- 845 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bu yaşanmış bir gerçektir Olayın kahramanı arazi bekçisi ile bir yılandır Bekçi rahmetli Mevlüt efendiyle on yıldan fazla komşu dostluğmuz oldu. aynı yerde bahçem olduğundan. Olayı anlattı anlatırken o anı yaşıyor gibiydi etra
Bekçi Coca Dayı
Mevlüt Dayı anısına
(rahmet olsun)
Bekçi kulübesinde yalnız yaşıyordu.Bulunduğu yer bir vadiydi.
Vadinin ortasında bir dere, derenin iki tarafı ağaç, bahçeler
bostanlar,çayır çimenlik.Yamaçlar meşelik,çalılık,otlakiye…
İlkbahar gelende kar sularıyla dere coşar ki…Uğultusu vadiye sığmaz
,yamaçlara yansır, uzaklardan duyulur… Bazen deliliği tutar,yatağına sığmaz
,taşar, koca vadi sular altında kalır…
Mısırın Nil’&i gibi..
Şubat ayından itibaren çimenler yeşermeye, ekinler gövermeye başlar…
Toprak kabarır,ağaçlar dumura durur, güney yamaçları çiğdemler bürür,
sarı,beyaz,maviş hercai çiçekler…Çiğdemleri papatyalar takip eder,çakır
beyaz sarı beyaz desenli papatyalar…Onları gelincikler, menekşeler,çayır
gülleri izler…
Nisan ayında meyve ağaçları çiçeğe bürünür…bahçeler çiçek demeti olur.Mayıs’
ta kavaklar,
ak serviler yapraklanır,pisi pisiler uçuşur…
Tüm vadi çiçek tozundan bulutumsu olur . çiçeklerin tozlaşması
döllenmesi doğanın gizemli gücü…Bağında,bostanında,bahçesinde çalışan,
didinen insanlar
kadınlı erkekli aile boyu…
Dallarda yuva derdinde, eş arama derdinde,telaşında olan kuş ve kimi
yuvada yavru cıvıltıları… vadi cennetten bir köşedir artık.
O, işte bu güzelim vadinin bir parçasıdır, otuz yıldır değişmeyen tek bekçisi..
burada yatar kalkar. Kuş çığlıklarıyla uyanır, çayını kor,
bir bardak çaydan sonra değneğini eline alır; görev alanı olan beş altı km.
vadiyi dolaşır. Sabah turunu tamamlayıp kulübesine döner.Yine çayını demler,
mevsimine, o günün havanın durumuna göre içerde, camın önünde, ya da dışarıda
,balkonunda, salkım söğüdün serinliğinde kahvealtısını yapar. Yorgunsa biraz kestirir.
Dinlendikten sonra yine görevi başına. Akşama değin.Otuz yıldan beri süren bir yaşam.
Akşamları bekar hanesinde, nevalesini atıştırdıktan sonra, karyolanın üstünde uzanıp
mevsimine göre kuş, kurbağa, cırcır böcekleri.., seslerini dinler,dinler… Efkarlanır,
çoğu kez rakıdan bir iki bardak atar, bu da tek keyfidir Coca babanın. Böyle olsa da
içmeye gelenleri sevmez. Hele içip de zırıltı edene,ya da edenlere gıcık olur; değneğini
çekip
‘ haydın bakalım, burayı terk edin!..’ der,kovar.Direnenlerin üstüne hışımla yürür…
Oysa bir yumrukluk canı var mübareğin. Ama
cürümüne bakılmayınız , ejderha kesilir..
Kişiler de genellikle tanıdık bildik gençlerden olduğundan ona direnmez, hatırını kırmaz,
tersine bu disiplinine alışkın olduklarından sessizce toplanıp giderler. Bu titizlik halini
severler de.
Otuz yıl içinde neler görmüş neler, neler yaşammamıştı ki. Anlatsa saatler değil
günler sürer; oturup yazsa ciltler dolusu tutarmış. Onu böylesi diri tutan parçası olduğu
bu doğa ve buradaki yaşamı olduğunu söylerdi hep. Hangi ağaçta hangi kuşun yuvası
olduğunu, hangi çalı
altında hangi canlının saklanma yeri, ini, yuvası olduğunu;
nerede yılan, nerede tilki, porsuk, kirpi olduğunu bekçi Coca emmiye sorun. Kimlerin
çevrede hırsızlık yapar olduğunu bilir, kayıp olanı, çalınanı, eliyle koymuş gibi bulur,yakalar.
Herkesin malını mülkünü
bağını bostanını kendi öz malıymış gibi sahiplenir korur.Su sırasını ayarlar,kimsenin sırasını
kaptırmaz. Sıraya uymayanlara, başkasının bağına,bostanına izinsiz girenlere karşı
kükremiş aslan,kaplan kesilir. Bunca uzun süre Çiftçi Mallarını Koruma Derneği tarafından
görevinin devam ettirilmesi boşuna değil elbet!
Ufacık, tefecik, sevimli halinden dolayı ‘Coca ‘ demişler…
Coca; ‘coca dayı’ ona ikinci ad olmuş, öyle ki hemen herkes onu bu ikinci adıyla bilir; yiğit
lakabıyla anılır olmuş, tıpkı bazı eserlerin yazarlarından önce anılıyor olmaları gibi.
Ama saygıda kusur edilmez, etmezler; adıyla seslenir, adıyla anarlar. Bu da ona olan
sevgi ve saygının kanıtı olmalı.
“Bu semte neden Kargalı denmiş!..” dedikte;
“Burada o kadar çok karga vardı ki… kargadan geçilmezdi, daha çok
kara kargalar… vak vak bir çirkin sesleri var ki mübareklerin!”
“Şimdilerde pek karga yok!”
“Olmaz tabii başı boş kediler kuşlara göz açtırmıyor. Sade karga değil türlü türlü,cins cins
kuş cıvıldardı.! O kadar güzel,o kadar değişik sesi olanlar vardı ki! Hele baharın ,marttan
haziran sonlarına kadar.”
Çevreye hüzünle bakınıp, şöyle kollarını açıp elini sallayarak;
”O cinsler, o türler, o sesler şimdi neredee… saatlerce kendimrden geçercesine dinler,
bir hoş dinlenmiş mutlu olurdum.”
“Bu semte bekçi tutulmasının nedeni kargalar mı !?” dedim.
“ Ne bileyim…sadece onlar değil elbet. İnsanın , insan topluluğunun olduğu yerde çeşitli
sorunların olması kaçınılmazdır. Örneğin en başta su sırası başlı basına bir sorun
oluyor yaz aylarında. Sonra sınır sorunu, mal davar zararı… derken bir düzenin olması
gerekir. Bu her yerde böyledir..
Bura, bu semt, bu sulak vadi ilçe halkının can damarı,geçim kaynağıydı. Pek çok üzüm
bağları vardı. pekmez , pestil yapılır,kurutulur…”
Dedi mendiliyleyüzünü gözünü sildi, devamla;
”Şimdi fabrikalar var, herkes oralarda iş peşinde. Buraları kim ne yapsın! Bir bakıma
kaderine terk edilmiş… Eskiden burası üç bölge,üçbekçilikti” Anlattı da anlattı Coca dayı…
Kendisiyle tanışalı on /on iki yıl oluyor…
İki yıl önce eşini kayıp etmişti..Şimdilerde tümden yalnızdı..
Boynu bükük, dalgın... ‘Ah! eder, derinden’ ahlar ‘çeker; ‘her şey boşmuş!..’ sesi titrer,
gözlerini siler... Yine de görevden yana yerinde durmaz,duramaz.. Son zamanlarda eski
model bir motosiklet almış,ona atlar çevreyi dolaşır, kendi değimiyle, ‘kolaçan’ eder döner…
Sorulduğunda ; “ ben karıya,gel,burada kal.. derdim,demeye derdim de gelmez di,
‘orada,ağaçlar arasında,kurdun kuşun, börtü böceğin içinde ne yapayım!..’derdi, rahmetli!..
. gelseydi belki daha yaşardı...”
“Sen eşinin yanında,hiç olmazsa akşamları evinde kalsaydın ya!::”
“ Ben nasıl kalırdım! burası ne olur, buranın belalıları geceleri ava,tava çıkarlar.
Sonra ben buradan ayrılırsam yaşayamam, ölürüm.”
Dediği doğruydu,o, bu doğayla ruhen bütünleşmiş,bedenen uyum sağlamış…
Bir ağacı sökün başka iklime götürün,tutmaz, kuruur. bir kuşu,bir yabaniyi kafesleyin…
mutlu olmaz,dahası uğmaz, buz kitlesini yerinden sökün erir,akar…
O da böyleydi ve tüm bunların bilincinde olarak ;’buradan ayrılırsam yaşayamam !.
’.diyordu..
Ve bu kış çok sıkıntı yaşadı. Hastalanmış; hala terliyor,öksürüyor… yorgunluğu
yüzünden,gözlerinden akıyordu…. Bir yandan zaturriyye, bir yandan yüksek tansiyon…
‘Geceleri uyuyamıyorum, kabuslar görüyor,kalkıp çay,ıhlamur demliyor… sabahı
bekliyorum… Bahar gelirse bir şeyciğim kalmaz..’ diyor,diyor ama baharın da geleceği yoktu…
kış da uzamış da uzanmıştı bu sene…
Kış uzadıkça,karamsar oluyor,
‘kurtuluşum yok,yok artık… korkarım baharı göremeyeceğim… bir şey değil de burada bu
kulübede ölürsem, kimselerin haberi bile olmayacak!.. Hastane, hastane dolaşıyor
gidiyor geliyorum… değişen bir şey yok…’
O, yani felek, yakama yapışmış gibi…2
der, korku ve endişelerini anlatır,öksürür,terini siler,ahlar çeker, bekçimiz Coca emmimiz.
Derken bahar gelmiş,karlar erimeye başlamış, görev alanı,Kargalı vadisi bahar suyu ile
kendine gelmiş,kış uykusundan uyanmış; toprak mayalı ekmek gibi kabanmış, çimenler yeşermiş,papatyalar,sarılı,beyazlı çiğdemler belirmiş,tüm vadi bahar rengine bürünmüş…
Kulübesinin hemen önünden akan, vadiyi vadi yapan dere, eriyip gelen kar ve yağmur
sularıyla çağıl, çağıldı…Dallarda kuş cıvıltıları,çiçekten çiçeğe uçuşan arılar,kelebekler…Tilkiler,tavşancıklar… fingirdiyor. başı boş köpeklerle kovalamacadalar, vadide…
Sanki tüm doğa,doğanın tüm canlıları onun iyileşmesi için duada ve görevi başında
olmasında sevinçlerini gösteriyor gibiydiler.
Neşesi gelmiş ,motoruna atlayıp sevdalısı olduğu vadinin kmlerce olan kargalı vadisini
dolaşıyor,dolaştıkça kendini daha iyi his eder.oluyor.… Çoktandır kendisini motorunun üstünde
,kontrol gezisinde görünler, seviniyor, sarılıyor,’geçmiş olsun diyor,kimileri de haydı hayd
ı kefeni yırtmışsın’ deyip takılmaktan geri kalmazlardı.
Gerçekten onun yokluğu,tüm vadide belli oluyor; arklar yıkık,sular yolları bozmuş, hayyamiler
çalı altlarını tutmuş, her taraf şarap ve rakı şişeleriyle dolmuş; kuşlar bile ya suskun,ya
hüzünlü seslerle yakınır Cocalarını arar sorar gibiler…Neyse ki şimdilerde herşey eski güzel
haline dönmekte , emektarları yine içlerinde,yanlarında,yanı başlarında görmenin
mutluluğndalar…
Her şey iyiydi,güzeldi ama, kalbi dayanamaz olmuştu emektar ihtiyorın,, Üstelik iyiden iyiye zayıflamış,rüzgardan uçaacak,yuvarlanacak gibi…
Kışın zatüreyle,tansiyonla uğraşmış,bahara zar zor çıkabilmişken şimdi de kalbi sıkıştırıyor…
‘Gidiciyim,artık, gidiciyim… toprak beni çekiyor!..
‘Hele acele etme kendini korkutma…Sağlığına kavuşmuşken!..
Kokar ya, bahar toprağı…mayalı ekmek gibi kokar… “ dedim ise de;
“Bu öylesi koku,öylesi kokma degil,bu çok değişik bir koku…
Topra uzanasım,toprağa gömülesim, toprağı yiyeseim
geliyor’…Diyor,gözünü toprağa dikip hüzünle bakıyor,bir avucç toprak alıp kokluyor, kokluyor…
oh dedikçe,rahatlıyor…
“Rüyalarım, rüyalarım bile değişti… karım beni çağırıyor
uyandığımda rüya olduğuna hem seviniyor,hem üzülüyorom…”
“Rüyadır,hayıra yoralım da hayır olsun!..” diyoruz…
“ hayara yoralım, yoralım da içim rahat değil kötüa bir şeyler olacakmış kornku ve
endişesi var di içimde” dedi . gözünü kalmakta olduğu bekçi binasının kapı üstü
siyecine dikerek:
“ mayısın sonları bir gündü. Uğursuz bir gün…
Güneş kızgın,bulutlar tedirgin,rüzgar bir diniyor,
bir fırtınalaşıyor
Çimenlerin,çiçeklerin kokusu ağırlaşmış ,boğucu,
kuşların ötüşü çığlık…
Yaz kış ,gece gündüz kalmakta olduğum bu kulubenin çatı altı
toprak kısmında yıllardır yuvalanmış, kendisiyle kavgasız,nizasız
geçinip giderlerken, yavrularına bile sevgiyle baktığım, dostum
bildiğim yılanın, ettiğine bakın!” Sesi titriyor dili pelteleşiyor gözü siyeçte,
oraya çakımış, ayıramıyor gibiydi.
“ Anlat hele ne oldu sana o dediğin gün ne oldu ki seni bunca sarmış!”
“ Sormayın, ah sormayın olan bana işte o gün olru.. o uğursuz günden beri
ölü gibiyim ölü can mı derler canlı ölü mü derler işte öyleyim. Keşke karımın
beni çağırdığı gece sabaha çıkmayaydım”
Merakımız ve endişemiz iyice arttı gözlerizi baktığı yere çevirdik bir şey yok.
Gözümüz kulağımız onda anlatacağında.
“ Yılan dedi sözünü ettiğim o yılan varya kapının üstünde siyeç boşluğundaki
kuşun yuvasına saldırıyordu kuşun yuvasına doğru süzülmekteydi. yuvada bulunan
yavruları yeme niyetinde ydi belli ki.
Hen bir hafta,on günlük olan yavrular herşeyden habersiz,annelerinin geldiğini sanıp
ciyak,viyak sesler çıkardıklardı.
yılanın iştahının kabarmış ,yuvaya doğru iyice yaklaşmıştı
Dayanamadım dayanacak gibi değildi”
Telaş ve heyecandan iyice pelteleşen dilinden zorlukla anlayabildiğimizce;
Yılanaılana seslendiği,
“ Git meret git…!” dediği, yılanın bu kez başını ona doğru çevirip gözlerini parlatıp
dilini fırıl fırıl oynatıp ıslıklı sesle tehditte bulunduğu… Belli ki çok kararlıymış,
laf dinleyeceği, yalvarmadan anlayacağı yokmuş…
Dili biraz anlaşılır olunca;
“Eline sopasını alıp, ona doğru sallayarak;
“ac isen,bak, sütün tasta.. her günkü yrinde… haydı…
Yoksa hamile misin,aş mı yeriyorsun,,, dur sana et getireyim,taze ciğer almıştım!.” Deyip
yalvardıysam da meretin aldırdığı yoktu…
fışıl fışıldı..
Yavrularsa anaları gelmiş,mamalarını getirmiş seinç ve çığlığındalardı… Çığlıklar,meretin
iştahını kamçılıyor, benimse yüreğini parçalıyorlardı… Dayanamayıp sopayı bırakıp
eline küreği aldım…
İş ciddiydi,meretin laftan sözden, iyilikten yalvarmadan anlayacağı yoktu. yuvaya girdi
girecekti ki;
“Bak arkadaş, çekil git şuradan… sana o yavruarı yedirmem!..’
Yılan mereti hala fışıl fışıl bir yuvaya,bir eski dostu olan bana dil çikarıyor..
ki bir kıvrım daha yapmış olsa yuvaya girecek…
Tam bu sırada ana kuş belirmesin mi!...Ağzında bulunan yavru yiyeceklerini
dökerek,çığlıklarla,yılana bir saldırır ki…
Gücü yetse yiyecek,parçalayacak…
Ama koca yılan başını ona doğrultup ,dilini titreştirip, bir ıslık çalıp,bir sıvı püskürttü ki…
Kuşcağız zar zor kurkuldu…Kurtulduğu gibi
ağaçlıklara doğru çığlıklarla uzaklaştı…
Tüyler ürpertici,yürek paralayıcı… otuz yıldır bu ralardayım,
yaşım 76.. böylesini göreceğim, varmış…
Böylesi öyküleri çok dinlemiştim de inanasım gelmemişti…
şimdi cap canlıca yaşıyordum.” Dedi sustu gözünü güzüme dikerek;
“Yıllardan beri çatımız içinde yaşayanın yaptığına bakın “
‘Yılanı koynumda beslemişim derler ya!.. dedi,
kendi kendine. Konuşur gibi.
“Şimdi ne yapmalıydı…Düşünmeye zamanı yoktu..
Yılan belki de son hamlesini yapacağı anda
Küreği havaya kaldırdım;
“Bak arkadaş şunun şurasında yılların arkadaşıyız, yıllarca sana,yavrularına
dokunmadım… Şimdi ise, elimi kana bulatacaksın , beni kanlı katil edeceksin ;
dost katili,kardeş katili… o yavrucağızları sana yedirmem,yediremem…’ Elinde
kürekle zangır zangır
titriyordum… Yılansa Fışıltı,ıslık… dili fırıl,fırıl… bir de sıvı püskürdü ki… yine de;
”Bak arkadaş sana kıymak istemiyorum çekil git şurdan! Seni öldürmeye beni
mecbur etme!.’Bana dokunma bin yaşa’ demişler… Şimdiye değin böylesi bir
yaramazlık, bir saldırganlık etmediğin için sana ve yavrularına dokunmadım…
Şahı maranın hatırı için,Hz. Süleymanın hatırı için çek git!..” diye yalvarmamı
sürdürürken,meredin inadı tutmuş yuvaya girdi girecek. Sabrı bitmiş,yapacağım bir şey
kayb edecek bir nefeslik zamanım
kalmamıştı…
Meredin tam yuvanın gireşine başını sokacaktı ki; Hala havada tutmuş olduğum küreği
onun başına indirmek zorunda kaldım…
Muzurluğu tutmuş olan meretin kellesi bir yana gövdesi bir yana…
hala titreşen kuyruklu, kol kalılığında bir gövde…
Kürekle, hala titreşen gövdeye bir daha vurdum…
karnından kurtcuklar dağıldı…
“hamileymiş yazık!..” içim sızladı…Ama yapacağı bir şey kalmamıştı…Yalvarmış, yakarmış, laf anlatamamıştım..
Göz göre göre yavruları ona yediremezdim…
Sen bunları düşünürken ana kuş yanında bir kuş alayı ile geldiler,
kara kargalar,alacaları, serçeler,oralarda arada bir görülen
kara kartal da gelmişti… birkaç saniye içinde nasıl buluştu,nasıl yetiştiler… hayret derken… gaklayıp,vaklayıp döndü,döndüler…
Yılanın yerdeki gövdesini ve yuvada gelen yavru seslerini duyunca dağılıp gittiler
ana kuş yuvaya daldı…Bir çığlık bir çığlık… sevnç çığlığı…” bu kez sevinçten öölecek
kalbim duracak gibiydi “ dedi ve gözyaşlarını siliyordu. İçin için ağlıyordu yaşlı
bekçi coca dayı.
Buruk acılarla kalktı,meredin kellesini ve gövesini elarabasına atıp götürdüm…
yüz- yüeli metre ötede bir çalının bibinde yer açtım oraya gömdüm, dedi yine
korkudan titrek halde
”üzerine toprak atarken çalılıkta bir hışırtı… kuru çörçöp çatır çutur kırılıyor…
‘ Ama allah bu da neyin nesi !.. ç illi mili kocaman bir yılan!..hem saldırı halde…
Elinde kürek olduğu halde ona bulaşamazdım… titreyen dizlerimle, sürünürcesine
gelip kendimi kulubeye attım…
Kapıyı kapatıp, camları yoklayıp karyolada yatağa kendimi atıverdım…Yürreğim
göğüskafesini delecek,
Başım şapkayı fırlatacak…
Güçlükle uzanıp, tansiyon ilacından aldım,suyumu içtim…
Küreği yanıma aldım, uzandım…Hafif dalmış…
Yılanların üstünde yatmışmışışım…
Saldırılar, hışımla… hele o can düşmanı, bacağıma dolanmış, başını kaldırmış,
ilini sarkıtmış, gözleri yuvasından fırlamış…
Elimi küreğe attım… küreğin devrilmesiyle uyandım… Oh be!... ter içindeydim,
yüreğim küt küt atıyordu…
Kriz mi gelmişti,rüyanın etkisi miydi…kendisimi dinledim, ağrım acım acım
yoktu,elini kolunu hareket ettirdim… herşey normaldi.
Rüyanın etkisi yle imiş deyip biraz rahatlamıştım”dedi,
kalb krizi odlmadığına sevinecek oldu ama rüya nın hala tesirindeydi.,ürktü,korktu…
yılanlar.. dedi,bundan sonra gezerken,uyurken hep yılanlarla mı uğrşacaktı…
Oysa kendinin ne suçu,ne günahı vardı ki…Meret hak etmişti, Onun yavrularına saldır
ı olsaydı onları da aynı böyle kokurdu…Nitekim hep öyle olmuştu.Çatısı içinde yavruarını görür.dokunmaz,dahası hem kedilerden,benzeri düşmanlarından korur,hem önlerine tasla süt
bırakırdı… aralarında böylesi birdostluk varken ,o yani ne yapmıştı… Ne olduysa ondan oldu…
Bunları düşünürken, dalmış,yarı uyku,harı hayel halde karısı gelmiş, ‘haydı kalk gidelim…
artık buralarda kalamazsın…Her taraf yılan dolu… bak bak,geliyor… geliyor işte…Fırlayarak
uyandı…Kara kara bulutlar vadinin bir tarafından diğer tarafına akıp gidiyordu… Salkım
söyüdün dalları camın önüne doğru sarkmıştı Her dal bir yılandı Önlerinde,kocman o çil
yılan oluvermişti sanki… Siyeçten sarkıp camdan içeri girecekler…
Korktu,ürktü lanet şeytana dedi kend besmele okudu kendine cesaret verdi…
Hanı sen buraların bir parçasıydın,börtü böcek,yılan çılayan …seni tanır,bilir…dokunmazlardı,
pirleri gibiydin… koruyucularıdın…Korku nedir bilmezdin… yaz kış gece gündüz… otuz yıl…
ne o şimdi korkuyor musun… neden,niçin,,, şimdiye kadar hiç mi bir böcek öldürmedin
,hiç olmazsa pek çok ,sinek,karınca öldürmüşsündür… bu da onlardan biri işte… Sonra
yılanı gören herkes öldürürmüş, öldürmek değil de
toprağa gömmemek günahmış öyle demezler mi… deyip kendini eleştiriyor,cesaretlendirmeye
çalışıyor…Dışarı çıkayım dedi, ne olur ne olmazdı,küreyi almak için eyildi… elini uzattı ürperdi,,,
irkildi elini geri çekti… kürek , kürek değildi, kocaman bir yılandı…Tövbe,tövbe dedi,dışarı fırladı…
Uzaktan sesler geliyordu oraya yöneldi. Şarapçılardı,hem de en çekilmezleri… kavga mı dersin,
ateş yak ma mı dersin… naraları mı dersin… nedametten nedametçiler… Telaşlıydı,heyacanlıydı…
Hayyamiler geldiğimi görünce
“Geliyor!::” dediler,bakıştılar. İçlerinden biri gidelim,şunula uğraşmayalım!..” başkası;”
durun ben onu kafaya almasını bilirim!
Üçüncüsü;”Durumu,tutumu çok bozuk!..” dedi.
Beklemedikleri bir şey oldu,korkusunu çektikleri bekçi Coca dayıları onları kulubesinin
önüne davet ediyor…
“Hayr ola , Mevlüt dayı hayırlı bir rüya mı gördün!... vs… ama kırmadılar toparlanıp
kulübenin önünde çilingir masalarını kurdular… ” “Siz burada muhabbetinize devam edin…
ben araziyi bir dolaşıp geleyim!... dedi,motoruna binip uzuklaştı … Alemciler Coca dayılarındaki
bu değişime akıl erdiremiyor,yorum üstüne yorumlarda bulunuyorlardı… yok karısından
sonra huyu bile değişmiş, şimdiye değin yaptıklarından pişmanlık duyar olmuş,yok artık
bekçiliği bırakacakmış yok ölümü yaklaşmış vs. vs… Bekçi Cocamız ise bu yanan vadide tur
üstüne tur atıp sakinleşmek isterken,bir yanda da onların kulubenin önünde olmalarıyla
içeriye intikam
peşinde olan çillinin,yardımcılarının girmemiş olmasından emin olmak istiyordu…
Böyle böyle günler geçmişti ama her gün korku dolu bir yıl,bir asırdı…
İ çindeki korku azalacağına giderek artıyor, kendini yutacak bir dev damıydı korkulugünler
artık.. Kulubenin önünde,yılanın karnında çıkan, dağılan kurtçuklar,kocaman kocaman
yılanlar,cıngıraklı yılanlar,kara kara sarı sarı,benekli yılanlar… Kaç kez gömüyü yaptığı çalılığı
etrafını yakmış, kaynar sular ,zehirler dökmüştü de yine de o görütülerden, hyallerden
kurtulamıyordu; kalan gövde ve dallar birer kara lıyılandılar.Hele salkım söyütte dillerini
uzatmış sarkmış, öönlerinde şahımaran olan, kurtçukların oluşturduğu intikam tuğayı,
intikam ordusuydu, her dal bir intikam fedaisiydi… hergün,her an onları görmekten
bıkmış,bitmiş, tükenmişti… bir iki ay içinde, cılız bünyesi iyiden iyiye incelmiş,kurumuş…
saçı,sakalı öyle ağarmıştı ki … görenler ana ne oldu böyle Mevlüt dayı demekten kendilerini
alamzlardı. Kendis ise aynaya bakamıyor,ayna bile yılandı, iççi yılan doluydu…
Haziran sonlarıydı,sıcak bir yaz günüydü.Kulubsinin önündeydi,ikindi saatleriydi,çayını y
udumluyordu.. Alaca bulutlardan hafiften yağmur çiseliyordu… toprak kokusu kendisini sarstı…’
istiyor, toprak beni istiyor… karım da bekliyor… Geliyorum kara toprak geliyorum… karnın hiç
mi doyma
z senin!…”
Çardağa serdigi keçenin üstüne uzandı… Mavi göğe serpilmiş morumsu,esmer,kurşuni bulutlara…
bulutsuz kıskısımda mavi göğün derinleklerine kaptırmıştı… Bir halk söylencesine takıldı,
Ne demiş yılan;”bende bu kuyruk acısı oldukça!... “ ürperdi,aklından atmaya çalıştı…
Tekrar karısının sesini duyar gibi oldu” gel .haydı!..” diyor, “ dur çayımı içiyim de!..” “
hayır ,hayır çayın zamanı değil… bak geliyor,geliyor kara belan!..”Hayal mi,gerçek mi!”
toparlanıp,etrafa baktığında,ne görsündü!!.. korkusunu çekmekte olduğu benekli kara
belasının kendisine yaklaşmakta, ağzını açmış,dilini kamçı gibi titreterek,fışır,fışır…
Kürek yanıbaşında,köşedeydi,ama uzanamadı,eli kolu oynamaz,kilitlenmiş…
cansız,odunlaşmış.. Ağzı açılmaz,dili dönmez…
Lal… içnden ; “yapma etme… benim günahım kabahatım yoktu… eşin olduğ anlaşılan
mübareğe çok yalvarmıştım,çok… anlatamadım!..” dediyse de diğeri inatçı ve
karararlı kıvrımlarla yaklaşıyor… Yılan duyacakmış gibi,kendisini bile duyamadığı sadece
aklından beyninden geçen;”bak canım,ben de senin gibi yalnızım… hem tam iki yıldır… !”
Bunu da rüya sanmıştı… oysa bu gerçekti…
Haziran,2O1O Elmadağ
Son
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.