KADER
Kader oyununu bir kere daha oynamış,bir kere daha ben de bu hayatın gün gibi, güneş gibi su,ekmek gibi bir parçasıyım dercesine tüm çaresizlikleri, tüm umutsuzlukları ve tükenmişlikleriyle bir kere daha ağlarını örmüştü işte…
Hayal mi,yoksa gerçek mi tüm yaşanılan öylesine karmaşıktı ki; hayal olsa bu kadar gerçek,gerçek olsa bu kadar da olmaz dedirten bir yaşamın içinde bazen ucundan,bazen kenarından tutmaya çalışarak,kaderin oyunlarıyla düşe kalka yürümeye çalışarak, bazen karanlıkta, bazen bataklığa saplanıp çırpınarak ve çırpındıkça batarak; batarken sonunun geldiğini bilerek, o kaçınılmaz sonu daha gelmeden yaşayarak yani zehir zemberek bir hayatı damarlarına kadar,iliklerine kadar yaşayarak bu dünyanın herhangi bir yerinde sıradan bir hayatın parçası olup su gibi önüne kattığını sürükleyip götüren, sürüklerken söz dinlememecesine inatçı, bir o kadar da acımasız olmak yerine o suyun önünde bir çöp tanesi olabilmekten başka çaresi olmayan ben ler,biz ler le dolu bir hayat…
Bu kadar da karamsar bir hayatı kim yaşar sanarsınız?
Hani yediğimiz çok sevdiğimiz bir yemeği tam da ağzımızda tüm tadlarıyla sinir uçlarımıza kadar bizi kendimizden geçireceğini sandığımız o anda birden ortalık kararıverir ya, işte o an tüm umutlarımız tüm hayallerimiz yıkılıverir yüzümüzün şekli değişir bir şeylerin eksikliğini duyarak gözlerimizi açıp hayata geri döndüğümüzde küçücük bir tuz tanesinin buna sebep olduğunu anlamakta zorlanmayız.İşte o tuz tanesi nasıl eksikse yemekte,nasıl yemeğin tadını bozuyorsa eksikliğinde hayatımızda da o küçük tuz taneleri eksiktir bazen.
İşte böyle bir oyunun başrolünde her zaman ki gibi bir erkek vardır bir de kadın.Hani okullarda Fen Bilgisi derslerinde öğretirler ya ’...dünyanın iki türlü hareketi vardır:birincisi dünya kendi etrafında döner,ikincisi ise...’aslında dünyanın tek hareketi vardır; dünya kadın ve erkeğin etrafında döner.Kader tam da burada, kadın ve erkeğin isminin birlikte zikredildiği bir anda oyununa başlar yani Adem ile Havva’dan beri bu oyun oynanır.
Kader oyununu oynayıp ağlarını yavaş yavaş örerken biz bu oyunun aslında başrolünde falan da değilizdir, sadece öyle sanarız.Zaten bu yüzden değil midir ki hayatımızda “keşke”ler vardır hep.Ya da eski bir kandilden bir cinin çıkagelip bizi 20-30 yıl geriye götürmesini ve bir çok şeye yeniden başlayabileceğimizi veya bir çok şeyi değiştirebileceğimizi kim hayal etmemiştir.Şöyle bir düşünün isterseniz:Kimler “Ah bir çocuk olsaydım.”deyip parklarda oynamak istemedi,çamurlara belenip, eve üstü başı kir, pasak içinde gelmek istemedi.Veya “Seninle karşılaştığım güne lanet olsun”diyerek lanetler okumadı hayatında ve o günü hatırlamak istemedi, silmek istedi hafızasından sonsuza dek…
Bizler bu oyunların neresindeyiz acaba? Bu oyunların hangisini oynuyoruz?
…
21/07/2007 İskenderun
Yaşar Kara
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.