Savaşlarda Din Etkisi
Çaldıran Savaşı
Savaşın nedenleri:
Çaldıran Savaşının nedenlerine gelince, aslında Yavuz’un Türk İslam dünyasına hükmetmek gibi bir ideali olmakla birlikte, bu yönde kendisini Şafi Kürt aşiretleri de kışkırtıyordu.
Özellikle de Akkoyunluların Diyarbakır ve Tebriz sarayında, önemli görevlerde bulunan Molla İdris-i Bitlisi, Akkoyunluları ortadan kaldıran Şah İsmail ve mezhebine karşı kin ve öfke içindeydi. Fakat ll. Beyazıt’ı savaşa ikna edemedi.
Safavi yönetimine giren Doğu Anadolu’da: Şafi kesimler Şaha karşı çıkıp Osmanlıyı kışkırtırken, Dersim, Sivas ve Erzincan yöresindeki alevi Kürtler ise Şahtan yanaydı.
Bu sırada ortaya çıkan Şah Kulu ayaklanması, Osmanlı Safavi ilişkilerinde bir dönüm noktası oldu ve Yavuz, tahta geçer geçmez İdris-i Bitlisi ile temasa geçerek, savaşın ön koşullarını oluşturdu.
Savaşın sorumluluğunu karşıya yıkmak ve haklılığını kanıtlamak amacıyla, yayınladığı fetvada, Alevilerin Allahsız, dinsiz ve sapkın olduklarını ilan etti. Yavuz’un Şeyhülislamı olan Nurettin El Hamza’ya hazırlatıp yayınlattığı fetva şöyledir.
5316 Erdebil’de Safavi Külliyesinin bahçesinde Çaldıran Şehitleri
“Ey Müslümanlar, bilin ve haberdar olun ki, reisleri Erdebil oğlu İsmail olan Kızılbaş topluluğu, Peygamberimizin şeriatını, sünnetini, İslam dinini, iyiyi ve doğruyu açıklayan Kuran’ı küçük gördüler. Allah’ın yasakladığı günahları helal gördüler… Onlara sempati gösteren, batıl dinlerini kabul eden veya yardımcı olanlar da kafir ve dinsizdirler. Bu gibi kimselerin topluluğunu dağıtmak bütün Müslümanların görevidir. Bu arada Müslüman
lardan ölen kutsal şehitlerin yeri yüce cennettir. O kafirlerden ölen ise, hakir olup cehennemin dibinde yer tutacaklardır. Bu topluluğun durumu kafirlerin halinden daha kötüdür. Bu topluluğun kestiği ve avladığı hayvanlar murdardır. İslam’ın Sultanının onlara ait kasabalardakileri bütün insanları öldürüp mallarını, miraslarını, evlatlarını alma hakkı vardır. Bu şehirde de (İstanbul ) onlardan olduğu bilinen veya onlarla birlik olduğu tespit edilen kimseler öldürülmelidir. Bu türlü topluluk hem kafir ve imansız hem de kötülük yapan kimselerdir. Bu iki sebepten onların öldürülmesi vaciptir. Dine yardım edene Allah yardım eder. Müslümanlara kötülük yapanlara Allah kötülük yapar.”
Görüldüğü gibi Yavuz’un talimatıyla hazırlanan fetva ile katliama zemin hazırlamak ve Alevilere yönelik kin ve nefret duygularını artırmak için her türlü yönteme başvurulmuştur. Bu amaçla Alevi katliamına önayak olan izin fetvalarından biride, şeyhülislam İbnül Kemal tarafından yazılmıştır. Bu fetvada da “Kızılbaş topluluğu, şer’i yasalar gereği öldürülmenin helal olacağı ve İslam askerlerinden onları öldürenlerin gazi, bu uğurda ölenlerin ise şehit olacağı” dile getirilmiştir.
Tabiî ki, savaş öncesinde bu fetvanın gereği yerine getirilirken Osmanlı Tarihçilerine göre 40 bin, Safavi tarihçilerine göre 100 binden fazla Alevi katledilmiştir. Genellikle devleti arkasına alan Şafi Kürtler, Alevi Kürtleri ve Alevi Türkmenleri katletmiştir.
Savaş anında da, ateşli silahlarla pek çok Türkmen öldürüldüğü gibi, Osmanlının kayıplarının da Safavilerden daha az olmadığı söylenmektedir.
Ve yine İran kaynakları reddetse de Şahın da düşmanlarına karşı çok acımasız olduğu ve özellikle de Akkoyunlu soyuna karşı duyduğu öfke ve nefretin hiç bitmediği, hanedan soyundan başka, Akkoyunlulara bağlı tüm boy ve oymaklarla, Tebriz’deki Sünnileri merhametsizce öldürttüğü ileri sürülmektedir.
Çünkü Yavuz Sünni inançlar doğrultusunda ne kadar keskin ve radikal düşüncelere sahip ise Şah İsmail de en az onun kadar keskin ve radikal bir Ehlibeyt inancına sahipti. Ör: bastırdığı sikkelere 12 İmamın isimlerini yazdıran Şah İsmail, Kelime-i şahadet ifadesinin sonuna da “Aliy-ül Veliyüllah” ekini getirerek Ali’yi yüceltmekteydi.
Cami ve tüm toplantılarında Ebu Bekir, Ömer, Osman , Muaviye ve Yezit’e lanet okuyan Şah İsmail, aksine hareket edenleri katletme emri vermiş ve bunların adlarının kullanılmasını yasaklayarak, bir numaralı Ehlibeyt savunucusu durumuna gelmişti. Bu yüzden İslam şovenizmi ve Arap milliyetçiliği yapan Emevi ve Abbasi karşıtı kitleler Şahın etrafında toplandı.
Fakat aslında Yavuz’unkine benzer katliamların İran’da Şah 1. Abbas (Büyük Abbas) döneminde yaşandığı, Alevi, Sünni ve İsmaili olan İran’dan, Şii bir İran yaratıncaya kadar onun da yüz binlerce insanı öldürttüğü çoğu tarihçilerin birleştiği bir noktadır.
Ayrıca Osmanlı-İran savaşları Çaldıran’da bitmemiştir. İran’daki Türk devletleriyle, Osmanlının savaşları hep sürüp gidecektir. İlginçtir, sıcak bir çatışmaya dönüşmemiş olsa da İran ile Türkiye arasındaki soğuk savaş da hiç bitmemiştir. Bu durum belki de konumlarının ve koşulların gereğidir, diye düşünüyorum.
Burada üzerinde durmak istediğim en önemli hususlardan biri de devlet ve yönetenin dini tarih boyunca kendi çıkarları doğrultusunda kullanmış olmasıdır.
Yukarıdaki fetvada da görüldüğü gibi Yavuz Sultan Selim’in, Türk-İslam Dünyasına hükmetme arzusu, tümüyle dinsel bir temele oturtularak, Müslüman halkın dini adına savaşması istenmektedir.
Çünkü askere, devletin veya padişahın adına savaş deseniz, bu angarya gibi gelir. İçten ve istekle savaşmaz. Askeri en çok motive eden iki şeyden birincisi, dinine hizmet, ikincisi de yağma yoluyla sağlayacağı kazançtır. Ve başlangıcından bu güne dek savaşlar bu iki temel üzerine oturtulmuştur. Tabii ki bir de şehitlik.
Hatta dünya tarihi dikkatle incelenecek olursa, bugüne dek yapılan tüm savaşlarda dinin az veya çok miktarda etkili olduğu ya da araç olarak kullanıldığı görülecektir. Oysa dünya tarihinde yapılan şavaşların gerçekten dinsel temellere dayandırılabilecek olanları %5’ten azdır.
Yani asıl neden ekonomik kaynakları ele geçirmektir, sömürmektir, yönetenin sidik yarışıdır, kişisel hırs ve intikam duygularıdır, ama neden ne olursa olsun, dönüp dolaşıp dine getirip dayandırılır. Savaşa bir din savaşı süsü verilir.
Son yıllarda Batılılar buna demokrasi ve barış kılıflarını uydurarak, savaşın dini boyutu kamufle etmeye çalışmaktadır. Fakat sonuç olarak insanların barış ve mutluluk içinde kardeşçe yaşamasını amaçlayan dinler, bunların karşıtı savaşlara araç olarak kullanılmaktadır.
İşte ben bunun için dini yönetimlere sıcak değilim ve bunun için Laik devleti benimsiyorum. Çünkü bir tarih öğretmeni olarak görüyorum ki, tarih boyunca dini çıkarları için kullanmayan hiçbir devlete rastlamadım. Bu da dinlerin insanlara hizmet anlayışından uzaklaştırılarak, devletlerin ve yönetenlerin çıkarlarının hizmetine verilmesi anlamına gelmektedir.
Bu güne dek tarihte görülen en büyük kıyım ve kırımlar da din temelli olmuştur. Haçlı zihniyeti ve vahşeti, İslam’ın İran ve Turan’da yaptığı katliamlar gibi dini yayma amaçlı olanlar bir yana, Müslümanların ve Hıristiyanların kendi aralarındaki savaşların milyonlarla ifade edilen katliamları da hep din adına gösterilmiştir.
Örneğin yukarıdaki Çaldıran Savaşı örneğindeki fetvayı veren Şeyhülislam, Yavuz’un Mısır Seferine nasıl bir bahane uydurmuştur? Çünkü Mısır’daki Memluk Devleti Alevi değil Sünni idi. Ama bilindiği gibi Şeyhülislam Bey, hiç zorlanmamıştır. Bu kez de Mısır’ın, Alevi İran ile işbirliği yaptığını belirterek, yine savaşa dinsel bir amaç yüklemiştir.
Çünkü askerin büyük bir fedakarlık ve cesaretle savaşması için şehitlik gibi her iki dünyanın en yüksek makamı din ile vaat edilmektedir.
Yani dini, çıkarlarına araç olarak ve silah olarak kullanmayan bir devlet yoktur. Bu durum bugün de aynı devam etmektedir. Bunun için dinin, gerçek işlevine kavuşması, devletin keyfiyetinden kurtarılması için Laik devleti savunuyorum.
Hatta Şii Şeriatının İran’da, adalet ve güvenlik gibi temel konularda sağladığı başarıları görsem de, ileride kötü niyetli birkaç yöneticinin din adına diyerek kendi çıkarlarını halka dayatmasıyla her şeyin tuz buz olabileceğini düşünüyorum. Fakat tabii ki bu durum, benim sorunum değil, devletler ile halklarının sorunudur.
Benim bunları burada yazmaktan amacım, ne İran’da şeriat ile sağlanan bazı güzel uygulamalar, ne de Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye’de laiklik adına yapılan yanlışlar, temel düşüncelerimde bir değişiklik yaratmamıştır. Yazdıklarım, İran’da görüp yaşadıklarımdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.