca binanın yanında çocuklarını bayram’da bindirmek için geceleri mesai’ye kaldığı dönme dolabı gördü. Dolap onun ellerini ve ayaklarını yuttu. Van Gogh göz kapaklarına yıldızlı gece tablosunu su damlalarıyla çizdi. Beyninde karıncaların ayak seslerini ’’Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim. ’’ şiirini söylerken dili gayri ihtiyari dışarı çıktı...
Nefes alış verişinin sesi duyulmaz oldu.
Sonraki gün gazeteler de Lunapark canavarı aranıyor haberleri yerini aldı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.